- 1030 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YOK OLMAK: " SEVGİLİNİN DUDAKLARINDA"
YOK OLMAK
“SEVGİLİNİN DUDAKLARINDA”
İçinde bir sıkıntı vardı. Besbelliydi bu durum. Çünkü gözleri çukura kaçmıştı ve elleri terliyordu. Hava alması gerekiyordu. Anahtarını aldı ve soğuk kış gecesine adımını attı.
Paltosu siyahtı. Boynuna doladığı atkısı ve başına taktığı beresiyle geceden saklanmayı başarmıştı. Saat gecenin on biriydi ama caddelere hala kalabalıktı. Herkes soğuktan üşüyen güvercinler gibi kabarık ve ürkekti. Birbirini tanımayan insanlar bile olda yürürken birbirine sokuluyordu.
Sevgililer el ele tutuşmuş, birbirlerine harıl harıl bir şeyler anlatıyordu. O ise yalnızdı. Bugün olanları, dün olanları, evvelsi gün başından geçenleri anlatacak kimsesi yoktu. Ama dert değildi. O hep yalnız yaşmak istemişti. Kendi kendiyle, bir başına… Zaten herkes başından geçenleri bilmese de olurdu…
İçi üşüdü. Sıcak bir şeyler içmek için etrafına bakındı. Ayakları onu bir kafeye götürdü. Camın kenarındaki boş bir masada oturdu. Atkısını ve montunu da çıkardı. Gecenin onu unuttuğunu görünce beresini de çıkardı. Yanına gelen komiden sıcak bir bardak salep istedi. Etrafına bakındı. Üç masa hariç kafe bomboştu bu soğuk kış gecesinde. İki masada da birer çift oturuyordu. Bir masada ise yanlı başına bir kadın oturuyordu. Başını masaya yaslamıştı. Önündeki kahve fincanından buhar tütüyordu.
İçinde bir şeytan doğdu o an. Onu kadının masasına doğru itti. Direnmeye çalıştı, ama daha fazla dayanamayıp kadının masasına gitti. Karşısındaki sandalyeye oturdu. Kadın başını kaldırmamıştı. Kadına baktı. Eskiden tanıdığı birine benziyordu. Yıllar önce yitirilen bir yüze…
“ affedersiniz?” dedi yavaşça. Kadın başını kaldırdı. Evet, tanıdık bir yüzdü. ve evet, yıllar önce yitirilmiş bir yüz… Adını çıkarmaya çalıştı. Aklı hiç zorlanmadan fısıldadı ona bu ismi:
“ damla…”
“ tanıyamadım?”
“ emir ben. Tanıdın mı?”
“ inan bana hayatımda o kadar emir oldu ki!”
“ en çok değer verdiğin emir.”
“ ben hiçbir emir’e değer vermedim.”
Donup kalmıştı emir. Demek bu kadar değersizdi ha! Kırılmıştı:
“ liseden emir. Hani bir dönem çıkmıştık.”
Kadın bir an anılara daldı. Sonra hatırladı çünkü yüzü aydınlanmıştı:
“ haa, hatırladım. Şu, bana deli gibi âşık olan emir. Deliler gibi peşimden koşan.”
“ evet, bir dönem sana âşık olan emir ben.”
Baktı karşısındaki kadına. Eski haline ne kadar da benziyordu. Hiç değişmemişti, hala ilk günkü gibi gizli bir güzelliği vardı. Dikkatli bakınca fark edilen tanrısal bir güzellik…
O bir daha konuşmayınca, Damla konuştu:
“ e hayat nasıl?”
“ eh işte. Eskisi gibi. Yaşamaya çalışıyoruz.”
“ becerebiliyor musun bari?”
“ evet, sanım. Becerilesi en kolay iş ne de olsa, yaşamak. Öylece dursan bile yaşamış sayılıyorsun, nefes almasan bile…”
Gözleri hala ilk günkü gibiydi, bitiriyordu. Yeryüzünden siliyor, tekrar diriltiyordu. Gözleri hala ilk günkü gibi koyu siyahtı, solmamıştı. Capcanlı, korkunç, ölüm kokan siyah bakışlar…
“mesleğin ne? Seni bırakıp giderken azar olma hayalin vardı. Benden sonra değişen birçok şey gibi bu hayalinden de mi vazgeçtin?” dedi damla dumanlı bakışların arasından.
“ tabii ki. Aslında değişmeyen tek şey o. yazmayı bırakamıyorum.”
“ ilham olmadan da yazılıyor mu şu meret?”
“ anlamadım.”
Damla şaşırmıştı. Kırılmıştı biraz. Eski sevgilisine baktı, son sevgilisine. Hala ilk günkü gibi yakışıklıydı. Sadece korkunç şekilde sakal uzatmıştı. Saçları da uzamıştı epeyce. Ama hala yakışıklıydı. Hem de korkunç derecede. Gözleri çok güzeldi bir kere. Yemyeşil yosun yeşili. Donuk, kızgın ama merhametle bakan o aşk dolu bakışlar.
Bugün bile hiç değişmemişti. Ve o dalıp giden kemikli yüz… İnsanın içine işleyen bir konuşma tarzı. Saf ama her şeyi bilen bir genç, hayatın feleğinden geçmiş bir beden. Yaralarla dolu bir kol… Solda bir dövme var. ‘ seni hep seveceğim, damlam…’
Sonra sohbetin konusunu hatırladı. Bir hüzün kapladı yüzünü:
“ hani senin ilham kaynağın yalnız bendim.”
“ evet, sensin. Hala sensin, senin varlığındı önceleri, şimdi de senin yokluğun.”
Damla parmağındaki yüzüğü anımsadı. Sakladı parmağını elinin arasında.
“ aradan altı yıl geçti. Yirmi üç yaşındayız ikimizde. İlk günkü gibi taze tutabilin mi, ilk günkü gibi güçlü, canlı, ateşli…”
“neyi?”
“ aşkımızı. Yani bana olan aşkını.”
“ tutuluyor be. İlk günkü gibi taze de tutuluyor, ateşli de. Bir şekilde canlı tutabiliyor insan, besleyebiliyor. Altı yıl boyunca yüzünü görmedim. Koskoca altı yıl… Her günü bir gün gibi geçen tam iki bin iki yüz altmış dokuz gün… Az mı be? Her günü bir yıl gibi geçti… Yüzünü göremedim, sesini duyamadım, izini bulamadım.”
“kaçmıştım?”
“ kimden?”
“ senden.”
Nasıl derdi ki damla ondan habersiz evlendirildiğini. Bir gece aniden atağına girip onu sonsuza kadar onu emir’den uzaklaştıran adamı nasıl söyleyebilirdi? Nasıl söyleyebilirdi oradan emir’e gönderdiği tüm mektupların ailesi tarafından yakıldığını. Nasıl söyleyebilirdi şu an iki kızı olduğunu. Nasıl söyleyebilirdi onu unutamadığını? Onun için kaçıp bir geceliğine geldiğini?
Emir dolan gözlerini kapamamaya dikkat ederek:
“ altı yıl boyunca herkesin ağzına baktım. Herkesin fısıldanmalarını dinledim sana ait bir adres, bir yer adı, bir selamı duyabilmek için. Ama yok. Hiçbir yerde yoktun, hiçbir yerde yoktun. Bizim yerimizde bekledim seni günlerce aynı saatimizde… Ama gelmedin hiç. Sonra bıraktım oraya gitmeyi geçen sene. Şimdi unuttum bizim yerimiz nerde. Korktum önceleri, sıkıldım.”
“ neyden?”
“ yaşamaktan, hayal kurmaktan… Sonra öğrendim onlarla beraber yaşamayı. Anılarımı kolumun altına tıkıştırıp savaşımı devam ettirdim. Seni omzuma atıp ilerlemeye devam ettim yolumdan.”
“ hastasın sen.”
“ hayır hayır. Delirmedim. Sadece dertleşiyorduk.”
“ hayır, o anlamda değil. Gerçekten hastasın sen. Neyin var?”
“ migren dedi doktorlar. Tanla ilaç alıyorum ama pek fayda etmiyor işte. her gece baş ağrılarıyla kıvranıyorum.”
“ ne zaman başladı bu ağrılar?”
“ sen gittikten sonra...”
“ ee?”
“ ancak sabahları uyuyabiliyorum. Gece yaşıyorum ben. Gördüğün gibi…
Ve kist varmış kafamda. Beyinden vücuda giden bazı iletilerin yolunu tıkıyor bazen. Vücut bazı fonksiyonları gerçekleştiremiyor. Mesela bazen işeyemiyorum. Beyin defalarca emir veriyor böbreğe. Bir süre ulaşamıyor bu emirler. Sonra bir emri yetişiyor işte.”
“ zor bir durum… Çok zor… Peki, hiç ameliyat olmayı düşündün mü?”
“ çok riskli. Masada kalabilirim.”
“ neyse. Benim kalkmam gerek.”
Nasıl söyleyebilirdi biraz daha kalırsa emir’den sonsuza kadar ayrılamayacağını. Nasıl söylerdi onu bekleyen bir hayatın olduğunu?
“ nereye gidiyorsun?” dedi emir hüzünle.
Damla gülümseyerek ona baktı. Göz kırptı:
“ bilmiyorum.”
“bilmemi istemiyorsun…”
“ eskisi gibi olmayacaksın değil mi? başıma bela olmayacaksın, değil mi? peşimden gelmeyeceksin değil mi?”
“ eskide kaldı o günler. Ergen Emir yok karşında. Gidebilirsin. Yâda kalabilirsin, sonsuza kadar beraber yaşayabiliriz.”
“ a şıkkı.”
“ kabul edilmiştir. Maalesef. Ama yine geleceksin değil mi? yine görebilecek miyim seni?”
“ bilmiyorum. Gelebilirim de. Belki de hiç gelmem.”
“ dur numaramı yazayım sana. Gelirsen ara beni. Buluşup dertleşelim.”
“ olmaz. Ben numaranı bulurum birinden merak etme. Üzülme sen.”
“ gelince kesin ara beni. Hiç olmadığım kadar muhtacım sana.”
“ belki. Hadi eyvallah.”
Ayağı kalktı damla. Sendeledi… Sandalyesine yığıldı yine.
“ damla sen içki içmişsin.”
Damla gülümsedi. Başparmağıyla işaret parmağını birbirine yaklaştırıp göz kırptı:
“ birazcık.”
“ sen içki içmezdin ama. İçenlerden nefret ederdin.”
“ sen de nefret ederdin. Ama bir gün evimizin önünde beş şie bira içmedin mi sabaha kadar.”
“ demek izlemişsin beni.”
“ eh. Eğlenceli bir filmdi.”
“ kalkabileceğine emin misin?” bırakabilirim seni gideceğin yere.”
“ yok, hayır. Hesabı verirsin değil mi? zaten çok bir şey ok. Birkaç kahve.”
“ tabi ki. Lafı mı olur?”
“ aferin. Hala centilmensin demek ki.”
“ biliyor musun?”
“ neyi? Dudaklarımı bir an olsun öpebilmek senin için en büyük hayaldi değil mi?”
“ ama öpemedim.” damla göz kırptı:
“ belki bir gün… Yaşlanırım ve dudaklarım buruşur.”
“ hala umutluyum. Bir gün öpeceğim o dudaklarını. Gözlerimden damlayan aşkım dudaklarına akacak.”
“ inşallah yapabilirsin bir gün. Ne diyeyim?”
Güldü. Ayağı kalktı. Kapıya doğru iki adım attı. Sonra düştü. Emir hemen koşup kaldırdı onu yardıma gelen komiye “gelme.” işareti yaptı
“ galiba haklısın. Yardıma ihtiyacım var şu an.”
“tabi. Ben nadiren yanılırım.”
“ hıı. Keyifler yerinde tabi. Sevdiğin kız kollarına yığılmış. Ukalalık diz boyu.”
“ peki peki. Hadi gidelim.” uzun süreden beri ilk defa gülümsüyordu emir.
Cebinden bir ellilik çıkardı ve masaya bıraktı. Beraber dışarı çıktılar. Taksi durağına geldiler.
“ hangi otelde kalıyorsun?”
“ ne oteli? Bu gece gidecek yerim ok. Annemlerin geldiğimden haberi yok. Sende kalabilir miyim?”
“olabilir.”
Damla gülümsedi. Yine göz kırptı Emire bakarak:
“ ama sevişmek yok.” emir güldü:
“ kusmak yok.”
İkisi de güldü. Altı yıl önce izledikleri bir filmden sözlerdi bu sözler.
“ sevişmek yok.”
“ kusmak yoook.”
Eve geldiler. Damla’yı yatak odasına götürdü. Oracıkta uyudu damla. Yatağın kenarına oturdu emir. Damlanın kulağına eğildi:
“ işte sevgilim. Sonunda başarıyorum. Dudaklarını öpüp gözyaşlarını bırakabileceğim dudak kıvrımlarına. Doktorlar çok geçmeden öleceğimi söylüyor. Kist fala büyümüş. Artık müdahale edilemez. Çok yakında, belki de arın acılar içinde kıvranarak öleceğim. Son bir isteğim vardı o da şimdi gerçekleşiyor.”
Ağlıyordu emir. Eğilip damla’nın dudağını öptü. Arzulu bir karşılık aldı…
Kalktı. Odadan dışarı çıkmak için kapıyı açtı. Sonra bir ses duydu:
“ ben daha uyumadım. Bir ninni söyle”
Döndü. Damla gözlerini sımsıkı kapıyordu ama gülümsemesini saklayamıyordu…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.