23.59 otobüsü
Otobüs 23.59’da hareket edecekti. Bilet üzerinde tam olarak bu yazıyordu. “Saçmalık.” Dedim. “Böyle hareket saati mi olur? Adını ilk defa duyduğun bir otobüs firmasından bilet alırsan olacağı bu! Herkes gibi biletini önceden alsana! Her işini son dakikaya bırakıyorsun aptal herif!”
Ben kendime kızarken yanıma yaşlıca bir adam oturdu. Üzerinde mavi takım elbise ve başında şapkayla 1950 aralık ayından az önce çıkmış gibi duruyordu. Yaşlı adam başını çok yavaş bir şekilde çevirip yüzüme baktı ve:
“Merhaba yeğenim.” Dedi.
“Merhaba.” Dedim.
“Yolculuk nereye?”
“İzmir” dedim ve başımı çevirdim. Konuyu erken kapatmanın keyfiyle rahatlamıştım. Ancak yaşlı adamın soluğunu ensemde hissediyordum. Oradaydı ve gözleri beni izliyordu. Başımı çevirince yanılmadığımı anladım. Yaşlı adam gözlerini dikmiş öylece yüzüme bakıyordu. O gereksiz soruyu sormam için deminden beri inatla bekliyordu yaşlı keçi. Dayanamadım, pes ettim.
“Senin yolculuk nereye amca?” dedim.
Ve adamın asık yaşlı yüzü gülümsedi…
Araç tam 23:59’da hareket etti. Başımı kaldırıp otobüsün içine şöyle bir baktım. Tam ondört kişi vardı. Bu sırada şoför muavine araçta kaç kişi olduğunu sordu. Muavin onüç dedi. Nasıl olur? Az önce ondörttü. Kendim saymıştım. Tekrar saydım. Ondört. Beni mi adamdan saymıyordu yoksa? Muavin yanımdan geçerken kolunu yakaladım.
“Pardon işinize karışmak gibi olmasın ama az önce tam ondört kişi saydım. Siz araçta onüç yolcu olduğunu söylediniz.” Dedim.
Yüzüme şöyle bir baktı. Ardından şoförün yanına gidip birşeyler söyledi.
Yanıma geldi. Gülümsedi: “Tamam. Teşekkür ederim. Düzelttik.” Dedi.
Gururla koltuğumu geriye yatırdım. Beklemeye başladım.
Bütün gün yorulmuştum, işleri ucu ucuna bitirmiş ve uyumak için yola çıkmadan önce üç bira üzerine biraz votka içmiştim. Fakat iyi gelmemişti. Uyumak istiyordum ancak gözlerimi kapatınca başım dönüyordu. Bir girdabın içine doğru çekildiğimi hissetim. Bacaklarım uyuşmaya başladı. Sonra yüzüm. Bir süre sonra bacaklarımın ısındığının farkına vardım. Yok artık! Yaz günü kalorifer açmış olamazlar ya! Elimi kalorifere koyduğumda haklı olduğumu anladım.
Tavandaki düğmeye bastım. Muavin geldi.
“Pardon ama kalorifer açık.” Dedim.
“Evet açık.”
“Eylül ayındayız. Dereceye bakın. 25 gösteriyor. İnsaf!”
“Bayım, araçta yolcuların geneli üşüdüğü için açmak zorunda kaldık.”
“Yok artık. Benden başka herkes mi üşüyor? Buna inanmıyorum.”
Muavin ellerini havaya kaldırıp:
“Afedersiniz. Buradaki beyefendi kaloriferi açmamızdan rahatsız olduğunu söylüyor. Başka rahatsız olan var mı?” diye bağırdı.
“Saçmalık!” dedi arka koltuktan birisi.
Sonra başkası seslendi: “İnsin başka araca binsin!”
Daha arkadan bir ses: “Üşüyoruz burada!” diye gürledi.
Yanımdaki yaşlı adam başını çevirmeden mırıldandı:
“Aptal!”
Bu tür sesler yükseldi aracın içinden. Muavin eliyle susmalarını söyledi.
“Tamam, bir oylama yapalım. Kaloriferin açık kalmasını isteyenler?”
Onüç kişi elini kaldırdı.
“Kapanmasını isteyenler?”
Elimi kaldırdım.
“Gördünüz mü bayım. Demokrasi kazandı.”
“Kaloriferi biraz daha açalım!” dedi biri arkadan.
“Evet! Donuyoruz burada! Sonuna kadar açın!” diyerek onu desteklediler.
Muavin kaloriferi açması için şoförün yanına gitti. Delirmemek imkansızdı.
Nereye düştüm diye düşünüyordum. İşte o sırada hoparlörden pop müzik çalmaya başladı. Ama ne çalma! Son ses…
Birkaç saat sonra kulaklarım uğulduyor, alnımdan ter akıyordu. Birisi beynimin içinde balyozla duvara vuruyor çalan müziğe eşlik ediyordu. Yarı baygın bir halde öylece oturuyordum. Nerede olduğumuzdan bile haberim yoktu. Yol kenarındaki ışıklar çizgi halinde yanımdan geçiyordu. Otobüs hiç yavaşlamıyor, aynı vites üzerinde gidiyordu. Derken aracın ışıkları yanıp sönmeye başladı. Bir anda aracın bütün iç ışıkları yanıyor. Sonra sönüyordu. Başımı zorlukla kaldırıp baktığımda şoförün oyun oynadığını gördüm. Ağzında sigara yüzünde pis bir sırıtma vardı. Çıtçıt çıtçıt çıtçıt… düğmeyle oynuyordu.
Başım dönmeye başladı. Gözlerimi kapatmadan önce yol tabelasına baktım. Antalya 60km yazıyordu. Gözlerim açıldı. İzmir’e gitmiyor muyduk? Zorlukla tavandaki düğmeye ulaştım. Muavin geldi.
“Bakın. Antalya tabelasını gördüm az önce. İzmir’e giden yol oradan geçmiyor.”
Bu cümleyi söylemek için iki kez soluklandım. İçerisi hamam gibiydi. Nefes almakta zorlanıyordum.
“Evet. Antalya’da bir yolcu bırakıp yenisini alıcaz.”
“Saçmalama. Antalya’ya gidersek çok zaman kaybederiz. Bu araç İzmir’e gidiyor diye bilet aldım.”
“Bayım sakin olun. İyi görünmüyorsunuz. Aracımız tam vaktinde İzmir’de olacak.”
“Hayır. Sen anlamıyorsun! Su… Bana biraz su ver.” Diyebildim. Sonrasını hatırlamıyorum.
Uyandığımda gün ağarmak üzereydi. Koyu maviydi gökyüzü. Saate baktım, 06.00 olmuştu. Sis vardı. Çam ağaçları arasında ahşap bir lokanta önünde duruyorduk. Araçta kimse kalmamıştı. Zorlukla doğruldum. Araçtan indim. Mis gibi temiz havayı içime çektim. Etrafta kimse yoktu. Çıt çıkmıyordu.
“Tanrım ne boktan geceydi.” Dedim.
Bir sigara yaktım. Çakıl taşları üzerinden anayola kadar yürüdüm. Asfalt yol kalın sis tabakası içinde kayboluyordu. Nemli bir hava vardı. Çiğ yağıyor olmalıydı. Sonra mavi bir tabela belirdi. Duman biraz dağılınca tabelayı okudum.
Rize 45km
“Şaka mı lan bu!”
Koşarak tabelanın yanına gittim. “Allahım aklımı koru!”
Tekrar koşarak otobüsün yanına geldim. Bu sırada lokantadan sesler yükseldi. Daha çok vahşi hayvan çığlığı misali, acı çeken inleyen bir şeyin sesiydi. Ağaçların dalları titredi o sesle. Korkarak otobüse bindim. Koltuğuma oturdum. Çocukluktan aklımda kalan ne kadar dua varsa okumaya başladım.
Bu fena sesler yarım saat sonra kesildi. Lokantadan çıkanlar birer birer otobüse bindiler. Araç hareket etti. Başımı yavaşça kaldırıp araçtakileri saydım. Ben dahil tam onüç kişi…
Bir kişi eksilmişti. Ceketimi yüzüme örttüm ve beklemeye başladım…
Omzuma vuruyordu. Ceketi yüzümden aldı.
“Kardeş. Geldik. İnmeyecek misin?”
Biraz şaşkın biraz korkak şekilde sordum:
“Nereye geldik?”
“İzmir.”
Camdan şöyle bir baktım. İzmir otogarının kalabalığı hiç bu kadar hoşuma gitmemişti.
Koşarak indim. Yazıhaneye girdim. Olanları anlattım.
Bana Afyon yolunda bir kaza nedeniyle yolun kapatıldığını bu sebeple şoförün başka bir yola saptığını söylediler. Benden başka şikayette bulunan olmadığını eklemeyi unutmadılar. Araçta kaç kişi olduğunu sordum.
“Sizinle mi? Siz hariç mi?”
“Ne farkeder? Söyle işte!”
“Sizinle birlikte onüç. Hayatta olduğunuz için şanslısınız.” Dedi görevli ve gülümsedi.
“Sen az önce ne dedin?” dedim.
“Sizinle birlikte onüç kişi vardı dedim.”
“Hayır ondan sonra.”
“Birşey söylemedim.”
“Deliriyor muyum? Söyledin!”
“Beyefendi sesinizi yükseltmeyin.”
“O araçta garip şeyler oldu diyorum. Anlamıyor musun? Aynı gece içinde Antalya ve Rize’ye gittim. Sabah uyandığımda İzmir’deyim!”
“Bayım bağırmayın. Yoksa polis çağırmak zorunda kalıcam.”
“Çağırmazsan adam değilsin!”
“Yoksa lokantada mı kalmak isterdin!”
“Ne dedin sen?”
“Yoksa hapise mi girmek istiyorsun?” dedim.
“Hayır lokanta dedin!”
“Sizden gitmenizi istiyorum.”
“Biliyorum. Orada birşeyler oluyor. Bu işin peşini bırakmıycam.”
“İsterseniz bir şikayet formu doldurabilirsiniz.”
“Siktir git!”
Öfkeyle uzaklaştım. Eve gelince biraz araştırdım. Ne öyle bir firma vardı ne de öyle bir otobüs. Ertesi gün tekrar otogara gittim ancak duvarda firmanın adı yoktu. Onun yerine adı hiç duyulmamış bir firma ismi yazıyordu. Sürekli yeni firmalar eklenir ve çıkar dediler. Bünyemizde onlarca firma vardır. Hizmet kalitesi kötüyse sözleşmesini bitiririz.
Duvara baktım renkli isimlerle onlarca garip isim vardı. Yapacak birşey yoktu. Ve çıktım oradan.
Size tavsiyem yola çıkmadan önce fazla içmeyin. Ve eğer hiç tanımadığınız bir firmayla seyahat ediyorsanız 23.59 hareket saati olan araçtan uzak durun!
YORUMLAR
abi bunalımda mısın yoksa bana mı öyle geliyor...
ya da uyku ve uyanıklığı ayırt edemez mi oldun ? çok ciddi soruyorum hayal gücüyle yazılmış yazı dahi olsa bunu sorgula derim...
niye bilmem içimden sana, senin adına üzülmek geldi...
"ruhun niçin bu kadar karanlıkarla çevrili " diye sormuyorum bile...
saygılar...