- 1368 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
"Türkülerin Babası Neşet Ertaş’ın Ardından"
Merhum Galip Hamza Berkay; Amir Ateş ve Özgen Gürbüz tarafından ayrı ayrı bestelenmiş bir şiirinde “Bu nameler unutulur, sazdaki teller de susar / Hazan erer güller solar, öten bülbüllerde susar” diyor. İşte Bozkırın Tezenesi, Neşet Ertaş usta’nın da sazı sustu…
O; Halk Musikimizin efsanesiydi Bozlak deyince akla ilk gelen isimlerden birisiydi. Çilekeş Anadolu insanının sesi, soluğu olmuştu türküleriyle…
O bir gönül insanıydı. Herkesimin sevdiği, saydığı ve takdir ettiği bir sanatçıydı. Bu yüzden de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce ’’Üstün Hizmet Ödülü’’ verilmiş bir sanatçıydı. Onun gök kubbemizde bıraktığı o eşsiz ezgileri, nameleri ne unutulur, ne de susar.
1938 yılında Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesine bağlı Kırtıllar köyünde başlayan hayat yolculuğu İzmir’de son bulmuştu. Ancak vasiyeti üzerine Kırşehir’de metfun olan babası Muharrem Ertaş’ın ayakucuna defnedildi.
Babası da kendisi gibi usta bir halk ozanıydı. Hala radyolarda zaman zaman çalınan “Kalktı göç eyledi Avşar elleri” bozlağı onun sanatçılığını, ustalığını anlatmak için kâfidir diyorum. O Anadolu Abdal musikisinin duayeniydi. Onun peşinden Çekiç Ali, Erol Cöke, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş gibi birçok sanatçı yetişmişti.
Neşet Ertaş da birçok aşığımızın, ozanımızın idolü idi. Ekrem Çelebi başta olmak üzere birçok sanatçı onun türküleri ile isimlerini duyurdu.
Neşet Ertaş gönlümüze yer etmiş “Zahide, Gönül Dağı, Yalan Dünya, Hata Benim, Zülüf Dökülmüş Yüze, Hapishanelere Güneş Doğmuyor, Neredesin Sen” gibi yüzlerce türküsü ile gelecek nesillere milli bir miras olarak kalacaktır.
Onun sanat serüveni henüz 6 yaşında iken babasının peşinde gâh keman, gâh cümbüş çalarak başlar. Hiç okula gidememişti çocukluğunda. Gençlik yıllarında bulanık bir dünya içindeydi. Kendi deyimiyle gerçeği net görememişti. Belki de bu yüzden çok ezildi, sömürüldü, kullanıldı. Sağlığını koruyamadı ve sonuçta rahatsızlandı. Tedavi için Almanya’ya gitti. Yirmi üç yıl kaldı ama onu kimse arayıp sormadı. Hatta ölmeden öldü bile dediler.
2000 yılında 23 yıl kaldığı gurbetten döndü yurduna… Demirel Cumhurbaşkanı iken ona “Devlet Sanatçısı” unvanı vermek istedi. Ama o “biz zaten bu devletin sanatçısıyız, ayrıca devlet sanatçılığı ne demek, bu ayrımcılık olur” deyip kabul etmedi. Zira o şan şöhret peşinde değildi. Ekmeğinin peşinde olan mütevazı bir Anadolu insanıydı o…
Yıllar sonra TRT onun hakkında bir belgesel yaptı ve 12 CD’lik Neşet Ertaş albümleri çıkarılınca “kadirşinaslık görmek insana mutluluk veriyor. Mevsime uygun olsa daha iyi olurdu tabii. Okuyan, araştıran, aydın gençler sayesinde oluyor bunlar. Onlara teşekkür borçluyum” dedi.
Bayram Bilge Tokel onun hakkında “Neşet Ertaş Kitabı” isminde muhteşem bir kitap yazdı. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Türk Müziği Devlet Konservatuarı ona fahri doktora ünvanı verdi. Bu konservatuarın öğretim üyelerinden Erol Parlak, Ertaş’ın hayatı ve eserlerini ’Garip Bülbül’ adlı kitapta topladı. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO da 2010 yılında Ertaş’ı ’Yaşayan İnsan Hazinesi’ olarak ilan etti.
Ertaş’ın çok sayıdaki türküsü Barış Manço, Selda Bağcan, Zeki Müren, Müslüm Gürses, Hakan Taşıyan, Ekrem Çelebi, Yıldız Tilbe, Kubat ve Ferdi Tayfur başta olmak üzere pek çok ünlü isim tarafından da seslendirildi.
Bir röportajında “hayatımın sonbaharındayım. Sonbaharın rahatsız edilmeye tahammülü yok. Güzellikler görmek, sakin olmak ve dinlenmek isteyen bir mevsim… 70’ime geldim artık dinlenmek istiyorum” diyordu. Takvimler 25 Eylül 2012’yi gösterdiğinde her fani gibi o da son yolculuğuna çıktı. Tüm Türkiye onun ardından üzüldü, dua etti, hayırla yâd etti koca ustayı… Zira o umman misali bir yüreğe sahipti. Buna rağmen büyüklenme bilmedi, şivesini bile değiştirmedi. Hep mütevazı, hep mahcup, hep hüzünbaz bir çehre ile çıktı sevdiklerinin karşısına…
Yazımın sonunda onun şu manidar cümlelerini yâd etmeden geçemeyeceğim.
Türkü aşkın icabıdır, ifadesidir. Yüreğinde aşkı biten, türkü söylemesin. Aşkı biten saz çalmasın.
Ben hep kendi türkülerimi söylemeyi tercih ettim. Deyiş söyleyebilirdim ama deyişler arifçedir, önemli olan cahili eğitmektir. Bütün kötülükler cahillikten kaynaklanıyor: “Suçun sorumlusu ruhtur, vücudun günahı yoktur.”
Göz gönlün yaylasıdır. İki lokma ekmek yiyince karın doyar, göz güzellik görmek ister.
Saz, söylenecek sözün hizmetçisidir. Söz, sazın altyapısıdır. Onun için söze dikkat etmek gerek. Bu nimetleri iyi değerlendirmek gerekir.
Biz Allah’ın sofrasındayız. Bize nimetler vermiş. Allah bize ikramlar vermiş. Bizim şükür etmemiz lazım.
İnsanlara doğruyu onların anlayacağı şekilde söylemek gerekiyor. Şu kısa ömürde insanlar dünyaya geliyor, nereye geldiğini bilmeden gidiyor çoğu: “Vücut ölür ama ruhlar ölmez / bunca mahlûkat var, hiçbiri gülmez / Cehennem azabı zordur çekilmez / Azap çeken hayvanları görmeli.”
Mutluluk aşkına kavuşmaktır, kavuşan mutlu olur sadece. Para, şan, şöhret mutluluk getirmez. Ben gerçek mutluluğu daha görmedim.
Hayat acıyla geçti, çoğu gitti azı kaldı. Acı çekmeden mutluluğu yakalayanlar beni hiç ilgilendirmedi. Dert insana hayatı tanıdır, kendine getirir.
Kulaktan kalbe yol gider. Can hak olduğu için, doğruyu kabul eder. Özden geldiği, öze gittiği için sazım dinleniyor. Sözüm de dostluk sözü. Yanıklık varsa, o da yüreğimden.
Türkü yürekten çıkmalı. Duyguyu, aşkı hissetmeyenin yüreğinden türkü çıkmaz. Yürekten gelmeyen ıraktan (uzaktan) gelir. Bu nedenle söz doğru, ortada çok gül var, kokuları yok. Gençlik hareket, coşku, renk istiyor. Bu çok doğal… Türküyü bozmak yerine onları coşkulandıracak oyun havaları çalınabilir. Bunları seçip, gençlere vermek gerekiyor. Böylece türküler bozulmadan, toprak kokusuyla dinleyiciye ulaşır.
Türkünün içinde yalan olmaz. Türkü yalansızdır. Ben okula gidemedim. Renkli kelimeler bilemiyorum. Bizde lacivert kelimeler derler... Biz lacivert kelimeler bilemeyiz...
Hepimiz can olarak eşitiz. Ruh olarak farklıyız. Büyük olan Allah’tır. O’ndan başka büyük yoktur. Asıl olan ise insanlıktır. Ayaklar turabı, gönüller hizmetçisiyiz biz. Sevenlerimden, bana ilgi, alaka gösterenlerden Allah razı olsun.
Ruhun şad, mekânı cennet olsun.
Halit Yıldırım