TOPRAKTAN KOPTUK
Bahçeli bir evde büyüyen şanslı kuşaktanım. İçinde çeşitli meyve ağaçları ve renk renk çiçekleri bulunan kocaman bir bahçemiz ve bahçemizde dolaşan çeşitli hayvanlarımız vardı ben büyürken. Evimizde kedim, bahçemizde köpeğim birlikte büyüdük. Bazı akşamlar duyduğumuz bir tıkırtının sahibinin bir kirpi olduğunu sevinçle gözlemlerdik. Komşunun bahçesinden koştura koştura gelip geçen tavuklar, horoz sesleri, annelerinin peşinde dolaşan civcivler. Bazen dere kenarında konuşlanan kurbağaların sürekli feryatları. Gece balkonda veya bahçede otururken dinlediğimiz ağustos böceklerinin sesi.
Çocukluğum tamamen doğal bir yaşam içinde geçti. Leylak kokusunu hala çok seviyorum. Baş döndüren kokusuyla ve rengiyle bahçemizin süsü idi. Ya renk renk açan yediveren gülleri. Ya da yapraklarından annemin reçel yaptığı mayıs gülleri. Kokusundan yanına yaklaşılmazdı. Ortancalar her bir çiçeği top gibi buradayım diyorlardı duvar kenarlarına dizilmiş. Balkon duvarlarında sıralanmış kırmızı ve ateş pembesi sardunyalar. Baharda yüzünü gösteren baygın kokulu sarı nergisler. Hatta çiçeklerin arasından bahçe toprağından kendiliklerinden fışkıran ve heryeri davetsiz misafir gibi saran kırmızı ve beyaz renkleriyle akşamsefaları. Daha ne bakmaya doyamadığım çeşitli renk renk kır çiçekleri. Kırlardan gelincikler toplardık biz, hatta güneşte bırakıp şurup bile yapardık. Baharı müjdeler gibi bembeyaz papatyalarla dolardı kırlar ve uzanır sereserpe yatardım aralarında. Akşam saatlerinde bahçeyi sulamakta gönüllü olurdum. Bütün gün güneşi yedikten sonra akşam serinliğinde sulanan bahçenin tadı ve suyu içen toprağın kokusu hala burnumda tüter. Yağmur yağarken dışarı çıkmayı bu yüzden seviyorum galiba. Toprağın ve çimenlerin sulandıktan sonra insanın içine bayan kokusunu duymak için özellikle yürüyorum ve ıslanıyorum. Doğayı içime çekmeyi seviyorum.
Meyveyi dalından yeme şansına sahip oldum. Bunlar hormonlu mu diye bir kaygımız hiç olmamıştı. Ağaca çıkıp kopartıp yediğimiz incirlerin tadını şimdi pazar tezgâhlarında bulamıyorum. Ya da can eriklerinin tadı şimdi hiç yok. Badem ağaçlarımız beyazlara bürünürdü her bahar, yazın dalından kopartıp yediğimiz malta eriğini hiç aramıyorum bile pazarlarda. Tezgahlarda görsem bile ben küçükken yediğim meyvelere hiç benzemiyorlar. Reçellerimizi dallarından kopartıp topladığı meyvelerden yapardı annem. Salatalarımız bahçeden topladığı yeşilliklerden yapılırdı akşam sofralarımızda. Zeytin ağacımızdan alıyorduk ham zeytinleri.
Gitgide topraktan koparıldık. Her yanımız betonla dolduruldu. Yapılan yeni yollar veya binalar kırlarımızı elimizden aldı. Şehirleşme adı altında betonla tanıştık, tanıştırıldık zorla. Daha fazla bina, daha fazla apartman diye diye ağaçlar da kesildi. Ne meyve ağaçları kaldı etrafta, ne altında oturduğumuz büyük ceviz ağaçları ne de kırlırda altında oyunlar oynayıp piknikler yaptığımız çamlar. Salıncaklar da kurulmaz oldu çocuklara artık.
Sonraları yediğimiz meyveler, sebzeler ve süt ürünleri gibi gıdalar giderek kimyasallarla dolmaya başladı. Topraktan kopmamızla sağlığımızın bozulmaya başlaması arasındaki bağlantıyı fark edemedik. Üreticiler, daha fazla para kazanmak uğruna üretti her ürüne hormon katmaya başladı. Denetimsiz ortamlarda ilaçlarla sebze ürettiler ve pazarlara gönderdiler. Bunları satın alıp sofralarında kullanan halkın, bilinçli ya da bilinçsiz olması bir şey değiştirmiyordu. Elinin altında bunlar vardı, onlar da bunları alıp kullanmaya mecburdular. Hatta çok da önemsemedik. Sağlığımız git gide bozuldu. Vücudumuzu beslerken zehirlendik. Kanserden insanlar birbiri ardına ölmeye başladı. Ya hormonlu gıdalardan, ya radyasyonlu bitkilerden ya da bilinçsizce kullanılan tarın ilaçlarının kalıntısından.
Giderek daha fazla çevre kirliliğine sebep olduk, çöp dağları yarattık. Bir yandan havayı kirlettik toplum olarak, ağaçlarımızı kestik, ormanlarımızda ağaç katliamları yaptık. Yüzyıllık ağaçları kesip yer açtık villa sitelere. Daha fazla ev yeri açmak için aç kurtlar gibi saldırdık ağaçlık alanlara, kırsal alanları birer birer tapuladık. Hatta yaktık içimiz acımadan. Halbuki onlarla birlikte bizler de yandık. Sularımızı kirlettik kimyasallı atık sularımızla. Denizlerimize girilmez oldu. Çocuklarımızı apartman dairelerine kapattık, hapsettik. Çiçeği sadece salondaki saksıda gördü çocuklar. Hayvanlardan korkar oldular, sevmediler onları. Birer egoist bireye dönüştürdük.
Son zamanlarda çevre bilincinin her geçen daha fazla konuşulduğuna şahit oluyorum. Birer birer doğa dernekleri kurulmaya başlandı. Bu acil konuya parmak basılmaya çalışılıyor. Bilinçli çalışmalar neticesinde daha fazla insan bu konuya eğilmeye başladı. Bu sevinçli bir gelişme aslında. İnsanlar bulamadığı vakitlerinde birazcık toprağı eline alsalar ne büyük bir kaybın olduğunu anlayacaklar belki. Halbuki toprakla uğraşan ve yetiştirmeye çalıştığı bir bitkinin büyümesini seyreden insanın ruhunun da yumuşayacağını sanıyorum. Belki daha insaflı nesiller yetiştiririz de kimbilir?
Şükran Demirtaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.