- 745 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
kayısı ağacının üstü
1992 kışı, 10 yaşındayım. Sabah ayaza kesmiş, hava buz gibi, yüreğimde bir sıkıntı, annemin ağladığını duyuyorum; beni oturma odasına almıyorlar, yasak oda oldu benim için, ananem ne zaman geldi, neden bana sarılmadı ve ben neden ellerini öpmedim bilmiyorum. Küçük kardeşimi göremiyorum aslında hiçbir kardeşimi göremiyorum. Evde tanımadığım insanlar da var. Bir biblo ya da masa gibi kenarda duruyorum. İnsanlar yüz yüze gelmek istemiyor sanki, bana seslenmiyorlar ve ben de sesimi çıkartamıyorum.
Biri pijamalarımı çıkarttırmış, üzerimde ananemin yaptığı garip işlemeleri olan yün kazağım var, boğazlı olduğundan başımı eğdikçe kazağın tüyleri boğazımı kaşındırıyor, koyu vişne renginde kadife pantolonumu giymişim, ayaklarımda çorap yok, parmaklarım soğuktan hafif kızarmış, annem yalınayak dolaştığımı görse kızar biliyorum ama çorap almak için kalkamıyorum oturduğum ve kaybolduğum koltuktan.
Ne kadar bekledim bilemiyorum, teyzem çıkıveriyor oturma odasından gözlerindeki kızarıklığı görmeden önce açılan kapıdan annemi görüyorum etrafında bir sürü teyze, hepsi ona dönmüş bir şeyler söylüyor, annem oturmaktan ziyade çökmüş gibi duruyor, başörtüsü sadece başından aşağı bırakılmış; yüzünü çok net görüyorum ama gözlerini göremiyorum, tam gözyaşlarını keserken açılmış kapı ve gözlerini açamadan, ben onlara bakamadan kapı tekrar kapanıyor, teyzem çıktı odadan, bana bakıyor, sanki ağlamasına neden benmişim gibi beni görünce kızarmış gözleri tekrar gözyaşı dökmeye başlıyor, bir an için koyuverecek gibi geliyor kendini ama derin bir nefesle bununu çekiyor ve beni elimden tutup mutfağa götürüyor. İlk kez küçük ağabeyimi orada görüyorum, zorla oturtulduğu belli olan masada başını bir eğiyor bir kaldırıyor, kafası sabit durmuyor sanki ağzı yanmışta onun geçmesini bekliyor gibi hareketler yapıyor. Teyzem beni hemen yanındaki sandalyeye bırakıyor; kahvaltınızı hazırlayayım okula gidin, diyor. Ağabeyim “ben okula falan gitmem, babamı görmek istiyorum” diyor, benden sadece 2 yaş büyük ama o an farkın daha çok olduğunu, benden çok daha büyük olduğu anlıyorum ve anladığım bir şey daha var, babama bir şey olmuş. Teyzem arkasını dönüyor ve ezberden kahvaltılık bir şeyler hazırlamaya başlıyor, bunu fırsat bilip ağabeyime neler olduğunu soruyorum, cevap vermiyor. Kafasını çeviriyor, unutmayı seçtiği bir şeyi hatırlatmışım gibi ağlamaya başlıyor, onu daha öncede ağlarken görmüştüm ama böyle ağladığını ilk kez görüyorum, bu beni korkutuyor ve ben de ağlamaya başlıyorum ama korkumdan daha yüksek sesle ağlıyorum. Teyzem mecburen arkasını dönüp bizi teskin etmek zorunda kalıyor ama onun da ağladığını görünce, benim ağlamam herkesi bastırıyor öyle güçlü bağırıyorum ki gözlerim kapanıyor sonra beni kucakladığını hissediyorum, boynuna sarılıyorum hemen. Neler olduğunu anlamadığımdan ve daha önce büyüklerimi ağlarken görmediğimden korkum giderek büyüyor içimde, “ağlama teyze, ağlama teyze” diye aynı şeyleri tekrar ederken teyzem beni birisi elinden alacakmış gibi sıkıca sarılıyor, bu beni biraz sakinleştiriyor. Nefesim bana yetmiyor daha hızlı soluk almaya çalışıyorum ve hıçkırmaya başlıyorum, yaptıklarım yüzünden herkes susuyor beni daha da telaşlandırmak istemiyorlar sanki; kafamı çevirdiğimde büyük ağabeyimi görüyorum; onun da gözleri evdeki herkes gibi ve artık benim de öyle.
Bir şeyler yiyorum, ilginçtir çay bile demlenmiş, sofra o kadar doğal görünüyor ki bir an her şeyin yolunda olduğuna inanıyor gibi oluyorum. Tek farkla, bu bardak beni her zaman çay içtiğim özel bardağım değil, sanırım küçük kardeşimin bardağını vermişler “Teyze bu benim değil, benim ki nerde” diyorum, teyzem başımı okşuyor ve elini yanağıma kadar indirdikten sonra “bu seferlik bunla iç, senin ki yıkanmamış daha” diye geçiştiriyor beni, istemeye istemeye içiyorum çayımı ve kahvaltı bitiyor. Dikkat ettim iki ağabeyimde bir şey yememiş ama teyzem onlara bir şey demiyor. Aslında kimse konuşmuyor. Beni kaldırıyorlar sofradan, teyzem elimden tutup beni odama götürüyor, önlüğümü giyip okul için hazırlanmam söyleniyor, itiraz etmeden söyleneni yapıyorum. Nadiren annemsiz hazırlandığımdan bu sahne bana çok yabancı geliyor, önlüğün yakasını iliklemekte hayli zorlanıyorum aynaya baktığımda ise ters giydiğimi görüp çıkartıyorum tekrar ve yeniden bağlıyorum yakamı ama bu sefer doğru, çantamı sürükleye sürükleye vestiyerin oraya gidiyorum önce botlarımı sonra montumu giyiyorum, çantamı sırtıma almaya çalışırken içerden bir feryat yükseliyor, babamın adını duyuyorum, içime öyle derin, öyle acı bir korku yerleşiyor ki gözlerim hemen doluyor, ağlamaya başlamadan evden çıkmak için kapıya asılıyorum. Teyzem tam çıkarken yetişiyor, içerden kaçtığı belli oluyor, beni iki yanağımdan öpüyor ve okuldan almaya geleceğini söylüyor. Artık ağlamak normal, kimse kimseye neden ağladığını sormuyor, herkesin canı acıyor ve herkes babamın ismini zikrediyor, neler olduğunu düşünmeye fırsat bulamadan merdivenlerden koşa koşa iniyorum.
Dışarı ilk çıktığımda yüzüme soğuk hava çarpıyor ve temiz havayı soluğumda, ağlamam duruyor. Sokak kapısını açıp yürümeye başlıyorum, küçük adımlarım daha da küçülüyor, başım önde yere bakıyorum, Almanya’dan teyzemin getirdiği ayakkabılarımı ve onun önüne gelen küçük taşları görüyorum sadece. Bedenim beynime ihtiyaç duymaksızın yol almaya devam ediyor müstakil evlerin olduğu ara sokaklara giriyorum, kayısı ağaçlarının altından geçiyorum, başımı kaldırdığımda ağaçların üzerinde yaprak kalmadığını görüyorum ama başımı ağaçlar ya da yapraklar için değil, Allah’a bakmak için kaldırıyorum “ Allah’ım babama bir şey olmasın n’olur” diyorum ve bu onun için ettiğim ilk dua oluyor, böylesine içten böylesine kaygılı ve böylesine çabuk cevap beklediğim ilk dua.
Okula varıyorum, herkes kendi aleminde, her şey normal, tıpkı az önce oturduğum kahvaltı masası gibi burası da, bana her şey yolunda der gibi ama artık her şeyin yolunda olmadığını hissediyorum. Hava giderek aydınlanırken yüreğim giderek kararıyor.
Çocuklar sıraya girmiş bile, kollarını uzatarak hizaya girmeye çalışıyorlar, iç içe girmiş çocuk yumağı bir anda düzenli bir kalabalığa dönüyor, gayri ihtiyari koşmaya başlıyorum, ben koştukça sırtımdaki çanta daha çok sallanıyor, dengem bozluyor ama Andımız okunmadan sıraya yetişebiliyorum. Beyaz tenli, temiz yüzlü bir öğrenci çıkıyor, bağıra bağır ezberden Andımızı okumaya başlıyor, biz de tekrar etmeye. Bittiğinde sırayı bozmadan sınıflara girmeye başlıyoruz, öğretmenlerin görüş alanından çıkar çıkmaz sıra bozulmaya, öğrenciler bir birlerine çarpa çarpa koşmaya başlıyor, birkaç kişinin bana çarpıp koşmasını umursamadan ağır adımlarla sınıfa gidiyorum. Bana seslenen, bir şeyler soran çocukları umursamadan çantamı sırama bırakıp montumu askılığa asmaya çalışıyorum. Sırama döndüğümde sıra arkadaşım teneffüste karşı sınıfla maç yapacaklarını söylüyor, kayıtsız görünmeye çalışsam da topumuzun olup olmadığını soruyorum, karşı sınıftan birinin topu olduğunu, sınıfa girmeden önce oynadıklarını, topun çok sert olduğunu 10 kez dizinde sektirdiğini söylüyor arkadaşım, ben ona inanmadığımı ima ediyorum oda bildiği yeminleri sıralayıp, sınıftan bazı arkadaşlarımı şahit gösteriyor. O an her şey tekrar normale dönüyor. Arkadaşlarım, sıra arkadaşımın yalan söylediğini söylediklerinde belki de birkaç gün için son gülümsemem beliriyor yüzümde, bir laf karmaşası içindeyken, öğretmenimiz sınıfa giriyor, her zaman ki gibi heybetli ve şefkatli görünüyor. Hepimiz ayağa kalkıyoruz bize günaydın çocuklar, diyor biz de sağ ol, diyerek yanıtlıyoruz. Yoklama alınıyor, sıra bana geldiğinde burada diye cevap veriyorum, sesim giderek soluyor. Derse başladıktan yaklaşık 10 dakika sonra nöbetçi kapıyı çalıyor, herkes nöbetçiye bakarken nöbetçi adımı söyleyerek Müdür Bey’in odasına gelmem gerektiğini söylüyor. Kaşlarımı kaldırarak öğretmenime bakıyorum o da bana hayırdır der gibi bakıyor ve gitmemi işaret ediyor, kalkıyorum, tüm gözler sırtımda sınıfı terk ediyorum. Son sınıf olan nöbetçi öğrencinin arkasında koşar adım ilerlerken sesim çıkmıyor, bu sabah yeteri kadar garip olduğundan bunu da normal karşılıyorum o esnada Müdür Bey’in kapısına yaklaşıyoruz ve ben dayımı görüyorum. Endişeleniyorum, yaklaştığımda onun da gözleri kırmızı olduğunu fark ediyorum ama vücudunun geri kalanı kendini ele vermiyor. Müdür Bey de üzgün görünüyor, ben gelmeden sözlerini bitirmek istercesine sesleri azaltıp konuşmalarını kesiyorlar. Dayım bana hiçbir şey söylemeden omzumdan hafifçe çekip geri döndürüyor. Nöbetçi öğrenci koşarak önümüzden geçiyor ve geri dönüyor. Dayımla yalnız kalıyoruz, işte o an ilk kez bir yetişkine neler olduğunu soruyorum, Dayım beni duymazdan geliyor, tekrar sınıfın kapısına gidiyoruz nöbetçinin ellerinde benim çantam ve montum var. Dayım montumu öğrenciden alıyor ve bana giydiriyor, önümdeki fermuarı sonuna kadar çekiyor, boynumu sıktığından arkasını döner dönmez fermuarı geri indiriyorum. Çantamı bir eline beni bir eline alıp yürümeye başlıyor. İtiraz etmeden adımlarına yetişmeye çalışıyorum, kapıdan çıkıyoruz ve bizi bekleyen bir arabaya doğru yürüyoruz, arabanın egzozundan beyaz duman ve su çıkıyor, beni arkaya oturtuyorlar. Kendi aralarında benim anlamamam için gizlice bir şeyler konuşuyorlar. Ben dinlemiyormuş ve etrafı izliyormuş gibi yaparken onlara kulak kabartıyorum ama elime bir şey geçmeden eve ulaşıyoruz.
Yukarı çıktığımda kapının önünde daha fazla ayakkabı görüyorum. Onların arasına kendi ayakkabılarımı bırakıp etrafa bakıyorum, kırmızı gözlerin daha da çoğaldığını görüyorum. Teyzem geliyor bana doğru, yüzü o kadar üzgün görünüyor ki bu beni tekrar ağlama eşiğine getiriyor, bana sarılıyor, saçları yüzüme geliyor, kokusunu alıyorum anneme çok benziyor kokusu, yanaklarım ıslanıyor ama ben ağlamıyorum, teyzemin gözyaşları benim yanağımdan akmaya başlıyor, beni bir eliyle kucağında tutarken diğer elini yanağıma dayıyor ve gözlerime bakıyor, o an güçlü bir ağlama arzusu beni ele geçiriyor ve ağlamaya başlıyorum, bir yandan da teyze ağlama diye yeniden tekrar etmeye başlıyorum, ağlarken yanağındaki gözyaşlarını siliyorum, sanki gözlerinden çıkar çıkmaz onları silersem ağlaması duracak sanıyorum ama durmuyor. Beni taşımaya başlıyor ve yasak odanın önüne gelince beni diğer eline alarak kapıyı açıyor, odaya sırtım dönük olduğundan ilk önce kapının yanında oturan tanımadığım bazı yaşlı teyzeler görüyorum sonra odada kimin olduğunu hatırlıyor aniden arkamı dönüyorum, annemi ve onun herkesten çok kızarmış gözlerini görüyorum, hafifçe sallanırken kollarını açıyor bana,teyzem beni annemin kucağına bırakıyor, anneme sımsıkı sarılıyorum, sabahları annem çok güzel kokar, öyle güzel kokar ki huzur dersiniz bu kokuya, onu duyduğumda her şey yolundadır, güvendeyimdir ve endişelenmem gereken hiçbir şey yoktur bilirim. Kafamı kaldırmadan annemin göğsüne bastırıyorum kendimi, o kokudan ayrılmak istemiyorum, yazmasına da sinen o kokudan ayrılırsam her şey bozulacak biliyorum. Annem adımı söylüyor, birkaç kez daha söyleyince ben başımın sadece bir kısmını göğsünden kaldırarak ona bakıyorum. Gözlerimin ta içine bakıyor, “Oğlum baban öldü” diyor ben ölümden kaçabilecek gibi hızlıca başımı tekrar göğsüne gömüyorum ve oradan çıkmamak istercesine anneme sarılıyorum, beraber gözlerimizi kızartmaya devam ediyoruz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.