Hayat Böyle bir şey
Hayat Böyle bir şey
Hayat dediğimiz şey;
İyi ki sürekli.
Ölününce ölünmüyor.
Bir başka boyutta devam ediyor, biliyor, inanıyoruz.
Rahmetli hocam,
Kendi hocasının el yazması kitabını, dikte etmem için vermişti.Kitap emanetti.Varislerine iade edilecekti.Kendim için bir nüsha edinmemi istemişti.Defteri kebir boyutlarında,hani şu nüfus dairelerinde gördüğümüz cinsten.Tam sekiz yüz elli sayfaydı. Aylardır günlük ortalama sekiz saat çalışarak yazıyor, yazıyordum.
Osmanlıca ve Arapça karışık olarak yazılmıştı.Kendi kendime öğrendiğim Osmanlıca ve eski Türkçe ile yazdığımdan çok yavaş ilerliyordum.
Kitaptan öğrendiğim her bilgi beynimde devrimlere neden oluyordu. Birçok bilgi benim o günkü yaşımda aklen kabul edilmeyecek bilgilerdi.Hocama aşırı güvenmesem,bilgilerin bazılarına deli saçması derdim.O güne kadar ne bir kitaptan ne de başka bir kanaldan edinmediğim,duymadığım şeylerdi.
Allah ve kul kavramlarına çok başka bakış açılardan yaklaşıyor,her söylediğine kurandan ayetlerle deliller getiriyordu.Kul ile yaratıcı arasındaki birliğin bütünlüğün bu denli iç içe geçmişliği hayretimi artırıyor, halkın islamla,Kuranla ilgili bilgisinin ne kadar yüzeysel olduğunun hayretle farkına varıyordum.
Bir yandan bilgilenmenin mutluluğunu yaşıyor
diğer yandan insanlığın hakk bilgisinin yetersizliğine üzülüyordum.
Öte yandan kitabın yazarına hayranlığım hat safhaya ulaşıyordu. Sevgim ve saygım sınırsızdı.
Nasıl bir insan olduğunu merak ediyor,
keşke şahsen tanımış olsaydım diye hayıflanıyordum.
Türkiye’nin ve dünyanın kaderinde bu kadar etkin rol aldığı halde, adını kimse bilmiyordu. Şöhretli birisi değildi.
Hocam ve diğer üç talebesinden başka kimse onun büyüklüğü hakkında bilgi sahibi değildi.
Hocam rahmetli, o mübarek için,insanlığın asırlardır beklendiği düzenleyici olduğunu zannettiğini söylerdi.
Muhakkak olan bir şey varsa, o tarih boyunca gelmiş geçmiş en seçkin kullardan biriydi.
Yazdıkları ve yaptıkları bunun ispatıydı.
Kendisine olan sevgimin ,hayranlığımın,merakımın dayanılmaz olduğunu hissettiğim bir zamanda, rüyama girdi.
Hakkında hissettiğim duygu ve düşüncelerimin doğru olduğunu, gelecek hakkındaki beklentilerimin aynen gerçekleşeceğini söylüyordu.
Bağdaş kurup oturmuştu.
Sol yanında nurdan bir ayna vardı.
Bir metre çapında daire şeklindeki mirat-ı mücellanın içi, bilip bilmediğim,
matematik denklemleri ve hesaplarını içeriyordu.
-Haklısın evladım, dedi.
Bütün hesaplar o günler için yapılmıştır.
Uyandım.
İçim mutluluktan uçacakmışım gibi sevinç doluydu.
Mübareğin yüzü beynime kazınmıştı.
Bin yıldır ona bakarmışım da, o yüzden unutmam mümkün değilmiş sanki.
Bundan tam otuz üç yıl önceydi.
O yüz ,halen bakıp durduğum bir sima gibi gözümün önündedir.
Öğretmen olarak çalıştığım kasaba,hocamdan doksan kilometre uzakta idi.
Telefon denilen nimet o zamanlar bir hayal,ve kasaba en yakın işlek yola yetmiş kilometre mesafede.
Gördüğüm kişi gerçekten kitabın yazarı mıydı.? Ben bire bir gerçek (Dejavu) haberci bir rüya mı gördüm,yoksa bir şekilde yoruma muhtaç mı.?
Bu ve benzer onlarca soruyu öğrenmenin yolu hocamla buluşmaktan geçiyordu.
Meraktan çatlamamak için her zorluğu göze alıp hemen yola çıktım. Kamyondan başka aracın geçmediği köy yollarına düştüm.
Allah’ım beni dostuna ulaştır. Senin her şeye gücün yeter. Amin.
Tevekkülle çıktığım yolda oto stop yapacak bir kamyon çok geçmeden belirdi.
Şoför, ’’yarın çıkacağım yola bugünden gidiyorum.
Hocam; insan kendini bile tanımıyor. Nedenini bilemediğim, içimden bir ses; ‘’kalk; yolcu yolunda gerek, dedi. Irak ırak yollara tevekkülle direksiyon kırdım,gidiyorum.Annem arkamdan bağırıyor;oğlum hani bugün evde yatacaktın.’’
Bana da ikram ederek, bir sigara yaktı.Derin derin içine çekti:Başını iki yanına salladı.
İçine çektiği kadar şiddetle, üfledi ve yoluna devam etti.
Benim yüzümden dedim içimden,Allah benim için bu kulunu erken yollara düşürdü.
Eğer düşüncem doğruysa,ben yola niyet ettim diye, kulunu bana ram ettiysen,yarattığın mahlukat adedince teşekkür ederim rabbim.Onu sevindir,kazalardan,zararlardan koru.amin.
Sırlarla dolu ve yorucu bir yolculuğun sonunda,üç vasıta değiştirerek hocama ulaştım.
Durumu anlattım.Gülümsedi. Sevimli bir şekilde gözlerimin içine baktı ve ‘’aynen görmüşsün mübareği,’’dedi.
‘’O gördüğün yüz,efendi babanın ahir ömründeki yüzü.
Hacı Emin ağanda fotoğrafı var.,Git, ondan iste. Büyülttür. Çerçevelet. Seni sevmiş,’’dedi.
Oğlu hacı Eminden alıp baktığım fotoğraftaki yüz, gördüğüm, aradığım yüzdü.
Ömrüm boyunca tanıdığım biri gibi sıcak,sevimli,dost bir yüz.
’’Demek bu kadar net hakiki rüya görülebilirmiş,’’ dedim kendi kendime.
Ben bindokuzyüz yetmiş dörtte bu rüyayı görmüştüm. Fotoğraf bin dokuz yüz ellilerde çekilmişti.O mübarek zat,bin dokuz yüz elli altıda hakka yürümüştü.
Ölenlerin gerçekte ölmediğine, bundan daha bariz nasıl bir kanıt olabilir.
O kişiyi aynı sima ile görmüş olmam, başka türlü nasıl izah edilebilir.
Üstelik o günlerde hayal edip gerçekleşmesini beklediğim ve kendisinin;
‘’evet hesaplar ona göre yapıldı. Beklentilerin gerçek olacak’’ dediği her şey çoktan gerçekleşmişse.
Adım kadar emin olmam gerekmez mi?
Ne dersiniz?