Emzik Gibi Telefon!
İnan olsun ki boyuna bosuna bakmasam, yaşına başına aldırmasam ve seni m/adam kalıbında algılamasam ‘Emziği hiç ağzından düşmüyor! Bu bir bebek olmalı!’ deyiveririm.
Seninle nerede ve ne zaman karşılaşsak, hep aynısın. Telefon adeta kulağına yapışık halde ve sen konuşmaktan çok dinlemektesin. Arada bir kısık sesle ‘ Evet, tamam, dediğim gibi, az sonra orada olacağım, görüşürüz, …’
Bir yandan yürümeye devam ederken öte taraftan gözlerinle bazen yarım bazen de tam daire çizerek adeta kıpırdamadan ve nefes almadan etrafı tarassut etmektesin. Arabana yaklaştığında telefon yine kulağına yapışık halde!
Arabana binmeden hemen önce son bir kez başını kaldırarak havayı koklarken kepçe kulaklarını mobil anten gibi evirip çevirmektesin. İzlenmediğinden iyice emin olduğunda ise aniden gaza basarak ok gibi ileri fırlamaktasın!
Fırlamak fiilini kullanıverdim bir anda, sakın yanlış anlama, sonra üzülürüm. Sana ‘fırlama’ diyebilmek haddime mi düşmüş, ne mümkün!
Daire kapını hızla açıp dışarı fırlamaktasın; asansör durur durmaz içeri/dışarı fırlamaktasın; bina kapısından fırlamaktasın; arabanla aniden fırlamaktasın; kısaca ömrün fırlamakla geçmektedir!
Pek özel yaşantını bilemem elbet! Sanırım evinde eline her ne geçerse fırlatmaktasın çünkü üst kattan bazen tangır tungur sesler gelmekte! Kapı ve pencerelerin açılıp kapanması bile büyük gürültüye neden olmaktadır.
Ara sıra kap kacak, bardak çanak, şişe ve ampul şangırtılarına da sayende alışmadık değil hani! Apartman yavrusu binada bir gürültü, şangırtı, şıngırtı , … duyamayınca tuhafımıza gitmekte ve sana bir şey olduğunu düşünmekteyiz haliyle!
Okurlarım senin ne işle iştigal ettiğini merak etmişlerdir sanırım. Bir şiirimde seni kastederek ‘Sandukacı!’ diye hitap ettiğimde, bazıları seni ‘cenaze levazımatçısı’ zannetmişlerdi! Ne ilgisi var diyemeyeceğim zira işin gücün hep sandıklarla!
Evine sebzeyi meyveyi sepetle veya sandıkla, içinde ne olduğunu bilemediğimiz bazı eşyayı çantayla veya sandıkla, akşam karanlığında eve/evden yine sandıklarla taşıma yapmaktasın ki bu da ilginç değil mi?
Her yıl yapılan seçimde sandığa oy atılmakta ve yıllardır üç kişilik ekibin (Sen demirbaş misali hiç değişmezsin!) görevi uzatılmaktadır!
Üyelerin primleri, aidatları ve kesintileri hep sandıkta birikmekte ve sen de parasal konulardan sorumlu zat olarak sandığın içine girip çıkmakta ve sürekli paralarla oynamaktasın! Bu açıdan sana sandık+açı= sandıkaçı, özgün ses değişikliği düzenlemesi ile ‘sendikacı’ demek gerekir!
Osmanlıcada Sanduk= Sandık (Çoğulu sanadik) olup, ‘sanduka’ kelimesinin anlamına az irdeleyerek baktığımızda:
Sanduka: Türbelerde mezarların üzerine tahtadan sandık şeklinde yapılan ve üstüne yeşil çuha örtülen yerin adıdır. Kadın sandukaları düz olduğu halde, erkek sandukalarının baş tarafına bir ağaç konarak üzerine kavuk, taç, sikke gibi sağlığında giydikleri başlık konurdu. Açık mezarlıklarda sandukalar taştan yapılır, baş ve ayakuçlarına taş dikilerek baştakinin üzerine kitabe yazılırdı.
Sandukacı, affedersin, sendikacı! Bazen hepimizin dili sürçebilmektedir! Her şeye rağmen cep telefonunu tıpkı bir ‘emzik’ gibi kullanmayı sürdür, kardeşim! Sürdür ki seni her zaman çok meşgul, yoğun ve çevresi geniş bir büyük insan sansınlar!
Asansörde, koridorda, bahçede, yolda, sokakta, çarşıda, pazarda ve aklına neresi eserse oralarda emziksiz dolaşma sakın! Seni hep öyle görmeyi çoktan kanıksamış bulunmaktayız.
11.09.2012