KUTSAL MERTEBE
Tan yeri ağarırken, ufuktaki kızıllık aydınlığa dönüşüyor, dağlar mor renge bürünüyordu. Ellerinde roket atarlar, kalaşnikoflar bulunan on kadar terörist Yeşiller Karakolu nu karşı cepheden gören İkiztepe de pusuya yatmış, ellerindeki uzak mesafeli dürbünlerle karakolu izliyordu. Gözetleyiciler, karakolda kaç kişi bulunduğunu, nöbet değişim saatlerini, büyük bir sabırla not etmiş, en küçük ayrıntıyı bile gözden kaçırmamışlardı. Pusuya yatmış teröristler, Yeşiller Karakolu, sabah mahmurluğunu henüz üzerinden atmamışken, ani bir baskın yaptılar. Uzak mesafeden roket atarlar ve otomatik tüfeklerle karakolu yaylım ateşine tuttular. Duvarlarda, şiddetli patlamaların etkisiyle yer yer delikler açıldı. Etrafı büyük bir toz bulutu kapladı. Göz gözü görmüyor, otomatik tüfek sesleri ortalığı inletiyordu.
İlk şoku üzerlerinden atan askerler kendilerini siperlere attılar. Baskın yapan teröristlere hemen karşılık verdiler. Dağlardan atılan mermiler askerlerin üzerlerine yağmur gibi yağıyor, sipere yatmış askerlerin başının üzerinden vınlayarak geçiyordu.
Karakol, yarı yıkılmış duvarlarına isabet eden yüzlerce mermi ile delik deşik olmuştu. Bütün şiddetiyle devam eden çatışma, karşılıklı olarak yoğun bir şekilde saatlerce sürdü.
***
Yeşiller Karakolu’nun teröristler tarafından basıldığını, teröristlerin İkiztepe de konuşlandığını telsizle haber alan tim vakit kaybetmeden hemen olay mahalline intikal etti.
Tim tepenin eteklerine varmadan iki kola ayrıldı. Bir kol tepenin eteklerine avcı kolu şeklinde yayıldı, diğer kol tepeyi arkadan dolaşarak teröristleri çember içerisine aldı. Tepenin doruklarında bulunan teröristler an be an çemberin daraldığını, sonun yaklaşmakta olduğunu, Mehmetçiğin elinden kurtuluşun olmadığını anlamışlardı.
Karşılıklı silâh atışı bütün şiddetiyle devam ediyordu. Teröristler İkiztepe’ye hâkim oldukları için, askerlerin üzerlerine hiç durmadan ateş ediyor, Mehmetçiğin tepenin eteklerinden doruğa doğru ilerlemelerine engel oluyordu.
Tepenin uç kısmına mevzi alan bir terörist makineli tüfeği ile sürekli ateş ediyor, askerlerin uzandıkları siperlerinden biran başını uzatmalarına bile izin vermiyordu.
Gökhan’ın arkasına gizlendiği kayaya çınlayarak çarpan mermiler kayadan parçacıklar kopararak toprağa düşürüyordu.
Karşılıklı çatışma akşama kadar bütün şiddetiyle devam etti. Gökhan tepenin doruğundan sürekli ateş eden teröristin, silâhının bir anlık susmasından yararlanarak, gizlendiği kayanın arkasından dizlerinin üzerinde doğruldu. Nişan alarak tüfeğini ateşledi. Vınlayarak havada giden mermi teröristin tam başına isabet etti. Suratı kanlar içinde kalan terörist toprağın üzerine sere serpe uzandı. Elinde tuttuğu silahı kendisinden biraz ileriye yuvarlandı.
Terörist vurulunca o mevzide bir açıklık oluştu. İkiztepe kızıla boyanmıştı. Saatler ilerledikçe kızıl güneş, tepenin ardına doğru yavaş yavaş kayarak gözden kayboldu. İkiztepe üzerindeki kızıl elbiselerini çıkarmış, mor bir elbise giyinmişti.
Tepenin eteklerinde mevzide bekleyen Gökhan, biraz daha yukarılara çıkmak, bir an önce Mor Tepe’nin doruğunu ele geçirmek için killi toprağın üzerinde sürünerek yavaş yavaş ilerliyordu. Üstü başı toz içerisinde bir kaç metre ilerlemişti ki, yaylım ateşi tekrar başladı. Elinde tüfeği, yerde sürünerek mevzi değiştiren Gökhan’ın üzerine yağmur gibi mermi yağmaya başladı. Vınlayarak üzerine gelen mermiler yanı başına isabet ediyor, düştüğü yerde yumuşak toprağı havalandırıyordu. Mermilerden bir kaçı yerde sürünürken Gökhan’ın genç ve körpe vücuduna, sırtına, beline isabet etmişti. Gökhan’ın vücuduna isabet eden mermiler genç ve körpe vücuda girdiği yerde küçük izler bırakmış, içerde kaburgayı ve iç organları parçalayarak, vücudunun ön tarafında kocaman delik açarak dışarıya çıkmıştı. Parçalanan organlardan oluk gibi kan fışkırıyordu. Gökhan sevgilisinin ona emanet ettiği Z harfli kolyeyi boynunda asılı duran asker künyesinin zincirine takmıştı. Son nefesini verirken sol eliyle boynundaki zinciri kopardı. Zeynep’in kendisine emanet ettiği altından yapılma Z harfli kolyeyi kanlı avucunun içerisine aldı, sanki Sevgisinin yumuşak elini tutuyor gibiydi…
Olay mahalline takviye birlik ve helikopter kuvvetleri gönderildi. Gelen askeri kuvvetler tepeyi yerle bir etti. On terörist ölü olarak ele geçirildi. Karakola hüzün çökmüş, Yeşiller Karakolu baskınında sekiz Mehmetçik şehit olmuştu. Yıkılan Yeşiller Karakolu yardıma gelen askerler tarafından onarıldı. Saldırıya uğrayan Yeşiller Karakolunun semalarında Şanlı Türk bayrağı o günden sonra da dalgalanmaya devam etti.
Hüzünlü karakolun gür sesli Yusuf Astsubayı, odasındaki çevirmeli telefon ile şehit asker ailelerini tek tek arayarak bu hain saldırıyı haber veriyor, acısını karşı tarafa hissettirmemek için, gözyaşlarını içine akıtıyordu.
Gökhan’ın Samsun da ki evlerini de aradı. Telefona ablası çıktı. Komutan ağlamaklı bir ses tonuyla,
“Ben Yeşiller Karakolu komutanı Yusuf Astsubay. Oğlunuz Gökhan YILDIRIM teröristlerle giriştiğimiz çatışmada şehit düştü. Cenazesi memleketine gönderilecek. Siz ailesinin de katılacağı askeri bir törenle toprağa verilecektir. Hepimizin başı sağ olsun.”
Gökhan’ın ablasının boğazına sözcükler düğümlendi, komutana cevap veremedi. Fenalaşarak elindeki telefon ahizesini yere düşürdü. Gökhan’ın ve şehit ailelerinin evlerine ateş düşmüştü.
Gökhan’ın al bayrağa sarılı tabutu askerlerin omuzlarında Büyük Cami avlusuna getirildi.
Cenazeye katılan Samsun halkı caminin avlusuna sığmamış, Saâthane meydanına taşmış, yol trafiğe kapanmıştı.
Kalabalık insan seli hep bir ağızdan:
“Şehitler ölmez! Vatan bölünmez!” diye sloganlar atıyordu.
Törene katılan Samsun halkı, Gökhan’ın cenazesinde tekbir ve dualar okuyarak son görevini yerine getirmeye çalışıyordu.
Ön safta oğlunun al bayrağa sarılı tabutunu kucaklayan annesinin ağlamaktan göz pınarları kurumuştu. Annesinin feryadı tabutun başında bekleyen Mehmetçikleri bile ağlattı. Bitkin ve harap olmuş yaslı anne, daha önce Hak’ın rahmetine kavuşan eşine seslenerek,
“Kalk Mustafa’m kalk! Şehit oğlun yanına geliyor. Şehidini gururla karşıla! Orada O’na iyi bak!” diye feryat ediyordu.
Gökhan’ın kız kardeşleri güçlükle ayakta duruyor, birbirine yaslanarak hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı.
Gökhan’ın erkek kardeşi, abisinin kadim dostu Ahmet’ in kolunda zorlukla yürüyordu.
Ahmet, çocukluk arkadaşını kaybetmenin üzüntüsünü kalbinin ta derinliklerine gömüyor, gözünden yaşlar süzülüyordu.
Gökhan’ın biricik sevgilisi Zeynep, başına siyah bir eşarp bağlamış, ağlamaktan bitkin bir hâlde, yüzü gözü şişmiş, göz pınarları kurumuş, kollarına giren Sevgi abla ve kızının zoruyla güçlükle ayakta durabiliyor, yarı baygın bir hâlde çırpınıyor,
“Gökhan’ım beni bırakıp nerelere gittin!” diye feryat ediyordu...
Gökhan’ın ailesi çok sevdikleri oğullarının mezarını şehitliğe koydurmadılar. Gökhan’ın ruhu, ancak çok sevdiği babasının yanı başına gömülürse rahat eder, dediler. Mezarının başucuna da şanlı Türk bayrağını astılar.
Zeynep, sevgilisiyle birlikte olduğu zamanlarda, sevgilisinin yanında getirerek ona sevgi ile sunduğu kırmızı güllerden, hoş kokulu karanfillerden mezarına bolca dikti. Her hafta sonu mezarına giderek, kendi elleriyle diktiği çiçeklere sevgi ile saatlerce bakım yapıyor, Gökhan’ı kaybettiğini kabul edemiyordu.
Sevgilisinin okuduğu şehirden ona haber vermeden gelerek, kendisine sürpriz yaptığı gibi, mermer mezarların arasından bir gün çıkıp gelerek, kendisine yine sürpriz yapacağını düşlüyordu...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.