Roman Denemesi-5
6.BÖLÜM
Roman deneyimimin 5. Bölümüdür. Lütfen ilk önce başlangıç bölümünü okuyup sonra buna devam edin. Yorumlarınızı bekliyorum..
Hemen, girişte köy mezarlığı var. İmam dahil olmak üzere beş altı kişilik bir grup ölüyü defnetmiş olmalı.
-Bizim katilin eserlerinden biri olabilir mi?, diyor Gökhan mezarlığa bakarak.
Güzel ülkem işte sanatçıyı katil yapar; katili sanatçı..
-Olabilir,diyorum.
Mezarlığın az ilerisindeki camiden de sola girince köy meydanına varıyoruz. Bakmayın köy dediğime bayağı bir semt havası var burada. Oldukça işlek, geniş yollu çift şerit bir yol. Şerit aralarına sıralı dev çamlar dikilmiş ve her üç çamdan sonra karşılıklı oturulacak şekilde düzenlenmiş bank ve masalar. Yol kenarlarında ise birbirleriyle bitişik kahveler var. Kahveler tıka basa olmasa da boş değil. Sokak bitince şeritlerde birleşip büyükçe bir meydan oluşturuyor. Meydanın ortasında büyükçe bir çeşme. Ve şerit arasındaki en son çam ağacının hemen solunda jandarma var. Bir U dönüşü ile jandarmanın önüne geliyoruz. Bu sefer işlek sokağı öbür şeritten turluyoruz. Aslında amacımız muhtarlığı bulmak. Buralarda olmalı; jandarmanın yanı.
Sırasıyla; kahve, bakkal, kahve, kahve ve kırtasiye binalarını görüyorum jandarmanın yanında. Gökhan’a arabayı park etmesini söyleyip arabadan iniyorum. En yakınımdaki kahvehaneye doğru ilerliyorum. Tam selam vermeye hazırlanırken orta yaşlarda biri bağırıyor:
-Buyur güzel abim! Çay var, kahve var; kola var, gazoz var. Şakacı tavrı değil de sempatik yanı hoşuma gidiyor kahvehane sahibinin. İki çay söyleyip tahtadan bir tabureye yerleşiyorum. Az sonra Gökhan da geliyor:
-Bırakın Başkomiserim! Köy falan demeyin bir otoparka ihtiyaç varburada.
Gülüyorum. Yan masada batak oynayanlarında hoşuna gitmiş olacak ki aynı anda kahkaha atıyorlar.
-Otur Gökhan, çay söyledim. Biraz dinlenmiş oluruz hem de muhtarın odasını öğreniriz.
-İyi olur Başkomiserim.
Çaylarımızı genç bir garson getiriyor:
-Otur bakayım evladım, diyorum garsona.
Önce patronuna baktıktan sonra yanımıza bir sandalye çekiyor:
-Buyur bey amca?
Çocuğu iyice süzdükten sonra:
-Adın ne?
-İbrahim amca, Çiyan İbo.
-Tamam İbo. Sizin Muhtarın odası, binası nerede?
Eliyle meydandaki çeşmeyi göstererek:
-Şu çeşmenin üstündeki yolu takip et amca. Tam karşında eski sarı duvarlı bir bina çıkacak. (aklından biraz işlem yaptıktan sonra) üç katlı bir bina. En altta muhtarın emlakçı dükkanı var. İkinci katta muhtarlık. En üst katta kendi kalıyor.
Yalan söyleyip söylemediğini anlamak için yüzünü az süzdükten sonra konuşuyorum:
-Tamam İbo. Hadi seni işinden alıkoymayayım.
-Afiyet olsun amca.
Gökhan hemen atılıyor:
-Jandarmanın yanı denmişti başkomiserim, bu işte terslik olmasın?
-Az sonra öğreniriz Gökhancım, diyorum.
İnce belli çay bardağını elime alıyorum. Sıcak buharından yayılan koku hoşuma gidiyor. Bir iki yudum aldıktan sonra tabağına koyuyorum. Biraz acımsı ama bu yol yorgunluğundan sonra iyi geldi. Önümdeki gazeteye bakıyorum.
“Son On Yılın En Sıcak Ayı”, “Bugün Seçim Olursa” yazıları gözüme çarpıyor. Kafamı kaldırıp Gökhan’a bakıyorum. O da gazetelere dalmış durumda, spor haberlerini okuyor. Hafta sonundaki derbi ile ilgili yorumları okuyor.
Sonunda çaylarımız ve gazetenin spor eki bittikten sonra kahvehaneden ayrılıp arabaya doğru yürüyoruz. Gerçekten de bir otopark hiç de fena olmazmış. Yaklaşık iki yüz metre yürüdükten sonra arabanın sağ koltuğuna oturuyorum. Meydandaki çeşmeyi arkamıza alıp hafif bir rampayı tırmanıyoruz. Az sonra ahşaptan çatılı, duvarları sarı boya ile boyanmış; bayağı eski olmasına karşın hala heybetli bir binayı görüyoruz. Neyse ki buralarda park sorunu yok. Arabayı binanın yanına park ettikten sonra giriş kapısının ilk üç merdivenini çıkıyoruz. Camlardaki satılık/kiralık ev/arsa ilanları dikkat çekici. Binanın içine girince bir soğukluk çarpıyor, boş kalmış bir otel odasının soğukluğu gibi. Muhtarın odasına doğru çıkıyoruz. Hafif sesler geliyor. İnsan sesleri, kesik kesik. İlk önce tam seçemiyorum ama sonradan sesler netleşiyor: “tabi ki efendim! Sizin şüpheniz olmasın bu konuda. Hem buyurduğunuz gibi ben gerekenleri hallettim. Nasıl? Onları merak etmeyin kimse bu törenleri engelleyemez. Peki kaymakam bey, iyi günler, hürmetler.”
‘Kaymakam Bey’ lafını duyar duymaz aynı anda Gökhan’la birbirimize bakıyoruz. Bu da ne şimdi? Kaymakam muhtarla ne görüşecek ki? Bana resmen katil muhtar dedi ama muhtarın konuşmasından da anlaşılacağı gibi Ali Bey hiç de katille konuşur gibi değildi. Sanki öğüt veriyordu. Var bir iş ama.. Şimdi onu öğrenme sırası.
Muhtar telefonu kapıyor. Bir süre hiçbir ses gelmeyince odasına girmeye kara veriyorum. Gökhan’a kafamla “yürü” işareti yaptıktan sonra açık olan, tahtadan yapılmış kapıyı iki kez elimin dışıyla vuruyorum. Muhtar orta yaşlarda, beklediğimden az daha genç, sarışın, çakır gözlü. Üç günlük sakalı var. Sakallarında yer yer beyazlar. Sigara bağımlısı olacak ki bıyığının bazı bölgeleri sararmış. Kumaş pantolonunu küçük göbeğinin ortasına kadar çekmiş.
Bizi görünce huysuzluğu artıyor sanki.
Suratımıza iyice bakıyor, verilen tarife uyup uymadığımızı kontrol eder gibi.
-Mahmut Bey siz misiniz?, diyorum. “Hee?” diye yanıt veriyor. Kimliğimi göstererek:
-Başkomiser Harun. (Gökhan’ı göstererek) yardımcım Gökhan. Son günler de olan cinayetler için geldik.
Hiç şaşırmıyor. Sanki haberini almış.
-Hoşgeldiniz ağalar. Buyurun oturalım.
Kahvehanedekilere nazaran daha konforlu sandalyelere oturuyoruz.
-Ne içersiniz, kola iyi gider sıcakta?
-Sağ olun almayalım. İşimize başlamamız gerek.
-Tabii?
YORUMLAR
Ben de romandaki kahramanları oturup dinledim sessizce
Tasvirler ve tipler arasındaki diyaloglar akıcı
Tabii