Hz. Enes’ten yapılan rivayete istinaden
Bir Dostun Anısına;
Bugün bir rüya gördüm.
Hayırdır inşallah:
Zümrit gibi yeşillikler içinde geniş bir alandaymışım. Orada o kadar çok çeşit çeşit çiçek varki; şimdiye kadar hiç görmediğim çiçekler ve renk cümbüşü, böcekler kelebekler sakin sakin akan dere, içinde nazlı nazlı yüzen balıklar ve su içilecek kadar temiz ve pırıl pırıl.
Etrafda ev gibi yapılar yok... Her taraf şefaf içerisi dışarısı gözüyor. Çok huzurlu bir ortam. Çiçek kokuları, genzimi gıcıklayor ve havaya bir ağırlık veriyor. Sıcak mı serin mi bilemiyorum. Ama bir huzur bir rahatlık bir rehavet var. Çiçeklerin kelebeklerle dansına, kuşların melodik cıvıltılarına dalıp gitmişken; koşarak bir sporcu delikanlı geldi...
-Hoşgeldin abi dedi. Bu yakışıklı genç kim falan diye düşünürken...
-Abi beni tanımadın mı?
Şüphe ile yüzüne bakarak, siması çok tanıdık, sesini birine benziyorum. Ama...
Şaşkın, şaşkın terdütlü: Sen ne yapıyorsun burada? Diyebildim.
Ama senin için öldü demişlerdi... Kalp krizi geçirmişsin...
Ayrıca senin bacakların, ayakların, senin ellerin, kolların... diye aklımdan geçiriyordum ki;
-Abi şakınlığını anladım. Sen beni oradaki görüntümle düşünüyorsun. Onlar orada kaldı. Bana bacaklarımı ayaklarımı geri verdiler...
-Dünyada olduğum sürece olması gereken kadar düzinelerce ayakkabım var.
-Az önce arkadaşlarla, halı sahada maç yapıyorduk senin geldiğini öğrendim seni görmeye geldim. Dedi.
Saçlarına ak düşmüştü, şimdi görüyorum ki aklarda gitmiş, uzatmışsın. Allah allah bıyıkların bile var.
-Abi burada bulunan bütün arkadaşlar, aynı yaştayız. Hiç yaşlı olmadığı gibi bizden daha gençte yok... dedi.
O saygılı, mahçup kaçamak bakışları çakmak çakmak ışıl ışıl ama hala aynı bakıyordu. Çok zinde sağlıklı gözüküyordu.
Neden bu kadar acele ettiğini, yarım kalmış planları olduğunu, onu sevenleri, arkadaşları dostları olduğunu söyledim...
Kendince haklı gerkçelerini peş peşe sıraladı:
-Ben anneme, bağımlı yaşadığım için beni ondan önce aldılar. Bu durumum ise dünyada sınama içinmiş, verilen rolün süresi dolmuş...
Yüzüme hüzünlü bir şekilde baktı: Çok güzel bir uslupla hatip kıvraklığında konuşuyordu.
-Herşey iyi güzeldi ama bacakları olmayan bir insanın, temel ihtiyaçlarını bile başkalarının yardımı ile yerine getirmesi, anlatılmaz bir acı veriyordu.
-Mesela okula gidemedim.
-Ben ayakkabılarımı giyerek eskitmedim.
-Hiç bir bayramda bana bir ayakkabı alınmadı.
-Genç oldum. Ama sevgilim olmadı. Kimseye Sevgilim diyemedim, ellerini tutamadım. Hiç bir dudak aşkla dudaklarıma değmedi. Yani hiç öpüşmedim. Kızların peşinden koşamadım. Arkadaşlar arasında erkekçe sohbetlerde aşklarımdan bahsedemedim.
-Baba olma ihtimalim bile sıfırdı. Oysa beni kabrime koyacak 25-30 yaşlarında çocuklarım olmalıydı.
-Kavga etmesini sevnen biri değilim ama gençliğimde de hiç kimseyle tekme, yumruk kavga edemedim.
-Mahallede arkadaşlarla maç yapamadım.
-Denizde yüzemedim. Sandalda kürek çekemedim.
-Akranlarım askere giderken ben askerliği düşünemedim bile.
-Tekerlekli sandalyem olmadan, yerimden bile kımıldayamadım.
-Top oynayamadım. Hep uzaktan seyrettim.
Dudağında mutlu bir tebesümle yüzüme bakarak:
-Benden tüm dostlara, selam söyle, kimse benim için üzülsün istemem. Biraz kısa, ani oldu ama bana verilen ömür ve rolüm bu kadarmış. Ben çok rahatım. Acılarım, ağrılarım yok. Mutluyum. Orada gerçekleştiremediğim herşeyi bir bir şimdi yaşıyorum.
Dedi...
Tatilden yeni gelmiş, dingin bir ruh hali içinde gözümü açtığım halde, gördüğüm güzelliklerin ve bir dostun memuniyeti zihnimde dolaşıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.