Yazmak istiyorum deliler gibi...
İçimden öylesine yazılar yazmak geçiyor, konusu olmayan, amaçsız, deliler gibi hem de tükenircesine yazmak istiyorum. Ama destansı hikayeler gibi uçsuz bucaksız dur durak bilmeden yazmak, sonu olmayan masallara inat devrik cümleler kurmak istiyorum.
Ama ne fayda, kafamın içinde dolaşan bütün kelimeler bir araya gelip sıralanmıyor bir türlü. Bir sıraya girip anlamlı cümleler kurmak mümkün olmuyor. Hep öyle kendi hallerinde, bir oraya bir buraya savrulup gidiyorlar.
Halbuki bir ucundan yakalasam birisini, bir başlasam gerici gelecek. Söylediklerimin bir anlamı olacak. Başıboş amaçsızca koşturup duran bozkır atlarına benzetiyorum dönüp duran cümleleri. Yakalanmıyorlar ki, yakalansa da bir türlü sakinleşemiyorlar.
Yazmak istiyorum hep, yazarken kendimi unutmak, unuttukça kaybolmak, kayboldukça haykırmak, nefessiz kalmak ve sonra kendimi yeniden bulmak istiyorum. Sözcüklerde seni bulmak, kelimelerimde seni yaşamak, seninle konuşmak istiyorum.
Yazmak hüzün demekmiş benim bünyemde, seni özlemekmiş, özledikçe istemekmiş, aramakmış satır aralarında biteviye, sorgulamakmış. Yazmak sen demekmiş, sevmekmiş, ölesiye korkarken hiç korkmamakmış. Yazmak yüreğimin söylediklerini zihnimden gelenlerle birleştirip bir tuval üzerine resim yapmakmış. Fırçası kalem olan, kelimeler de renkler olan bir resim yapmak ve karşısına geçip eserini seyretmekmiş.
Tükenircesine yazmak isterken ben ne yazacağımı bile bilemiyorum. Bir çarkın içinde dönüp duruyor gibiyim. Çarkın içinden kontrolsüzce çıkıp duvarlarda paramparça olmak pahasına bağlarımı koparıp kendimi atmak istiyorum. Çığlık çığlığa bağırsın istiyorum cümlelerim.
Oysaki ne kadar çok söyleyecek sözlerim var benim. Diyecek ne çok şey birikti yüreğimde. Elime kalem almaya ne çok nedenim var bilsen. Dilimin ucundakileri söylenmeyen cümleleri bir bir dökmek istiyorum elimdeki kağıda. Seninle konuşayım yazarken, seni düşüneyim, uyuyup uyanayım, arsızca tekrar tekrar sesleneyim istiyorum.
Bazı şeyler eskisi kadar canımı acıtmıyor artık. Zamanın her şeyin ilacı olduğu kanıksanmayacak bir gerçek. Ve ben her şeyi zamana bırakıyorum. Üzerine yeni kırgınlıklar döşeyerek hem de. Yeni kırgınlıklar kapanan sayfaları tekrar açtıkça, tarafsız bir gözle izlediğim yeni bir film gibi kendimi bir tarafa bırakıp bir yabancı gözle izliyorum.
İnsan hüzünlüyken söylediklerine hep hüzün bulaşır, kurduğu cümleler bozgun yemiş gibi olur ama yere sağlam basan ve kırık dökük cam parçalarına bulaşmış kelimelerle kurulur. Canını acıtır eline her aldığında, gözüne her battığında her sözcük. Kanatır içini, tekrarlarca tüter buğusu her hecenin.
Kapanır içine, kurşun işlemez ya bazen insan. Sadece içine dönerek kalemine söz geçirip kağıtlarla hasbıhal ederken bulursun kendini ya hani. Tek tek dilindekileri ve içinden geçenleri kağıtlara dökmek daha bir kolay gelir o zaman. Beni anlar mı acaba diye düşünmeden, rahatsız olmadan, duvarlara çarpıp kırılmadan, parçaların yerlere dökülmeden. Her bir harf bir duygu kılıfına girmiş olarak gelir ve kalemle kağıdın sevişmelerini izlersin.
Bütün noktalama işaretlerini gökyüzüne saçmak istiyorum şimdi. Sayfalarca yazarken seni, virgüllere ünlemlere düşman olmadan sadece noktayı kullanmak ve seninle noktalanmak istiyorum. Ve soru işaretlerini de hayatımdan çıkarıp atmak istiyorum.
Şükran Demirtaş
YORUMLAR
Yazılarınızı ve şiirlerinizi hayranlıkla okuyor ve takip ediyorum.Yüreğinizdeki duygu fırtınasının yoğunluğunda yüzümde acı bir tebessüm mutsuz yaşamımı sorgulurken, sonbahar mevsiminin dalından kopardığı sararmış,kurumuş yaprak misali duygularla sarsılıyor savruluyorum bilinmeze.Ruhumun derinliklerindeki beni, bana hatırlattığınız ve yaşattığınız için size çok teşekkür ederim.Ruhunuzun taşıdığı yağmur bulutlarından çiseleyen yağmur tanelerinde buluşan,çağlayan ve sel olup o yağmur gözlerde yüzen ruhum yazılarınızın ve şiirlerinizin tükenmemesini en içten samimi duygularla temenni eder sağlıklı yaşamlar dilerim.Saygılarımla.
Eğer dediler ... Hiç tahliye kapakları açılmasa da , silme dolsa ... Ve sonra bütün kapakları açılıverse birden ... Ya da bendini yıksa .Allah korusun !.. Ortada ne Suriye kalır , ne de Şam dediler ...
O muhteşem Atatürk Barajını gezerken ; latife yollu anlatıyordu oradaki ilgililer ... Peşinden şunu eklemeyi de ihmal etmiyorlardı gülerek ... İnsan da böyle ... Gönlü de böyle ... Hele bir de farkında ise ... Yani ; ince idrâkin , letafet ve zerafetin ehli , sevmeyi bilen bir gönülse bu ... Kısacası ; farkında olmak derdin ta kendisiymiş meğerse ...
Yazın efendim !.. Zaten o meltem yeli esince ; kalem de , koştukça nefesi açılan yarış atı gibi olurmuş ve zapt edilemezmiş bir türlü ... Kesilince de ... Ton ağırlığında künk ( balyoz ) olurmuş sanki , yerinden oynatamazmışsınız ...
Ruhumuza hamle yaptıran eserinizi tebrikler ediyorum efendim !..
En kalbi selam ve saygımla ... Öyle hoştu ki !..