GEÇMİŞ UNUTULARAK GELECEĞE YÜRÜNMEZ!
KIRIK DÖKÜK HATIRALAR
(NOSTALJİ)
Başkentimiz Ankara dünya kenti oldu diye “Ankara’nın taşına bak./Gözlerimin yaşına bak.” Türküsünü bundan böyle söylemeyelim mi? Her ne kadar metropol şehirlerde yaşasak da, refah seviyesinin üst düzeyini yakalasak da geçmişimize sünger çekemeyiz. Bu aslımızı inkâr etmek olur.
“GEÇMİŞ UNUTULARAK GELECEĞE YÜRÜNMEZ.”
Neyse biz yazımıza geçelim:
Üstü çimenli toprak evlerde geçti çocukluğumuz. Yok, şu sıralar böyle evler. Yıkıldı. Yerinde yeller esmekte.
Soğuklarda, yalınayak, karda, tipide ve yağmurda okula giderdik. Ayakkabı alacak paramız yoktu. Ah bu fakirliğin gözü kör olsun! Kitap, kalem parasını dahi bulamazdık. Hatırlıyorum da Türkçe öğretmenim kendi kitabını bana vermişti. Böyle günleri yaşadık. Rüzgârın savurduğu gelip pulluğun demirine takılan gazete parçasını okumak ne güzeldi!
Özledik at yayanlara dobalakla yoğurt, azık götürmeyi. Gece karanlığında yıldızları seyrederken baldırcan közlemeyi özledik.
Sığırlar gelirdi akşamüstü. Mahallenin kadınları günün bittiğini ancak sığırların gelişiyle anlarlardı.
Kuşçunun yeşilbiberini, domatesini, Silahtar’ın nefis üzümünü bir urupla buğday vererek değiş tokuş etmek o günlerin doyulmaz güzelliklerindendi.
Ekin bitmeyen göçmen tarlalarındaki umutsuzluk diz boyu değil, boğuyordu adeta bizi. Yani anlayacağınız ortakçısı bir garip, patronu bir garipti.
Özde, söğütlerin arasında çimdiğimiz o çocukluk yıllarımız. Anamın ocağına Hacı Ahmed’in aşağı özdeki söğütlerinin altından topladığım çalı çilpiler için gürültülü bir ses yükselirdi. Hacı Ahmet dayının sesi bu. Belli ki kızıyordu bana!
Şehir suları gelmeden önce Göçmen Berber Memed’in dükkânının yanındaki pınardan gelinler, kızlar, oğlanlar, çoluk çocuk su doldurmaya giderdik. Su ince mi ince akardı. Çok beklerdik, sıra çok geç gelirdi bu yüzden.
Topraklıktan eşeklerle getirdiğimiz ağ toprakla evlerimizi beyaza boyardık. Biz buna; “Evi boya badana yaptık.” Derdik.
Orakla, tırpanla ekin biçtik Darağacının arkasında, Karamık’lıda İrisin pınarında, Çorakta… Tırpana gelmeyen ekinler bizi kahretti.
Yırtık, pırtık elbiseler giyerdi dedelerimiz. Fakirin Çarıkları eşek derisindendi.
Ekini biçer, samanı içeri atar harmandan kalkardık. Kışın tüketirdik unu, bulguru, turşu ve pekmezi. Tarhanaya doyum olmazdı. O zamanlar tandır ekmeği bol idi. Yerdik bulabildiğimizde! Katıksız şehir somunu katıklı gibiydi!
Tandır başlarında, kırmızı tatlık altında, idare lambasının isli ışıklarında ders çalışır, kitabımızı okur, olmayan defterimize yazımızı yazardık. Keçilerle ahırda ders çalıştığım arkadaşlarımın çoğu göçtüler.
Köyden gelen misafirlerin gariban sofrasındaki en iyi yemeği bulgur pilavıydı. Bir de soğuk ayranı varsa keyif bir başka olurdu. Duvar içine açılan ocaktaki-şimdikiler şömine diyorlar-ısınan suyla abdest alır yaşlılarımız, namaz kılar, dua ederlerdi hane halkına. Tezek kokusu sinerdi ocaktan arıstaklara.
İneler Hafız’ın cami minarelerinden okuduğu ramazan manilerini, davulunun sesini, komşuları isimleriyle “Muharrem! Çakır! Müze! Sahura kalkın” Diyerek sahura daveti bir başkaydı.
Gün oldu Almanya, Hollanda, Fransa, Avusturya ve Belçika çıktı. Çocuklar sılada babasız büyüdüler. Okullarda okudular. Her yıl Almancı babalarının gelişiyle hasretliklerini giderdiler.
Daha sonra kentlere hazin göçler başladı. Cıvıl cıvıl insan sesleri yükselen köylerden şimdilerde ne bir ses, ne bir neşe kaldı. Viraneliklerde bile kuşlar ötmez oldular!
Çocukken gezdiğin yerlerin yerinde yeller esiyor, sararan otları gördükçe, hüzün doluyor içimize. Damı uçmuş evler içerisinde bir ömür sürmüşlerin ahrete göçmüş olmaları ayrı bir hüzün vermekte..
Köyde seher bile bir başkaydı. Beli, küreği omuza atar yoncayı, bostanı sulamaya giderdik ortalık ağarmadan. Su sırası için dövüşülmezdi bizim buralarda. Her şey güzellikle halledilirdi.
Devir döndü şimdi, dolandı bize geldi. O zamanın çocukları torun sahibidir şimdilerde. Bir burukluk kol gezmekte içimizde çıkmamak üzere yer etmiştir.
Bizim köyün cemaati vefasız değildir. Ölmesini bil yeter! Kılarlar cenazeni hemşerim, kalabalık o biçimdir!
(Kimse alınmasın kendimi anlattım).
Kadir Acı
26.01.2012/Kayseri