- 667 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kaçamak
Yatağa bıraktı kendini. Kollarını iki yana açarak… Orada tavanın bir yerinde küçücük bir çatlak vardı sanki. Açtığı o aralıktan gökyüzünü getiren…. Adam tavana aynen o çatlak varmış gibi bakıyordu. Sonsuzluğu küçücük bir köşesinden yakalamak istiyordu sanki.
Karısı az önce bulundukları o yerde kalmıştı hala. Bedeniyse adamın tam karşısında, bir aynada kendini seyretmekle meşgul, küpelerini çıkarıyordu. “Ayşin ne rüküştü bu gece…” dedi odaya girdiklerinden beri bol bol attığı o çıngıraklı kahkahalardan birini daha atarken… O kahkahalar adamı ısrarla sarsıp duran eller gibiydi. “Kendine gel!” diyorlardı. “O tavana bakmakla bulunduğun yerden kaçabileceğini mi sanıyorsun?”
O gürültülü yerde de bol kahkaha vardı. Ama her şey yerine göre farklı bir anlam kazanıyordu galiba. Mesela o kahkahalar oradayken, doğup büyüdüğü şehrin sokaklarında dolaşan biri kadar aşina oluyorlardı çevrelerine. Bu odadaysa öyle yabancılardı ki!.. Üstelik bununla da kalmıyor, kaç yıllık eşine de bulaştırıyorlardı bu yabancılığı.
Sonra bu alkol kokusu… Karısının hiç aşina olmadığı işveli halleri… Kollarına,ellerine tuhaf bir uyuşukluk gelmişti. Küpelerini, kolyesini yavaş yavaş çıkarırken üzerini değiştiren bir kadından çok dans eden bir kadına benziyordu. Çok ilginç bir danstı bu! Hem davetkar, hem de bir o kadar gizemli…
Karısı bu haliyle tıpkı arkadaşlarıyla bir iki tek atmak için bir yerlerde buluştuğunda rastladığı o kadınlara benziyordu. Tüm erkekleri bir kılan o bütünleyici bakışla, tam bir kadın gibi bakıyordu gözlerine. Kimlikleri, ayrımları yok eden o katmandan; içindeki o ilkel kadının gözlerinden...
Bir gece o kadınlardan biriyle birlikte olmuş, pişmanlığını hala duyduğu günah dolu saatler geçirmişti. Tıpkı karısının şu an aynadan yatağa, orada uzanan kendisine baktığı gibi bakıyordu o da. Bar taburesinde minicik eteğinden görünen çıplak bacakları kadar davetkar gözlerle... Karısını o kadına benzeten bir büyüydü sanki bu yoğun alkol kokusu. Kahvaltı masasında ekmeğe reçel sürüp oğluna uzatan o kadından çok uzaklara koyan onu... Yüzüne bar taburesindeki o kadını getiren...
“Ne güzel bir yermiş orası!“ dedi karısı, gece gittikleri mekanı kast ederek. Sesinde de aynen yüzündeki o işveli ifade vardı. O kaçamak gecesini hatırlatıyordu adama. Karısı bu haliyle o kadından bile güzel görünüyordu. Ve en az onun kadar yabancı... Ne zamandır ilk kez ona dokunmak için bu kadar büyük bir arzu duyuyordu. Sanki ilk kez değecekti tenine. Bedeninde, tanımadığı bir kadını keşfedercesine ürkek dolaşırken elleri, karısından çok kaçamak yaptığı bir kadına dokunurcasına kirlenmiş hissedecekti kendini. Her sabah yanağına meleksi bir öpücük kondurarak onu uyandıran o kadını deli gibi özleyerek...
Sabah kahvaltı sofrasına oturduklarında ve karısı yine çayları dolduran, çocuklarına reçel süren o kadın olduğunda, o günah dolu gecenin sabahındaki gibi muhtemelen bakamayacaktı ona yine, kaçırıp duracaktı gözlerini. Gazeteye uzanacaktı hemen. Şimdi önünde soyunan bu yabancı kadınla yaptığı kaçamağı yüzünde görmesin diye bir gazetenin ardına gizlenecekti.
YORUMLAR
Bu yazıyı okuduktan sonra şunu anladım.Bence bir insanda şiir yazma yeteneği olsa bile bence bu yetersiz kalıyor tek başına. İçerisinde onlarca romansı ifadeler ve muhteşem cümleler bulunan böylesine akıcı ve tatlı bir anlatım ile kısa denemeler yazabilmek şiirden öte bir hünerdir.Ne mutlu sana.Kıskanmadım dersem yalan olur.Ama tatlı bir kıskançlık.Sen şair olduğun kadar edebiyat alanında bütünüyle kendini ve düşüncelerini ifade edebilen birisin Sibel.Velhasıl-ı kelam, canı yürekten kutluyorum seni.HELAL OLSUN.