- 1029 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bayram Bilim : Sevdasi Devrimci yol
Bayram Bilim: Sevdası Devrimci Yol
I.
Burhan ve emine oğlu, 08.05 1962 duğumlu, Kadirli ilçesi, Bağ mahallesi.C:001/08, S. 84, K: 544 de nüfus kaydı olup halen adana Meydan mahellesi 840 sokak, No 11 de ikamet eder, bekar, okur yazar ve sabıkasız diyor 262 nolu sanık hakkında, Yasadışı THKP-C Devrimci Yol Örgütü Adana Grubu Sanıklarıyla İlgili Gerekçeli Hüküm kararında; ve şöyle devam ediyor:
“Yasadışı Devrimci yol örgütüne girmek, örgütün gayesi doğrultusunda değişik yer ve zamanlarda yazılama ve pullama yapmak, para toplamak, silahlı gösterilere katılmak, 29.08 1980 tarihinde Gaziantepliler lokantasının taranması eylemine iştirak etmekten TCK. Un 146/1 maddesi gereğince cezalandırılması KI.31’ de yer alan birleştirilen 1981/520 esas nolu dava dosyasındaki Adana Sıkıyönetim Askeri Savcılığının 17.08.1981 tarih, 1981/1117 esas, 1981/935 karar sayılı iddianamesinde istenmiş, askeri savcı esas hakkındaki mütalasında özetle:
“Sanığın yasadışı Devrimci yol örgütü içinde gerilla Bayram kot adıyla Ticaret Lisesi sorumlusu olarak yeralıp para topladığı, yazılama yaptığı,09.09.1981 tarihinde Saydam caddesinde yapılan ölüm ve yaralama ile sonuçlanan korsan gösteriye silahlı olarak iştirak ettiği, (...) bahisle eylemine uyan TCK. Nun 146/3, 173/3, 31, 33 maddeleri gereğince cezalandırılmasına, sanığın kendisine isnat edilen 20.08.1980 tarihinde Gaziantepliler lokantasının taranması eylemine iştirak etmek suçunu işlediğine dair delil elde edilemediğinden müsnet suçtan beraatine karar verilmesin, talep etmiştir(...)
“Sanık (...) 1979 yılının son aylarında Hürriyet mahallesinde bulunan Hasbey Kıraathanesine gelip gitmeye başladığı sırada Devrimci yol örgütünden Mahmut ile ve bilaharede Mahmut un tanıştırdığı Cabbar Gülşen ile tanıştığı, bu şahıslarla tanıştıktan, bunların etkisyle Devrimci Yol’ a sempati duymaya başladığını (...) sol görüşlü olduğunu, fakat herhangi bir örgüt ile ilişkisinin olmadığını (...) isnat edilen olayları kabul etmediğini belirtmiştir(...)
“Sanığın sabit kabul edilen eylemleri TCK.nun 14673 madde ve fıkrası içerisinde değerlendirilerek, kısa kararda belirtildiği şekilde cezalandırılması cihetine gidilmiştir, diyor Gerekçeli Hüküm Bayram Bilim hakkında”.
II.
„Bayram Bilim nerde kaldın?“ diye bağırıyordu kapı önünde duran üç gardiyandan biri olan kısa boylusu.
Kapı önü kalabalıkt. Kimi yerleri darbelerden zedeli gri demir kapı sonuna kadar açıktı. Kapı hiç bu kadar açık ve uzun süreli durmazdı. Gardiyanlar genellikle mazgaldan konuşur ve seslenirdi. Yemek karavanaları geldiğinde kapı sonuna kadar açılır, kavanalar kapı önüne kor konmaz kapı yine gürültüyle kapanır arkadan kilitlenirdi. Gardiyanlar bu kez rahattı, çekinmeden kapıyı sonuna kadar açmış bekliyorlardı. Bu beklemelere alışık olduklarından yüzlerinde farklı bir anlam yoktu. Ama yanlarında duran arkadaşların kimin yüzünde hüzün, umutsuzluk ve keder vardı, sadece dört arkadaşımıyın yüzünde ise heyecan ve tarifsiz bir mutluluk vardı. Koridorda da hummlaı bir hareketlilik vardı, koşturmaca orda da yaşanıyordu. Tahliyecileri koridorda toplayın diye ses gelince, kapıdaki kısa boylu zayıf gardiyan bir kez daha seslenme gereksinimi duydu.:
„Bayram Bilim... hele bakın şu adama firar mı etti?“
„Burdayım, geldim“ diye yanıt verdiğinde merdivenin ara dönemecindeydi Bayram Bilim.
„Biz de firar ettin sandık!“
Aslında çoktan hazırdı. Şimdi değil dün mahkemede, mahkeme başkanının kararları okurken ağzından duyduğu tahliyesinin demesinden buyana hazırdı, hepimizle vedalaşarak çekip gitmeye. Ama yasal süreç böyle işlemediği için tahliyeciler beklemek, bizimle birlikte tekrar cezaevine dönmek ve arkalarından cezaevi infaz müdürlüğüne gelecek olan tahliye yazısını beklemek zorundaydılar. Mahkemenin yazıp yollayacağı tahliye yazısıda tahliye edilmeleri için yetmiyordu, başka olaylardan dolayı haklarında açılmış dava olup olmadığı da araştırılıyor, başka tutuklamaları olmadığına kanaat getirilince tahliye ediliyorlardı.
Bizim koğuştan, yani C. 7 koğuşundan beş kişi tahliye oluyordu. Kapı önünde Kadir Demirer, Bülend Koçer, Gürhan Durmaz, Eyüp Donma ellerinde valizleriyle bekliyorlardı. Bayram Bilim‘ de yanlarına gelince gardiyanlar dışarı çıktı, tahliyecileri koridora çağırdı. Altı yıllık tutuklukluk hallerinin sona ermesine sayılı dakikalar vardı. Gerdek odasına gönderiliyorlar gibi bellerine vurarak koridora çıkardı arkadaşlar.
Kapı gürültüyle, acı acı gıcırdayarak kapandı. Sadece mazgal açık kalmıştı. İki arkadaş uzun süre mazgaladan olan biteni izledi, taki koridordaki hummalı hareketlilik dinene kadar.
Hüzünlenenlerden, derin kedere gömülenlerden, koyu umutsuzluğa batanlardan biride bendim; ve tahliyecilerden biride ben olmak istiyordum. Altı yıllık yargılanma süreci dün itibariyle bitmiş yeni bir sürece girmiştik idamlıklar, müebbetlikler ve geride kalanlar olarak. Bu yeni süreç bizlere neleri getirecekti? Yaşam bizlere ne gibi süprizler yapacaktı? Payımıza ne düşecekti?
Bu koyu hüzünle koğuşa çıktım. Ranzama uzanmak, herşeyden koparak derin bir uyku çekmek istedim. Hiçbirşey düşünmek istemiyordum. Sadece uyumak, kopmak istiyordum yaşamdan. Ranzama geldiğimde Bülend Koçer‘ in hatıra olarak bıraktığı kiremit renkli, kareli, ince siyah çizgili gömleği astığım yerde gördüm; Bayram Bilim‘ in bana bıraktığı kareli defteri ve tükenmez kalemi görünce elime aldım, boş sayfalarına dalğalandırarak baktım, tükenmez kalemle açık mavi kapağına adımı büyük harflerle yazdım; kaybolmasın, benim olduğu anlaşılsın diye.
Hatıra olarak başka birşey bırakamamıştı Bayram Bilim. Zaten fazla bırakacağı birşeyde yoktu. Giysilerinden yararlanacak bir kaç arkadaş vardı, onlarda ihtiyacımız yok demişti. Ayrıca ailesinin ekonomik durumu çok iyi olmadığından, çıkar çıkmaz giyim sorunu yaşamaması için yanında götürmesi istendi. Ama spor ayakkabısını ve şortunu kendisi gibi kısa ve kırkbir numara ayaklı bir arkadaş aldı. Bana da yazmayı –o sıralar yeni yeni yazma hevesi sarmıştı beni- sevdiğim için defteriyle, kalemini bırakmıştı, ben de sevinerek almıştım.
İçi boş kareli defteri diğer defterlerimin yanına, çantamın içine itinayla komak isterken siyasi savunmam yazılı defteri gördüm. Yavaşça alıp yatağıma uzandım, sayfaları tek tek çevirdim. Parşömene kendi el yazımla yazdığım otuz sayfalık savunmam yirmiüç sayfaya indiğini anımsadım.
Adana Devrimci Yol davasının karar aşamasına gelmiştik. İyi bir savunma hazırlamak istiyordum. Sadece kendimi değil aynı kaderi paylaştığım tüm arkadaşlarımıda savunan, bizi anlatan, ne için ve kime karşı mücadele verdiğimizi açık ve net olarak ortaya seren bir savunma olmalıydı. Olanaklarımız oldukça dardı. Elimizde hiç bir döküman yoktu, belgelerden yoksunduk. Tek meteryal dağarcıklarımızda kalan bilgilerdi; v eben sadece bu bilgilere başvurma şansına sahiptim. Arkadaşlara sohbet ediyor notlar alıyordum. Eyüp Donma‘ nın önerisini dikkate alarak Bayram Bilim‘ le konuştum, savunmamın yazımına yardımcı olmasını istedim. Severek kabul etmesi beni gereğinden fazla rahatlattı, huzurlandırdı. Bayram‘ ın teorik bilgisinden kuşkum yoktu. Muhteşem bir belleği vardı. Okuduğu herşeyi hemen beynine kaydediyordu. Bir şeyi iki kez okumazdı. Devrimci Yol dergisindeki yazıların hepsini anımsıyor, hanği yazı hanği sayıda çıktığını duraksamadan söyleyebiliyordu.
Akşamları bir araya geliyor yazıyorduk. Nelere değineceğimizi belirlemiştik. Cuntanın neden geldiğini mutlaka açmalıydık, katliamların neden yapıldığını anlatmalıydık, Direniş komitelerini kesinlikle es geçmemeliydik, Faşizme karşı mücadelenin suç teşkil etmediğini, Faşizme karşı mücadelenin bir insanlık görevi olduğunu altını çizerek açıklamalıydık. Yazdığımız sayfaları Tarsus Devrimci Yol davasından yargılanan Cebrail Köksal arkadaşa veriyor, oda kareli deftere elimde bir örneği kalsın diye yeniden yazıyordu; hiç üşenmeden, zorsunmadan bunu yapıyordu.
Bayram Bilim‘ in hafızası beni birkez daha şaşırtmıştı. İlk şaşırtması 78 yılında yaşadığımız Askıcılar (Devrimci Sol) ayrışmasında olmuştu. Halkevinde Askıcılarla teorik bir tartışma yapılacaktı. Askıcılar adına bizden ayrılan ve benimde çok sevdiğim, değer verdiğim, aynı okulda okuduğum, aynı mahallede yaşadığım, iyi ki tanıdım dediğim, Ziraat Fakültesinde bir kaza sonucu yitirdiğimiz yoldaşlarımızdan Cemal Aydın‘ ın abisi olan Rıza Aydım ve İstanbuldan Adanayı örgütlemeisi için gönderilen kişi konuşacaktı. Bizim adımıza ise Erhan Kaylı olacağını düşünüyorduk. Ama Erhan abi hepimize bir süpriz yaptı, Devrimci Yol adına Bayram konuşacak dedi. İlk itiraz Askıcılardan geldi. Rıza Aydın şiddetle karşı çıktı. Çıkış nedenini anlamakta hiç birimiz zorlanmadık. Küçümsüyordu. Bununda nedeni Bayramın bir dönem kendi altında sempatizan bir Devrimci Yolcu olmasıydı. Bayramın kattettiği mesafenin farkında değildi, tıpkı bizler gibi. Biz de o an kuşkuya düşmekten kendimizi alıkoyamadık. Ya yetersiy kalırsa, bocalar ve bizi rezil ederse…Ama yanında Erhan Kaylı‘ nın olacağını üşünerek kendimizi rahatlatmaya çalıştık.
Halkevi Atatürk Parkın içindeydi, Ziraat Mühendisler Odasına da yakındı. Piknik alanı gibi geniş bir bahçesi vardı. Halkevleri Başkanı Hasan Çiçek‘ in dönemin Adana Belediye Başkanı Selahattin Çolak la yaptığı görüşmeler ve ısrarlar sonucunda bu yer verilmişti. Beş masayı yan yana dizerek etrafında geniş bir halka oluşturduk. Katılım da çok iyiydi. Yüz elliye yakın kişi vardı. Konu Silahlı Probaganda, Öncü savaşı, Halk savaşı ve Direniş Komiteleriydi. Çünkü yoğunluklu olarak Devrimci Yolu burdan eleştirisi yapılıyordu, pasifizmle suçlanıyordu, Mahir Çayan‘ ın inkarına yöneldiğimiz söyeniyordu. Tartışma iki saate yakın sürdü. Bayran herkesi şaşırtan bir canlılıkla, dinamiklikle ve inandırıcılıkla Devrimci Yolu anlattı. Tartışmanın sonucunda Askıcılar ikna olmadıklarını söyleyerek ayrıdılarsada toplantıdan, bizler için çok ikna edici olmuştu. Bu tartışmada şunu çok net olarak bir kez daha gösterdi: „Tartışmalar ikna edici olmaktan çok uzak“.
Savunmayı yazarken Bayram‘ a, o günü anımsattığımda gururla tebessüm etti ama bu gururlanmasında kompleks yoktu.„Hakatten yaa, önce acaip heyecan vardı. İlk kez böyle bir tartışma yapacaktım. Hiç beklemiyordum. Erhan abi benim konuşacağımı söylediğinde nasıl şaşırdım. Beklemiyordum. Hazırda değildi. Her şey spontene gelişiyordu. İtirazda edemedim Erhan abiye. Doğaçlama doldım tartışmaya. Altından kalka bildim değil mi? „diyerek bana onaylatmak istedi ve ben de bu onayı içtenlikle verdim.
Savunmayı yazmamız ağır ağır ilerliyordu. Çok aceleyede gerek yoktu. Zamanımız vardı. Ciddiyetle ve dikkatlice yazılmasından yanaydım. Hızlı yazarak, ciddiyetsizce yaklaşarak telafisi olmayacak bir hataya düşmek istemiyordum. Yapacağım savunma içtenlikli ve inandırıcı olmalıydı. Neden devrimci olduğumu, neden devrimci mücadele içerisinde yer aldığımı, ne için mücadele verdiğimi, neye karşı savaştığımı, ne istediğimi, hanği yaşamı arzuladığımı, bugüne kadar neler yaptığımı çok iyi anlatmalıydım. Şunu iyi biliyordum: Yapacağım bu savunma mahkeme heyeti üzerinde çok tesirli olacağı kanaatini taşımıyordum, onları ikna edeceğini, beni haklı bulup, insancıl mücadelemi hümaniter görüp suçsuzluğuma tam kanaat getirip beratimi vereceklerine dair bir inancım yoktu, hiç yoktu. Yinede tarihe küçük bir not düşmek adına da olsa ve dinleyecek olanların akıllarına küçük küçükte olsa soru işaretleri bırakmak adınada olsa bu savunmamı ciddiye almalıydım. Bu yüzden yorulduğumuzu ve tıkandığımızı anladığım ve hissettiğin anda ya sigara molası veriyorduk yada uzun bir ara yapıp dinleniyor, hafızamızı toparlamaya çalışıyorduk. Yazmamızı engelleyen , hızımızı kesen, yazarken bizi epey yoran diğer bir etkense Mersin‘ in çok sıcak günler yaşıyor olması ve birde cezaevinin denize yakın olması, soluduğumuz havanın ağır iyot yüklü oluşu bizi fena halde yormasıydı.
İşkenceleri anlatma bölümüne gelince durduk. Durmayı, mola vermeyi ben istedim. Emniyette kaldığım süre içerisinde gördüğüm işkenceleri anlatmalı mıydım? Bayram gördüğüm işkenleri açık ve net olarak anlatmamı istemişti. Bense bu düşüncede değildim. Anlatarak o anları yeniden yaşamak istemiyordum, birinci nedeni bu idi; ikinci neden ise, mahkeme heyeti bunu çok iyi biliyordu, işkencenin ne için yapıldığını; faili mechulleri üzerimize yıkmakt ve sermaya sistemini haklılaştırmak için o güne kadar yaşanan herşeyin tek suçlusu olarak bizlerin gösterilmek istenmesiydi. İşkencenin çok kısa olarak geçmesinde karar kılmıştık Bayram‘ la.
En zorlandığım yerde burası oldu. Kendime engel olamıyordum. Tutamıyordum belleğimi, set çekemiyordum gerilere gitmeye. Bayram da benden farklı değildi. Oda çok işkencelerden geçtiği için benim fikrime çabuk katılmıştı. Bu işkence bölümü Bayram‘ la olan ortak anımıda anımsatmıştı. O ana kadar akıl edipte soramadığım bir anımdı bu. Bu anı fırsat bilip sordum; Acınacak halini gülerek, dalgaya alarak, içine espiriler katarak anlattı.
1979 yılının Ekim aylarıydı hafızan beni yanıltmıyorsa. İzzettin Ağca‘ nın da içinde olduğu bir ekip tarafından yakalanmış, Orduevinde sorguya alınmıştım. Bayram da yakalanmış yanımıza getirilmişti. Hücrede kaldığımız süre içerisinde biririmizi önceden tanıyor izlenimini vermemek için dikkatli davranıyor, samimi görünmemeye özen gösteriyorduk. Benim işkence faslım bitmişti. Koridorda başımda bir asker eşliğinde koşturuluyor, ara ara da olduğum yerde zıplatılıyordum. Bunu yapmalarının nedeni ayak altlarımızın şişmemesi ve kangrene çevirmemesiydi. Ben koşturulurken Bayram sorguya alındı. Zaman kaybetmek istemiyorlardı. Hücre konuşturulması gereken devrimcilerle doluydu. Bayram‘ ı yere yatırdılar. Bileklerine falaka ipini doladılar, ayak tabanlarını tavana diktler. Ayak tabanları kirden ve cop darbelerinden dolayı kararmıştı. Coplar inip inip kalktı. Bayram‘ ın çığlıkları koridorda yankılanıyor, kireç badanalı duvarlara çarpıp dağılıyordu. Atilla Yüzbaşı başındaydı. Tek söylediği ve tekrar ettiği şey „konuş“ kelimesiydi. Ayağa kaldırdılar. Zıplattılar. Atilla Yüzbaşı sabırsızlıktan tahammülsüzleşmişti. Bayram‘ ın boğazından yakalayarak duvara hızla yapıştırdı. Kafası duvara çarptı ama ayak tabanlarından gelen acıdan daha hafif geldiği için baş ağrısına tepki vermedi. Ama nefes almakta güçlük çekiyordu. „Konuşacak mısın lan ibne“ dedi. Bayram sadece hırıltılar çıkarabiliyordu. Sonra askerlere dönerek „indirin lan bunun pantolonunu, bunu ibne yapacam“ dedi ve askerlarin arasına savurdu. Beş askerin ortasına düşüverdi. Kartal burunlu Laz asker bir çırpıda üzerindeki kotu sıyırı verdi. Kemersiz ve donsuz olduğundan kot kalçasından aşağıya kayıverdi. Yüzbaşı şakınlık içerisindeydi gördüğü tablo karşısında. Şakınlığını gizlemedi: „Bu ne lan? Donsuz muş ibne. Giydirin lan şunun hemen pantolonunu. İbnenin kıllarıda bir metre“. Demek blöf yapmıştı Yüzbası Atilla. Tekrar falakaya yatırdılar, kaldırıp koşturdular, zıplattılar, yeniden ayaklarını tavana diktiler.
„Niye üzerinde don yoktu Bayram?“ diye soruyorum. Gülerek, ama hiç utanmadan, yanlış anlaşılma derdine düşmeden anlatıyor: Yakalanmadan önce ki gece eve gidememiştim, bir arkadaşın evinde kaldım. Bir odada dört kişi yatıyorduk. Arkadaşın nineside yandaki sedirde yatıyordu, küçük kardeşleride vardı. Ya beni gece şeytan azdırmış. Bir uyandım eteğim bataklık gibi. Sesizce kalkıp helaya gittim. Off donum batmış, eteğim batmış, yapış yapış. Neyse eteğimi yıkadım, donumun kuru tarafıyla eteğimi kuruttum azda olsa. Sen de dört ay ben diyeyim beş ay hiç vakit bulamadığım ve tabii ihmalkarlığımdan eteğimi temizlememiştim. Kesin beş santim vardı. Donu yeniden giyemedim. Cebime koydum, yerime gittim, geri yattım. Sabah evden çıkınca yoldaki çöp tenekesine attım donumu. Eve gidip don giymeye vakit bulamadım, yakalandım. Işte böyle“ dedi hikayesini bitirdi.
Son maçımızı tahliye olmadan iki saat önce yapmıştık. Ama herkes çok dikkatliydi bu kez. Kimse kimseye faul yapmıyordu. Gırgırı bol bir maç yapmıştık. Kazanan Bayramın takımı olmuştu. Ama güçlü bir takım kurmuştu. Eyüp Donma ve amatör kümede oymamış olan Kadir Demirer vardı. Benim takımda ise Gürhan Durmaz ve Bülen Koçer vardı. Gürhan‘ ın takımı Adanaspor o hafta yenidiği için acaip moralsizdi, Bülend‘ de ogün acaip çıtkırıldım edalarındaydı. Büyük bir farkla yenidik. Yenilginin verdiği üzüntü, tahliyenin verdiği neşeden daha baskın çıkamamıştı.
Muhittin Çoban
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.