Roman Denemesi-7
Roman deneyimimin 7. Bölümüdür. Lütfen ilk önce başlangıç bölümünü okuyup sonra buna devam edin. Yorumlarınızı bekliyorum..
8.BÖLÜM
Odanın içinde muhtarlıktaki gibi bir soğukluk karşılıyor bizi. Silah çektiğim adam Vedat’ın amcası Eren’miş. Uzun sakallarıyla imamları andırıyor ama davranışı hoşgörüşü imamlardan bile fazla. Ona silah çekmeme rağmen beni sevecen karşılıyor, misafirperverlikten ödün vermiyor. Bize güzel bir kahve ikram ediyor. Dışarıdan tek odalı, kulübe görünümünde olan evin içine girdiğimizde, bir kapının salona açıldığını görüyorum. Ev tertemiz. Yaşlılar temizlik konusunda gençlerden daha iyi sanki. Yaşlı mı? Sakalları olmasa akranım sanırım. Ama komşusu abi dediğine göre yaşça büyük biri. Kendine iyi bakmış o zaman. Kahvelerimizi içerken bize lokum ikram ediyor. Acı kahvenin yanında harika gidiyor. Tam karşımıza yerleştikten sonra konuşmaya başlıyorum:
-Vedat’ın ölümünden şüphelendiğiniz birisi var mı?, diyorum; Ya da intihar etmiş olabilir mi?
Sevecen gözleriyle, arkamdaki duvara dalıp gidiyor. “Uyarmıştım” diye mırıldanıyor, kırık bir ses tonuyla.
Adamın cümlesini sürdürmesini bekliyoruz. Birden kendimi kaptırıyorum; adamın önemli bir şeyler bildiğinden öyle eminim ki. Aynı kırık ses tonuyla devam ediyor:
-Üzgünüm Harun Bey. Konuşamam.
E ismimi nereden biliyor? Gökhan ile konuşmamızdan duymuş olmalı. Gökhan ismimi kullanarak konuşmaz aslında. Tabii; kimliğimi göstermiştim, orada okumuş olmalı. Ama adamın gizemli tavrı beni içine çekiyor:
-Eren Bey, söyleyecekleriniz cinayetlerin çözülmesinde çok etkili olabilir. Hem yeğeninizin katilini bulmamızı istemez misiniz?
Gülümsemesi biran olsun eksilmiyor; düzgün, ince dudaklarından:
-Vedat. Benim deli, laf anlamaz oğlum. Çok uyardım Harun Bey.
Yeliz aklıma geliyor. O da hep cevap beklerdi böyle:
-Anlatın lütfen.
Gülümsemesi biraz dağılıyor. Gözlerinde bir anıyı canlandırıyor. Gözlerimin içine bakarak devam ediyor; bir ara beni büyüleyecek diye endişelenmiyor değilim. Dediğim gibi hareketleri beni etkiliyor:
-Kezban. Vedat’ın yavuklusu. Onu gerçekten seviyordu Vedat. O zamanlar genç deli dolu. Kezban’ı ilk gördüğünde geldi yanıma ‘ Dede alalım bu kızı bana. İstemeye gidelim’ diye tutturdu. ‘Bakalım kızın gönlü var mı?’ dedim. ‘ Olur dede. Benden iyisini mi bulacak’ dedi, sevinçle. ‘Tamam’ dedim, ‘Ama gidip konuşacaksın kızla. Gelin derse babasıyla konuşuruz, bir şekilde hallederiz’ dedim. Yarın akşam eve suratı beş karış geldi. Kız zengin koca istiyormuş anlaşılan. Ev, araba, mülk istemiş Vedat’tan. Bir şekilde sağladık istediklerini. Babasından kalan bahçeleri, zeytinlikleri sattık. Şehirden bir ev aldık. Bizim buralarda adettir; istedikten sonra, ‘Yarın git Kız Bacı’ya şükret. Ondan aşk iste, bereket iste’ dedim. Yarın akşam türbeye gitti. Dediklerimi yapmış. Bir ay sonra evlendirdik. Allah var çok sıkıntı çekmediler. Vedat hemen bir iş buldu. Bayağı ilerledi. Ama denilenlere göre, Kezban’ın istekleri bitmiyormuş. Kendisine araba, yazlıklar istiyormuş. Vedat bir gün benden borç para istedi az bir miktar yolladım ama doymamış Kezban. ‘Dede Kız Bacı’ya gidip dua etsen’ dedi; ‘Daha çok para versin’. Ne diyeceğimi bilemedim. ‘Tamam’ dedim. İşte bir yıl önce Vedat eve gelmiş. Evde ses seda yok. Yatak odasına gitmiş. Kapı aralıklıymış. Kezban’ın çıplak sırtını görmüş. (bu kadar temiz bir adamın ağzına varmıyor olacak ki duraklayarak devam ediyor) altında da müdürü. Kan beynine çıkmış. Gitmiş mutfaktan ekmek bıçağı almış gelmiş. Odaya dalmış. Müdürü bunu görünce çırılçıplak pencereden atlamış. Allah’tan elini kana bulamadan, şehirde neyi var neyi yok hepsini bırakıp geri geldi. Her şeyi sattı. Kalacak yeri de yok burada. Evimi açtım tabii.
Anlatılanları öykü gibi dinliyoruz. Anlatılanlardan çok, anlatış biçimi etkiliyor beni. Öyküyü bitirdiğini sanıyorum. Ama bunun uyarıyla, Vedat’ın ölümüyle ne alakası var?
-Yanlış bir evlilik yapmış anlaşılan, diyorum öyküye devam etmesi için. Sadece başını “Evet” anlamında sallıyor.
-Vedat’ı uyardım demiştiniz? Evlilik konusunda mı uyardınız, bunun ölümüyle ne alakası olabilir ki?
Sorumla beraber ağzındaki mazlum gülümseme yok oluyor. Ama kızdığını sanmıyorum. Bu adamın bir şeye kızabileceğini bile sanmıyorum. Biraz duraksadıktan sonra devam ediyor:
-Semiz Dede ve Kız Bacı. Haftada bir gün bu türbeleri ziyaret ederim. Ha bir de Eren Dede Türbesi.
Eren Dede. Bu adam adaşına öyle çok benziyor ki. Bizim Eren Dede de en az o adam kadar hoşgörülü, bilge birine benziyor.. Suyundan bir yudum aldıktan sonra sözlerine devam ediyor:
-Onların yanına gidip dualar ederim. Türbelerini, evlerini temizlerim. Özellikler Kız Bacı. Kendi evim gibi bakarım türbesine.
-Onun öyküsü var mı Eren Dede?, diye lafa giriyor Gökhan. Eren’den etkilendiği çok açık. Onun öykü anlatışını dinlemek istiyor. Aslında bende Kız Bacı’nın öyküsünü merak ediyorum.
Gökhan’ın lafa girmesiyle, gülümsemesi yeniden beliriyor Eren Dede’nin:
-Var tabi evladım. Sarışın, çakır gözlü, ince belli bir kız. Daha ergenlikten çıkmamış. Yavuklusu da var. Bir birlerini öyle çok seviyorlar ki. Destanlara konu olur. Gündüzleri çalışıyormuş erkek. Kız da babasına yakalanma korkusundan evden çıkamıyormuş zaten. Geceleri veya namaz vakitleri görüşüyorlarmış. Vakit gelmiş; artık delikanlı, kızı istemeye gelmek istiyormuş. Bir gün, zeytin vakti, kızı görmüş delikanlı. Bu düşüncesini söylemek istemiş. Kızın yanına gitmiş. Anlatmış olan biteni. Kızın babası da komşulardan bu ilişkiyi duymuş ve kızına ağza alınmaz laflar söylemiş. O delikanlıyla bir daha kızını yan yana gören olursa ikisini de öldüreceğine yemin etmiş. Ne var ki bu konuşmayı kendi görmüş. Bakmış kızı, oğlanla konuşuyor. Kan beynine çıkmış. Öldürecekmiş oğlanı. Tabii silah yaygın değil, o zamanlar kimsede yok. Gitmiş evin ocağından irice bir, közlü çınar odunu almış. İri yarı adam, elinde yarısı yanmış dev çınar odunuyla; bağırarak gençlerin üstüne koşmuş. Kız bakmış, babası ikisini de öldürecek. Delikanlının elini tutmuş kaçmaya başlamışlar. Adamın gözü iyice kararmış, elindeki odunu delikanlıya fırlatmış. Odun delikanlının kafasına isabet etmiş ve yere yığılmış Kız hemen başının dibinde durmuş delikanlının. Delikanlı can çekiştirirken “Ben sana kavuşamadım, ama sen istediğine kavuş; mutlu ol. Bundan sonra benim bacımsın” demiş ve can vermiş. Kafasından yaralı yere yığılmış, delikanlı. Yanında bir çınar odunu ve kız bacı. Babası kızı oradan götürmüş tabi. Ama odunu almamış o odun toprağı tutmuş, yeşermiş ve çınar ağacı olmuş. Oğlan da o ağcın dibine gömülmüş. Bu olay kulaktan kulağa yayılmış. Kızın babası kızını kime vermek istese “O bizim Kız Bacı’mız” demişler ve almamışlar. Kızcağız tüm köyün ‘Kız Bacısı’ olmuş. Ölünce de yavuklusunun yanına kız olarak; Kız Bacı olarak gömülmüş.
Kendimi öyle kaptırdım ki bir an görevimi bile unutmuşum. Gökhan da ben de öyküye kendimize kaptırdık. Ama Eren Dede kaptırmak değil de hafızasında ki bir olayı anlattı sanki. Olanları görmüş gibi, onları tanıyormuş gibi..
-Daha sonra da evlenecek olanlar, çocuk isteyenler, aşk isteyenler ilk Kız Bacı’ya gidip dua etmişler, diye tamamlıyor öyküsünü.
Kafamı kaldırıp Eren’e baktığımda gözlerini hafif nemli buluyorum.
-Peki Eren Bey Vedat? O nasıl öldürülmüş olabilir?, diye konuyu toparlıyorum.
Derin bir iç çekip bana bakıyor. Anlatsam mı anlatmasam mı diye düşünüyor büyük olasılıkla. Sonra sözlerine devam ediyor:
-Bir gün eve sarhoş geldi Vedat. Aldırış etmedim. Gençtir içer dedim. Ben de ses çıkarmadan gaz lambamı alıp türbelere ziyarete gittim.
-Gecenin bir vakti?, diye şaşkınlıkla giriyorum lafa.
Gülümsüyor:
-Kız Bacı gece buluşurmuş Harun Bey. Ben de kendimce bir anlam çıkarıp gece onları ziyaret ederim. Ruhlarını hissederim, aşklarını. Kabristanlarında nur görürüm. El ele göz gözeyken ziyaret ederim onları.
Bu adam çok kaptırmış olmalı kendini bu konulara.
-İşte ziyarete gitmiştim . Lambamı kapattım. Duamı ediyordum ki. Bağırış sesleri geldi. Kabristanı bir közlü odun sıyırdı. Odun gecenin karanlığını yararak geçti. Biraz doğruldum, baktım. İri yarı bir adam. Cebine taşları doldurmuş. Elindeki odunu, küfürler içinde, türbeye fırlatıyor. Mehtap arkasında kalmış yüzü seçemiyorum. Karartı var sadece. Taşları ardı ardına fırlatıyor türbeye. Çalılıklara kadar emekleye emekleye gidiyorum. Daha rahat izliyorum burdan adamı. Adam Kız Bacı’ya öyle sinirli ki. Sanki delikanlıyla yan yana yatıyor diye mezarını kazacak. Yerdeki taşı sökmek istiyor. Ama yalpalıyor bayağı. Ağlamaklı geliyor artık sesi: “Sana güvendim, sana. Aşkmış, bacımış ermişmiş; Yalan! Ailemi yıktın Kız Bacı ey! Karım aldattı beni, kiminle; patronumla. Ben sana ne yaptım Kız Bacı! Dualar ettim. Dedemle türbeni temizledim. Bu mu karşılığı? İş bulmak istiyorum karşıma olmadık adamlar çıkarıyorsun. Ey Kız Bacı!” O an anlıyorum. Bu adam Vedat’tan başkası değil. Cebimden çıkardığım çakmakla gaz lambasını yakıyorum. Vedat’ın sesi soluğu kesiliyor. Korkuyor galiba . “Vedat” diyorum “Benim Eren deden. Dur oğlum sakin ol” alkol kokusu burnumu sızlatıyor. Onu korkuttuğumdan olsa bana da bağırıyor. “Sen karışma dede! Sen demedin mi? Güven diye bak ne oldu?” “Tamam Vedat sakin ol” diyorum. Onu kaç defa uyardım. Beni kolumdan tutarak savurdu. Ona engel olamadım. Eve gittim. Allah’tan onu bağışlamasını diledim. Eve geldi o da. Beni görünce rengi bembeyaz oldu. Korkudan dili tutuldu. Su verdim, ayılmaya ve dili çözülmeye başladı. Ben gittikten sonra beni tekrar görmüş. Daha doğrusu bir ışık görmüş. Gaz lambasının çıkaramayacağı kadar büyük bir ışık. Işığın tam ortasında bir adam varmış bana benzeyen. “Evlat” demiş “Yapma” Vedat dinlememiş. Adama da taş atmış. Ama taş adamı delip geçmiş. Arkasından bir taş daha atmış. Hiçbir taş adamın gövdesine işlemiyormuş. O an anladım o adam Eren Dede’ydi. Eren Dede bu civarlarda en bilge insanmış zamanında. Ve ermiş insanları her perşembe ziyaret edermiş. Bakmış Kız Bacı böyle yardımına gelmiş. Vedat bana sadece bunları anlattı ve yarın öldüğü haberi geldi.
Aslında böyle şeylere pek inanmam ama anlatışından mıdır bilmem olayın içinde buluyorum kendimi. Gökhan benden daha çabuk ayılıyor:
-Ne yani Eren Dede mi öldürdü Vedat’ı?
Cevap vermiyor Eren. Yüzünü saklıyor. Sanki çok gizli bir bilgi vermiş gibi. Gökhan pes etmiyor, Eren’in üstüne gidiyor:
-Madem katil Eren Dede, O’nun diğer üç kişiyle ne alıp veremediği var?
Güzel yerden yakalıyor Gökhan. Eren cevabını bilir gibi görünüyor. Ama acele etmiyor. Ağır başlı bir şekilde:
-Ömer Bey. Geçen yıllar yine türbeleri temizliyordum. Ömer geldi. Dualar etti. İş başvurusunun kabul edilmesini diledi. Bir ay sonra işe girmiş. Şehre gitti zengin bir şekilde köye geldi aldı savurdu. Kız Bacı Türbesinin arsasını da aldı. Oradaki Çınar’ı parka çevirdi. İlk başları artık türbe kirlenmez diye sevindim. Ama Ömer içkiler, mezeler satmaya başladı parkta. Türbedeki dualar, dilekler yerini; alkollü sofralara, küfürlü muhabbetlere bıraktı. Ömer’le konuştum. Beni tersledi “Yıkacağım zaten elin türbesini! Çoğu müşteri türbe var deyip gelmiyor” dedi. Ama o türbeyi yıkamadan türbe onu yıktı. İşte kimi kimsesi olmadan gömüldü gitti.
Artık Gökhan da pes etmeye başladı. Araştırma yerini korkuya bıraktı. Anlatılan öyküler ikimizin de içinde hafif korkuya neden olmuştu. Saatime baktım. Dokuz buçuğa geliyor. Artık kalksak iyi olacak.
-Tamam Eren Bey, diyorum; Verdiğiniz bilgileri göz önünde bulunduracağız. Artık gitmemiz gerekiyor.
Ayağa kalkıyorum. Elini sıkıyorum dostça. Anlatılanları sakin kafayla değerlendirmem lazım.
-Hoşça kalın Eren Bey. Tekrar görüşürüz.
Yemeğe kalmamız için ısrar etmesine rağmen dinlenmemiz gerektiğini söyleyip nazikçe red ediyorum teklifini. Uzun, dar taştan yoldan ilerleyip çıkıyoruz evden. Nusret de içeriye girmiş olmalı. Gökhan’la arabaya kadar ilerliyoruz. Ve yola çıkıyoruz.
“Eren Dede’nin anlattıkları doğru olabilir mi Başkomiserim?” sözüyle ayılıyorum. Sokaktan çıkmışız. Gökhan sokaktan çıkmadan su almaya gidecekti. Saatime bakıyorum on beş yirmi dakikadır dalmış olmalıyım. Topraktan dağ yolunda ilerliyoruz:
-Bilmiyorum, diyorum doğrularak; Bana pek inandırıcı gelmiyor.
Gökhan bozuluyor biraz.
-Ama türbeye bulaşan ölmüş Başkomiserim.
Bu çocuk sahiden saf. Ve bir şeyi daha fark ediyorum; bu yol, gelirken gördüğüm rüyadaki yola ne kadar da benziyor? Sanki az sonra yaşlı bir adamla takım elbiseli birini görecek gibiyim. Yıldızlara bakıyorum. Onlar bile rüyamdakiyle aynı, karanlık da fazla geliyor. Bir an korkuyorum. Acaba gerçekten daldım mı, yoksa narkozun etkisi mi? Yok artık Harun! Sadece rüyaydı o. Gökhan’ın sol bacağına bakmak istiyorum ama korkuyorum. Elimi belime götürüyorum. Silah kılıfımın içi dolu. “Dedim işte sadece rüyaydı”
-Fark ettin mi Gökhan; Eren, Kız Bacı’yı ne kadar da seviyor.
Uzun süre cevap vermeyince Gökhan beni tekrar uyudu sanmış olacak ki biran tırsıyor:
-Evet Başkomiserim. Çok önemsiyor galiba böyle türbeleri falan.
-Evet ama sorun şu; o kadar önemsiyor ki türbeyi kötü kullanan, Kız Bacı’yı yıkacak bir kişiyi bile öldürebilir.
Bu lafımla Gökhan şok oluyor. Çok derin yerlere dalıyor aniden. Evet böyle düşünüyorum. Bu mistik davranışının altında bir katil niye olmasın. Her zaman da öyle olmaz mı? Kaç kere bebek yüzlü adamlar gördük seri katilmiş, teröristmiş. Gökhan cevap vermekte güçleniyor. Bense devam ediyorum:
-Eren, türbeyi çok benimsemiş. Zaten bu hayattaki her şeyi o türbe diyebiliriz. Tek arkadaşı, sırdaşı hatta sevgilisi o türbeler. ‘Evim gibi bakarım’ diyordu. Yani biri senin evine bu hareketi yapsa; taşlasa, yıkmakla tehdit etse sen de ona zarar vermek istersin. Kaldı ki Eren’in çok sağlıklı düşenebileceğine de inanmıyorum.
Gökhan söylediklerimi onaylıyor. Hatta kendisinin bu açıdan bakamadığına üzüldüğünü görüyorum:
-Kız Bacı’nın öyküsünü anlatırken de kendini çok kaptırmıştı Başkomiserim. Sanki o zamanlara gitti geldi.
Evet, doğru. Bize anlatırken de kendini çok kaptırmıştı.
-En tuhafı da adam kendine Eren Dede’yi örnek alıyor. Yani Derviş olanını. Eren Dede efsanesindeki gibi haftada bir kez geceleri türbeleri ziyaret ediyor.
-Vedat’ı o halde görünce de sinirinden duramıyor tabi. Vedat’a eve gittim diyor ama gitmiyor. Gaz lambasıyla geri geliyor. Vedat’ı tekrar uyarıyor. Bu sefer Derviş Eren Dede olarak. Vedat zaten sarhoş onun derviş olan Eren Dede olduğuna hemen inanıyor. Hem Eren Dede’nin efsanesi de var. Onu da kullanıyor. Hem de Vedat da Eren abiyi görünce korkuyor. Çünkü onunla konuşan derviş Eren Dede ile aynı kişi.
Anlattıklarını onaylayan bir kafa işareti yapıyorum. Çok iyi bilgiler edindik ama artık biran önce uyumak istiyorum. Gökhan bir süre sonra devam ediyor:
-Ama anlamadığım bunları bize niye anlattı Eren abi? Bir katil böyle açık verir mi, böyle ustaca cinayetler işlemişken?
Az düşündükten sonra cevaplıyorum:
-Vedat Bu bilgileri başkasına da anlatmış olabilir çünkü. Eğer Eren’in anlattıklarını biz başkasından dinleseydik Eren bir numaralı şüpheli olacaktı. (Biraz duraksayıp devam ediyorum) bilmem far ettin mi adamın anlatışı çok etkileyici. Ondan şüphe duyulmasını engelliyor. Ve bize karşı tuttuğu tavır da bunun bir parçası.
Gökhan artık tamamen kabulleniyor. Ben de kendi köşeme çekilip biraz daha kestirmeyi planlıyorum. Ayrıca bu yol da git git bitmiyor. Artık şu rüyamda gördüğüm yoldan kurtulmak istiyorum. Gökhan bayağı bir yavaşlıyor. İçime yeniden bir ürperti geliyor. Niye durduk şimdi?
-Bakın Başkomiserim, diyor. Eliyle sağ tarafımızda ve hafif aşağıda kalan köyü göstererek; Şu yeşil ışıklı bir yer var. Tam sağımızda. Minare gibi bir direk var.
Gösterdiği yöne bakıyorum:
-Evet?
-İşte orası Kız Bacı’nın türbesiymiş, diyor.
Bu laftan sonra doğrulup tekrar bakıyorum. Demek meşhur türbe orasıymış.
-Sen nereden biliyorsun?
Gökhan gözlerini yola çeviriyor:
-Su almaya gittiğim bakkalcı söyledi. Dedim türbe falan var mı? O da biliyormuş öyküyü. Eren Dede’yi ziyareti sırasında görmüş o da. Nurlar içinde sakallıydı diyor.
Ona bakıyorum gülüşüyoruz.
Gökhan yavaş yavaş hızlanıyor. Ben türbeyi izliyorum. Bir karartı bize doğru hızla yaklaşıyor. Önce hayal sanıyorum. Kafamı sağa sola sallayıp tekrar bakıyorum. Hayır! Siyahlar giymiş biri, sanki bize doğru koşuyor. At sesleri gibi bir şey duyuyorum. Artık ayak seslerini işitiyorum, çok yaklaştı; “Gökhan!” diye bağırıyorum. Bir homurtu duyuyorum ve sağ ön tekerleğe öyle bir şey vuruyor ki araba devrilecek neredeyse. Sarsıntıyla Gökhan’ın üzerine olan gücümle yükleniyorum. Gökhan’ın kafasını cama geçiriyor. Sol kaşı yarılıyor. Direksiyon hakimiyetini kaybediyor. Sonuna kadar sola kırıyor ve dağa çarpıyoruz. Cırtlak bir fren sesi ve Gökhan’ın kornayı aralıksız çaldığını duyuyorum. Kulaklarım delinecek gibi. Önümüze bakıyorum. Bir uzun şey fırlıyor. Gökhan’ın bacağı mı, protez miydi sahiden? Hareket edemiyorum. İkimizde sıkışık durumdayız. “Gökhan!” diye bağırıyorum yüzü kan içinde. Duymuyor. Far ışığının uzandığı yöne doğru bakıyorum. Uzun sakallı bir adam. Dudaklarındaki gülümsemeyi bir yerden tanıyorum, ‘Eren Dede’. Elindeki asasıyla bize doğru yaklaşıyor. Gözlerim kararıyor artık. Dayanamıyorum. Göz kapaklarım kapanıyor..