- 775 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Haçlı katliamı
Tepenin hâkiminde, saf toprak kokusunu içine çekiyordu. Birazdan bu masumiyeti soluyamayacağının farkındaydı Tuğra Kağan. Beyaz ve heybetli atının eyerinde, en önde duruyordu. Kudreti ve asaleti cılız gölgesinde dahi hissediliyordu. Nede olsa bir Selçuklu Tarkanı idi.
Karşıdaki tepenin ardında, atlıların öfkeye bezenmiş toz bulutu görünmeye başlamıştı bile. At nalları, kulaklara savaş davulu gibi geliyordu. Tepe boyunca birkaç flama belirdi. Bunlar beyaz, üçgen ve ortasında kırmızı haç işareti olan flamalardı. Giderek yükselen bir dalga gibi yaklaşarak belirginleşiyorlardı. Flamaların merhabasının ardından, Haçlılar da zırhlı bedenlerini ayyuka çıkardı. Tıpkı flamaları gibi, zırhlarının üstüne beyaz kumaştan, kırmızı haç işaretli bir tabard giymişlerdi. Tam tepeye ulaştıklarında durdular. İki güreşçinin meydan okuması misali, ordular birbirlerini süzüyordu.
Tuğra Kağan, önce sağ taraftaki nehri süzdü. Ne kadarda berrak diye geçirdi içinden. Atının dizginlerini sağ tarafa çekti. Selçuklu Eyalet Ordusu’na şöyle bir göz attı. “Koçlar!” diye seslendi. “Gün, zafer günüdür. Gün… Ya, şereflice bir zaferle vilayetinize dönmenin ya da onurluca bir ölümle hayattan sağ salim gitmenin günüdür. Değişmeyen tek şey yengidir. Bu böyle biline!” diye ekledi. Son olarak, “Herkes birbirinin arkasını kollasın! Unutma, bir şeyi kaybetmekten korkarsan korkun gerçek olur… Allah yardımcınız olsun!” diyerek atının dizginini sola doğru çekti. Kılıcını kınından çıkardı ve sağ elinde tutarak havaya kaldırdı. Bu hareketle beraber yeşil flama havaya kalktı. Haçlılar, bu flamaya kırmızı üçgen flamayla karşılık verdi. Tuğra Kağan, ölümün emrini verircesine indirdi elini. Ölümün eliyle birlikte flamalarda indi; kırmızıdan uzak son saniyelerini yaşayan toprağa doğru.
Selçuklu ve Haçlı Orduları, zafer arzusuyla dörtnala koşuyorlardı birbirlerine. Anlamsız meydan okuma nağraları, gökyüzünde seda bulutu oluşturdu. Ancak, Tuğra Kağan tepenin ardına kemankeşleri saklamıştı. Atlılar tepeden aşağıya, Dar Vadi’ye doğru koştururken. Tepenin ardından kemankeşler hâkime doğru çıktılar. Oklarını gerdiler ve savaş meydan muharebesine dönmeden vakitlice, Haçlılar’ı Türk zırh delici temrenleriyle keklik misali avladılar. Haçlılar, Türk askeriyle göğüs göğse gelene kadar epey zayiat vermiş oldu.
Tuğra Kağan, kemankeşlerin temren yağmurunu kesmesiyle atını iyice hızlandırdı. Ordunun önünde mızrağı olmayan tek kişi oydu. İlk temasta mızraklı askerlerle düşmanı yarmak çok önemliydi. Ardından kılıç ustası sipahiler savaşın kaderini tayin edecekti.
Baş Tarkan Tuğra Kağan, üstüne gelen mızraklı askeri umursamadı. Aksine daha da hızlandı. Kılıcını iyice kavradı. Tam da iki ordu burun buruna geldiğinde yavaşladı, karşısındaki mızraklı askerin mızrağını sol eliyle kavradı ve sağ elindeki kılıcıyla mızrağı ortadan ikiye böldü. İvedi bir şekilde kılıcını sağ tarafa doğru savurdu. Onca uğultunun arasından, et, kemik ve tekrar et sesini algıladı: İlk baş düşmüştü. Keskin kılıcını, bir başka haçlının kol uzvuna denk getirdi. Et, kemik ve tekrar et sesi… Ardından havada bir kan eğrisi…
Muharebe bir saati aşkındır sürüyordu. Tuğra Kağan’ın deri zırhında, kahverenginden eser kalmamıştı. Bedenine sarı ve kırmızı hâkimdi. Haçlıların sayısı oldukça azalmıştı; yengi yakın gözüküyordu. Baş Tarkan, haçlı katliamına devam ediyordu. İnsan ne kadarda zayıf ve çaresizdi. Esaslı bir kılıç darbesiyle var oluşu son buluyordu. Bir mezrada hayvan etleri ne kadar önemsizse burada da insanlar o durumdaydı şu halde.
Tuğra Kağan, nehre doğru koşan bir haçlı askerini gördü. Askerin kafasının üstündeki yıldızlı başlığa bakılırsa bu onların komutanı olmalıydı. Kaçıyor olması Haçlıların trajedisini anlatmaya yetiyordu. Hemen arkasından gitti. Tam nehri geçmeye çalışırken arkasında bitiverdi. Kılıcını kaldırdı ve ucundan tuttu. Bir iki kere yaylandırıp fırlattı. . Et, kemik ve tekrar et sesi… Ardından havada bir kan eğrisi… Kılıç nehre haçlının sol uzvuyla birlikte düştü. Haçlının bedeni önce dizleri üstüne çöktü, sonra da sola doğru yıkıldı. Tuğra Kağan, kılıcı nehrin akıntısına kapılmadan almak adına koştu. Kılıcın akıp gitmesine engel olan taşa teşekkür edercesine bir bakış attı. Bu esnada, kinlice bir nidayla sağ omuzunda bir kol ve sırtında bir insan bedeni kadar ağırlık hissetti. Haçlı komutan bu hamlesi ve nehrin akıntı gücüyle Tuğra Kağan’ı devirdi. Nehrin buz gibi sularına gömüldüler. Haçlı komutanı, kendisinin de nehre batmasına rağmen Tuğra Kağan’ı bırakmadı. Tuğra Kağan, artık ciğerlerine dolan suyun yerini oksijenle dolduramayacağını anlayınca, umutsuzca nehrin dibini seyretti. Ne kadar da berrak diye geçirdi içinden. Ta ki ağzından gelen kan ebruli olana dek.
Selçuklu Ordusu, Dar Vadi’den büyük bir zafer ve komutansız ayrıldı. Üstelik zaferin tadı, ölümün kederinden hoştu.