Suzinak Mektuplar(1)
Aşina olduğumuz yüzler gibi aşina olduğumuz güzelliklerin de başını alıp gittiği eylül günleri içimizde tarifsiz hüzün tortuları biriktiriyor. Yaprakların solan renkleri ile şen şakrak yanlarımız da solgunlaşıyor. Eylül yazın sonu ve biz eylülün sonlarındayız. Bir adım ötesi kış. Tam da burada Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiirindeki şu dizeler takılıyor dilimize:
“Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...” Bu demde soğukta titreyen kuşlar gibi yüreğimiz. Has bahçenin has gülü başka iklimlere hicret edeli yalnızız, garibiz. Gözlerimizdeki nemi kimse görmesin diye cümle gayretimiz.
Öyle ki yazdığımız mektupların zarfının üstüne yazacak bir adres bile yok. Mazruf ateşten bir kıvılcım üfleseler cayır cayır tutuşacak. Kâğıt ve kalemle olan dostluğumuz da olmasa tığ teber kalacağız orta yerde.
Kadim günlerden beri hüznün renginin anlamıdır eylül. Kerbela susuzluğunu taşır gönüllere. Hüseyni bir türkünün nağmelerinde inler. Hüzün dağından düşen bir çığın katresidir bu ayda yaşananlar.
Eylülde yazılan mektupların her satırı hasret buğusu tüter. Sarının kollarında baygın bir andır zaman. Saatler daha bir telaşlı, takvimler daha bir solgundur. Mektubun bidayeti ile nihayeti arasında hicretin kokusu yayılır. Harf harf, kelime kelime. Lime lime olmuş cümleleri derleyip toparlamaya çalışır kalem. Hayalde bir misalin sureti gülleşir. Eylül ve hüzün has bahçenin güllerine karışır gider. Biz hep ufka bakarız gül mevsimi gelsin diye. Hâlin ve istikbalin hüzne çalan rengi eylül, biz nefes alıp verdikçe gizemini korur. Ta ki son nefesimize kadar…
Ankara, 25.09.2012 İ.K