- 23122 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞATHİYE, YUNUS EMRE (Açıklama ve tahlil)
YUNUS’TAN BİLMECE GİBİ BİR ŞİİR
(Şathiye – Açıklama ve tahlil)
Eski edebiyatta “şathiye” denilen bir şiir türü vardı. Şathiyelerde felsefî düşünceler ve bilgece hikmetler şaka ve alay perdesi altında anlatılırdı. Bu tür şiirleri doğru yorumlamak ve asıl anlatılmak istenenleri anlayabilmek oldukça zordu.
Edebiyat tarihimizin en ünlü şathiyesi şüphesiz ki Yunus Emre’ye aittir. Dokuz beyitten oluşan bu şiir çok konuşulmuş, hakkında çok yazılmış, birçok edebiyatçı tarafından defalarca yorumlanmıştır.
Yunus’un Şathiye’sini doğru ve tam olarak yorumlayabilmek için elbette ki az de olsa bir tasavvuf kültürüne ve ayrıca yeterli edebiyat bilgisine ihtiyaç vardır. Yıllardan beri bu şiir hakkında birkaç cümle karalamayı arzuluyor fakat kendimi yetersiz gördüğüm için şiir üzerinde düşünmekle ve hakkında yazılanları okumakla yetiniyordum. “Bilmece gibi şiir” diye nitelendirdiğim Şathiye’yi yorumlayıp açıklamaya ilk defa bugün cesaret ettim. Cüretimi bağışlayın.
Şimdi bu şiiri birlikte okuyalım.
ŞATHİYE
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir deyip sorana bandım verdim özünü
İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becit becit ısmarlar gelsin alsın bezini
Bir serçenin kanadın kırk kağnıya yüklettim
Çifti dahi çekmedi şöyle kaldı kazını
Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu
Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı
Şunu da basamadım göyündürdü özümü
Kaf dağından bir taşı şöyle attılar bana
Öylelik yola düştü bozayazdı yüzümü
Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe
Leylek koduk doğurmuş bak a şunun sözünü
Yunus bir söz söylemiş hiçbir söze benzemez
Erenler meclisinde bürür mana yüzünü
Dokuz beyitlik bu şiiri bir defa daha okur ve her beyit üzerinde birkaç dakika düşünürseniz niçin “bilmece gibi şiir” dediğimi anlarsınız.
Şimdi bu bilmeceyi çözmeye çalışalım.
Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
Şathiye’nin ilk beytini oluşturan yukarıdaki dizelerde görülen en belirgin nitelik anlatılan olayların doğal olmayışıdır. Yunus ilk dizede erik dalına çıktığını ve orada üzüm yediğini söylüyor. İkinci dizede ise bostan sahibinin şaire kızarak “Kozumu niçin yersin?” diye çıkıştığı ifade ediliyor.
Erik ağacından üzüm yemek, bostan sahibinin kendi yetiştirdiği üzüme koz (ceviz) demesi doğal değildir. Hatta anlatılan bu olaylara mantıksız, saçma gibi sıfatlar da yükleyebiliriz.
Şiirin tamamını incelerseniz ilk beyitteki anormal olayların diğer beyitlerde de az veya çok mevcut olduğunu görürsünüz. Meselâ ikinci beyitte şair kazana kerpiç koyduğunu ve kerpici poyraz ile kaynattığını söylüyor. Daha sonraki beyitlerde bir serçenin kanadını kırk kağnıya yüklediğinden, bir sineğin bir kartalı sallayıp yere vurduğundan bahsediyor. Anlatılan bu tuhaf olaylar, sebep-sonuç ilişkilerinin tutarsızlığı biz okuyucuları şaşırtıyor ve bizde “saçma” izlenimi uyandırıyor.
Daha önce söylediğimiz gibi Şathiyeler ciddî ve derin fikirleri bir sır ve alay perdesi altında ifade eden şiirlerdir. Böyle şiirleri anlayabilmek için bazı sözcüklerin hangi kavramlar yerine kullanıldığını, yani neleri sembolize ettiğini çözmek gerekir.
Yunus erik ağacından üzüm koparamayacağını veya kazanda kerpiç kaynatmanın deli işi olduğunu bilmiyor mu? Elbette ki biliyor. Acaba ünlü Şathiye’sine bu saçma motifleri niçin koydu? Önce bu sorulara cevap arayalım.
Günlük hayatta yaptığımız her çalışmanın, sarf ettiğimiz her emeğin belirli bir hedefi vardır. İnsanlar belirlediği hedefe ulaşabilmek için en kısa, amaca en uygun yollarda ilerlemeye çalışır. Doktor olmak isteyen ilim yoluna girerek tıp fakültesinde eğitim görür. Yüksek tahsil yapmayı göze alamayanlar bir motor ustasının veya bir berberin yanına çırak girip o mesleği öğrenmeye çalışır. Bunun tersi düşünülemez. Yani doktor olmak isteyenin iktisat fakültesine gitmesi veya bir kaportacının çırağı olması akla ve mantığa uygun değildir.
Yunus, Şathiye’nin birinci beytini bu mantıksızlıktan yararlanarak kurgulamıştır. Erik ağacına çıkarak orada üzüm yemeye çalıştığını ifade eden şair bu mantıksız davranışıyla hedefine ulaşmak için yanlış yola girdiğini, yani yanlış araç ve gereç kullandığını, yanlış yöntemler uyguladığını söylemek istiyor.
Hedef doğru fakat girdiği yol yanlıştır. Bunun doğal sonucu olarak asıl amacına ulaşamamıştır. Çünkü Yunus üzüm yediğini zannetmektedir ama bahçedeki meyveleri yetiştiren bostan sahibi Yunus’a öfkelenmiş ve “Kozumu niçin yersin?” diye onu azarlamıştır. Bu durumda Yunus’un yemeye çalıştığı meyvenin erik mi, üzüm mü yoksa koz mu olduğu tam bir muamma hâline gelmiştir.
Acaba bu beyitte geçen “erik, üzüm, koz, bostan ve bostan ıssı” kelimeleriyle ne anlatılmak isteniyor? Başka deyişle bu kelimeler nelerin simgeleridir? Şimdi buna cevap arayalım.
Yunus’un nice yıllar tekkelerde din ve tasavvuf eğitimi aldığını biliyoruz. O devirlerde bilimler ilm-i zâhir, ilm-i bâtın, ilm-i hakikat olarak üç grupta tasnif ediliyordu. İlm-i zâhir, yani zâhirî ilimler dış görünüşle ilgili bilimleri içeriyordu. Namazın nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı; nelerin sevap, nelerin günah olduğu gibi konular; kelâm, hadis, fıkıh gibi bilimler ilm-i zâhirin kapsamındaydı.
İlm-i bâtın mutasavvıfların gönül kitabı diyebileceğimiz ilmiydi. Bu bilim, bir mürşid-i kâmil kılavuzluğunda ibadet etme, zikir yapma, yalnız kalma, tefekküre dalma, az uyuyup az konuşma gibi faaliyetleri ve öğretileri kapsardı. İlm-i hakikat, yani hakikat ilmi ise bir sofînin nihaî hedefiydi. Bu hedefi fani dünyanın tüm nimetlerinden elini eteğini çekmek, fenafillâh (ölmeden önce ölmek) mertebesine ulaşmak olarak özetleyebiliriz.
Şimdi bu kısa bilgiden sonra ilk beyti çözelim. Yunus bazı şiirlerinde şeriat, tarikat ve hakikat üçlemesinden bahseder. O devirlerde İslamî bilimlerle, yani ilm-i zâhir ile uğraşan kişiler tekke ve dergâhlarda tasavvuf eğitimi alanları, başka deyişle ilm-i bâtın ile meşgul olanları sevmez ve dinsizlikle suçlardı. Şeriat – tarikat çatışması tarihimiz boyunca süregelmiştir.
Bilindiği gibi erik dediğimiz meyvenin dışı yenir, içi yani çekirdeği yenmez, atılır. Bu beyitte erik ilm-i zâhirin (şeriatın) simgesidir. Üzüm ise ilm-i bâtının (tarikatın) simgesi olarak kullanılmıştır. Çünkü üzümün hem dışı hem de içi yenir. Ayrıca çok nefis ve vücuda faydalı bir meyvedir. Fakat dışıyla birlikte yuttuğumuz içi, yani o küçücük çekirdekleri midemizde eriyip yok olmaz, zamanla vücuttan atılır. Bu nedenle üzümde çok az da olsa maddî dünyaya ait ikiyüzlülük ve kötülük mevcuttur. Dolayısıyla üzüm hakikatin sembolü olamaz.
Beyitte geçen koz ise hakikatin sembolüdür; çünkü bu meyvenin dışı yenmez, sadece içi yenir. Ceviz; tadı enfes, vücuda son derece yararlı ve şifalı bir gıda maddesidir. Ayrıca bu meyvenin kabuğu çok serttir; onun özüne ulaşmak, başka deyişle ilm-i hakikat yoluna girerek fenafillâh mertebesine vasıl olmak çok meşakkatlidir.
Beyitte geçen bostan ile kastedilen tasavvuf eğitimi verilen tekke veya dergâhlardır. Bu durumda “bostan ıssı” bu eğitim kurumlarının başında bulunan, “şeyh, şıh” gibi isimlerle anılan, mürşid-i kâmil olması arzulanan kişidir.
Simgelerin anlamlarını çözdükten sonra şöyle diyebiliriz: Yunus bu beyitte yetersiz mürşitlerin kılavuzluğunda, yanlış araç – gereçlerle, yanlış yöntemlerle yetiştirilen yetersiz sofîlerden bahsetmektedir.
Üzüm yemek için, yani tarikat eğitimi almak için dergâha giren sofî adayı erik ağacına çıkmıştır. Kısaca hedefine ulaşmak için tuttuğu yol, aldığı eğitim, gördüğü ilimler yanlıştır. Dervişin bu hâli yazımın başında belirttiğim varsayımlı örneğe -iktisat fakültesinde hekim olmaya çalışan kişi- benzemektedir. İşin kötü tarafı bostan sahibi bu yanlışlıkların farkında bile değildir. Mürşid-i kâmil olması gereken kişi, üzüm yemeye çalışan talebesinin ceviz yediğini zannetmektedir. Yani tekkenin mürşidi hakikate ulaşma yolunun ilm-i zâhir olmadığının bilincinde dahi değildir.
(Devamı var)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.