AÇLIK
“Baba bak fakirler!” dedi Yiğit Karan televizyonu göstererek. Dönüp baktım Yiğit’in işaret ettiği fakirler kimmiş! diye. Afrikalıları gösteren bir belgeseldi Yiğit’in seyrettiği.
“Neden onlara fakirler diyorsun Yiğit?”diye sordum.
Çünkü onlar kahverengiler ondan, dedi Yiğit Karan.
Yediği önünde yemediği arkasında olan bir dünyada fakirliğin belli ülkelere, belli renklere, belli insanlara düşmesi geri kalan kocaman ülkelerin suçudur. Daha doğrusu geri kalan bütün insanlığın suçudur.
Çöpe atılan ekmekler.
Ziyan edilen sular.
Tabak tabak yenmeyen yemekler.
Artıklar, atıklar, katıklar…
Yediğin kadar al, doymazsan yine alırsın diye bir şey yok insanlarda. Bir kerede alabildiğin kadar al, tıkınabildiğinden fazlasını kap, yiyemezsen heba olup gitsin şeklinde davranıyor insanoğlu. Mide dolsa da hacim olarak, mide his olarak doysa da, göz dolmuyor bir türlü ne koyarsan koy, göz doymuyor bir türlü ne yersen ye işte.
Diyemedim Yiğit Karan’a “Oğlum onların suçu değil bu hal, onların dışında kalan herkesin suçu bu fakirlik!” diye.
Diyemedim Yiğit Karan’a “Topa tüfeğe dökülen paraların çok azı dahi bu insanların açlığına sarf edilse dünyada aç insan kalmaz.” diye.
Diyemedim Yiğit Karan’a “Oğlum, tok açın halinden ne anlar?” diye.
Varlığıyla varsıllığıyla şad olup mağrurluluk taslayan biçare kul! Kefenin cebi yok, görmüyor musun? Üç metre beyaz bezden gayri ne götürürsün öteye.
Yatırımınız para biriktirmek ve yemek üzere olmasın.
Yatırımınız kırık bir gönlü hoş tutmak, aç bir mideyi dolu tutmak, karışık bir aklı huzurlu kılmak üzere olsun.
Budur yarına senediniz, budur hisseniz!
Yiğit Karan’ın “Baba bak fakirler!” sözünden sonra gördüğüm yüzler bana şu hikâyeciği hatırlattı: Tanıdıklarının evlerinde televizyon arızalanmış. Tamirci gelip TV’nin arkasını açmış ve bir dolu küflenmiş ekmek kırıntısı bulmuş. Tabi kimin yaptığını hemen anlamışlar. Evin dört yaşındaki yaramaz kızı.
Böyle bir durumda genelde çocuk azarlanır, hatta bazen öfkeli bir tavır ile bir daha bu tür davranışlarda bulunmaması öğütlenir.
Fakat anne öyle yapmamış, çocuğuyla konuşmayı denemiş ve öğrendiklerinden sonra hüngür hüngür ağlamaya başlamış.
Çocuk ekranda Afrika’daki aç çocukları gördükçe mutfaktan ekmek alıp TV’nin açık bulduğu tek yerinden, arkasındaki ızgaralardan içeri atıyormuş.
Zenginliğimiz mutluluğumuz değil bilakis zorluk derecesi fazla olan imtihanımızdır.
Ne mutlu onlara ki varlığıyla diğer insanların varlığını mutlu kılanlara. Zenginliğiyle fakir insanların midesini doyuranlara, yoksulların çıplaklığını giderenlere, dışarıda kalmışların üşümüşlüğünü kaldıranlara, onların hastalığını iyileştirenlere ne mutlu!
Çaresizliğe çare olanlara, ümitsizliğe ümit olanlara ne mutlu!
Gönül zenginliği asıl zenginliktir. Bu yönden cömert olan ne kadar güzel bir insandır, ne kadar varlık sahibidir, ne kadar âlicenaptır.
Zenginliğimiz fakirliğimizdir aslında.
Ne kadar zenginleşsek o kadar fakirleşiyoruz bugün; his kaybı, şefkat yitimi, merhamet eksiği… Direkt karşımıza çıkıyor hemen, para varsa bunlar yok oluyor hemen. Zavallı yüzyılımız, kalbe giden yollar cepten geçiyorsa mutlaka o yollarda bir tıkanıklık olacaktır ve karşımıza çıkacaktır. Gönül yolları taşlı bugün, kalp yolları tıkalı, beyin damarları felç olmuş bugün.
İnsanlık ölüyor Somali’de.
Burma’da defnediliyor insanlık.
İnsanlar çöpleri karıştırıyor bir parça ekmek için.
Çocuklar ölüyor açlıktan.
Zafiyetten çöküyor analar.
Dedeler nineler kırılıyor zayıflıktan.
Çaresizlikten paralanıyor babalar.
Lakin utanmıyor varlık içinde olanlar, utanmıyor insanlıktan.
Baba bak zenginler demiyor Yiğit Karan, küçük yüreğine takılan büyük insanlık dersi ile bakıyor dünyaya ve kalbinin büyüklüğüne göre hitap ediyor her çocukta olduğu gibi:
“Baba bak insanlık ölüyor, sen ne yapıyorsun onlar için.” diye.
Başımı önüme eğip düşünüyorum.
Ve insanlığımdan utanıyorum bu çağda!
Açlıktan ölenler olduğu için.
YORUMLAR
Küçük bir tatildi gittiğim ama gördüğüm ve hiç aklıma gelmeden sohbetinden öğrendiğim ne kadar büyüktü.
Aslında çok şey yazmak isterdim, iki cümle de olsa dedim... Olsun, yeter.
Dedi ki... Dedem dedi, suyu dolduracaksanız akan sudan doldurun. Kirli çamaşırlarınızı akarsu da yıkayın.
Neden dedim... Sizden sonra yaşayacak nesilleri düşünün... Sadece kuşlar olmayacak...
Demiş... Uçup gitmiş, kuşlar gibi.
ve
Aradan tam 170 yıl geçmiş.
Saygımla.