- 1102 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
O adam
O küçücük odasında yalnız yaşayan adamın mutluluğu, kendini kendi yapan, onu asla terk etmeyen, acılarının, ızdırabının, sevinçlerinin, müzmünleşmiş hastalıklarının, içnde mesken kurup, herkesin terk ettiği şu zamanda, onların perçinlenmiş vefasının asla terk etmden, dert değil deran oluşlarıydı. Kimseler görmese de, anlamasa da, sezmese de kendi içlerinde acısıyla tatlısıyla, varlıklarını lütuf sayıyorlar, onlar lütfedeni,lütfeden de onları seviyor, bu sarsılmaz imanın verdiği ilahi bilinçle, şükrediyor ve şükretmenin getirdiği hazla içsel mutluluğu tek vücut içinde doyasıya yaşıyorlardı.
Adam ne zaman odasından çıkıp sokağa adımını atsa, görmek ve duymak istemediği her şeyler adeta üstüne üstüne geliyor, o küçücük odada dertleriyle birlikte olabildiğince özgürken, sanki mahpusane avlusunda olta atan mahkûmlara dönüyorlardı, dertleri yeniden depreşiyor, içendeki dostları bu dış dünyadan tedirginlik duyuyorlrdı. Zaten onu dört duvar arasına mahkum ve mecbur eden bu dış dünyanın cazibesi, insanları ve olayları değilmiydi, altmış beş yıllını zindana çeviren, ömrünün en güzel yıllarını acımasızca örseleyen, bütün emeklerini türlü tuzak hile ve yalanlarla çalan, tertemiz duygularını kirletip hırpalayarak, yaralayıp sömüren, bu sokak, bu çarşı, bu şehir, bu dünya değilmiydi. O artık şuursuzca akan insan seline karışmaktan, yorulmuş, bıkmış, usanmıştı.
Adam artık aranmak, sorulmak, tanınıp bilinmek istemiyordu, unutulmak için elinden geleni yapıyordu. Beklentileri her geçen gün biraz daha azalıyor, umutla umutsuzluğu, iyilikle kötülüğü, vefa ile vefasızlığı, ihanetle sadaati, sefa ile cafayı, olumlu olumsuz ayırt etmeden hepsini tek görüyor ve gönlünü daraltan o buz gibi kalın surlar yıkılıyor, Ruhunda ki güç hudutları yok ediyor, gönül kanatlarının estirdiği sevgi rüzgarı evrenin her köşesine dalga dalga yayılıyordu. O bu rüzgar dalgasını bir nefes alırken içine çekiyor, verdiği nefesle geldikleri yerlere yeniden yolluyordu, Sanki haşir ve neşir bütün ihtişamıyla bu iki nefes arasında bayramdan önceki arifenin heyecanını yaşatıyordu.
Oysa, O na göre kaç kere kıyameti kopmuş, kaç kere Hak divanı kurulmuş, kaç bin kez hesaba çekilmiş, ne kadar ağır diyetler ödemişti. Bir ayağı cennet de diğeri cehennem de. Hiç fasıla vermeden elleriyle avuçlayıp, ceneti cehenneme, cehennemi cennete taşıyordu. Aradığı şey ikisinin arasındaydı, bulabilmek aşkıyla usanmadan yılmadan, can veresiye ona ulaşmanın gayret ve çabasındaydı. O bu arama aşkını dünyaya değişmezdi, değişse bile onun yerine bundan daha değerli bir şey alamayacağını pekala biliyordu.
Önüne sayısız maddi zenginlik verecek, nice fırsatlar çıkmş, gönlüne kaç mecazi aşk güneşi doğmuştu, Sevgilisi olmak için ne çok sesler gelmişti. Fakat idrakine hükmeden, adını bilmediği, tanımını yapamadığı bir güç, onu sürekli engelliyordu, kaç defa "aradığım sen değilsin" çığlıklarının tenha yerlerde her tarafı çınlattığını kendinden başka kimse duymuyordu, halbu ki duyulmalıydı, duyulacaktı. O duyurmamaya öylesine özen gösterdi ki, deli diye dillere düşmek, başka türlü de ardından gelinmesini istemiyordu. Ancak biri duymalıydı, biri bilmeliydi "aradığın benim" demeliydi, o bunu bekliyor ve dermiydi diyede beynini parçalıyordu. "Diyecek bir gün diyecek" hissini bütün hücreleri titrerken öylesine derinden hissediyordu ki, onunla kaplandığını ve kendinin kaybolduğunu kaç kez yaşamıştı, kim bilir nezamana kadar kaç defa daha yaşayacaktı?
Taki o aradığı sırrı çözene kadar.
30.09.2012...Mustafa Yaralı
YORUMLAR
ilkelerinden ödün vermemek yalnızlığa sebep oluyorsa da hiç değilse yapılacak hataların pişmanlıklarını taşımıyor insan yaşlılığında. Yalnız bir adamın iç muhasebesini gayet güzel ve sade anlatmışsınız. Yakın bir zamanda yaşayacaklarımız budur demek ki, eyvallah...
Saygımla...