- 792 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Biz Herşeyi Kendimiz Yapacağız...
“Biz her şeyi kendimiz yapacağız”
Masasından kalktı, geldi genç kız. Delikanlıya:
"Dans edelim mi?" diye sordu. Delikanlı:
"Ama bunda bir terslik var. Böyle olmamalıydı!" diye cevap verdi. "Sen yerine otur. Benim gelip seni dansa kaldırmam gerekiyor" dedi.
Genç kız masasına döndü. Delikanlı oturduğu yerden kalktı. Genç kızın masasına doğru yürüdü. Gözle görülür tedirginlik, ürkeklik vardı. Kızın önünde durdu.
"Benimle dans eder misin?" dedi.
Genç kız; saf, masum, duru bir gülümsemeyle: "Hıı hııı" dedi, "Evet" der gibi. Delikanlı elini uzattı, kızın oturduğu yerden kalkmasına yardım edercesine elini tutu ve kendine doğru çekti; Herkesin dans ettiği o alana, salonun ortasındaki oyun meydanına doğru yürüdüler. Birlikte dansa başladılar.
“Çok güzelsin” dedi delikanlı. Ürkek, sesi titreyerek!
“Biliyorum, bunu her zaman söylüyorsun” diye cevap verdi genç kız.
“Evet, ama seninle dans ederken ilk defa söylüyorum” dedi delikanlı. Kızın gözlerinin içine bakarak. Öyle ya. Bunca zaman hep kafeler de, pastaneler de, parklar da buluşmuşlardı. Herkesten gizli saklı! Bu düğün ikisinin de tanıdıkları olduğundan günlerdir birlikte dans etmenin hayalini kurmuşlar, planlar yapmışlar, konuşup anlaşmışlar, her şeyi göze almışlardı. Birlikte dans edeceklerdi.
İki genç 19 Mayıs gösterileri için, şehir stadyumundaki provalar da tanıştılar. O günden sonra da her fırsatta buluştular. Aslında fırsatları kendileri yarattı. Okul çıkışın da buluştular. Derse girmeyerek, okuldan kaçıp buluştular. Okulları şehrin çok farklı semtlerindeydi. Buluşacakları yere yürüyerek, koşarak, tüm engelleri aşarak geliyorlardı. Tek amaçları vardı. İki dakikalığına da olsa, el ele göz göze gelebilmek. Birde kimseye görünmemek! Her buluşmalarında delikanlı hep aynı şeyi söylerdi:
“Seni çok seviyorum Emel!”
“Bende seni çok seviyorum Necmi.”
“Çok özlüyorum, seni görmeden nefes alamıyorum sanki Emel.”
“Dersler geçmek bilmiyor Necmi. Sınıfta boğuluyorum. Hemen çıkıp koşarak buluşacağımız yere gelmek istiyorum.”
“Sabret. “Biz her şeyimizi kendimiz yapacağız” unutma. Düğünümüzü, evimizi, işimizi! Biliyorsun ailelerimizin bunları yapmaya imkânı yok. Bütün bunları biz yapmak zorundayız. Onun için, iyi bir okulu bitirmek zorundayız. Hiç ara vermeden. Emel, senin masada, yanında ki delikanlı kimdi?”
“Abim”
“Ne! Aman tanrım. Ne olacak şimdi?”
“Bilmem. Bir şey demez herhalde.”
“Ama bana çok kötü bakıyor. Dişlerini sıkıyor.”
Necmi’nin birden aklına geldi. Yine Emel’le buluşmak için okuldan kaçtığı bir gün, kızın abisi okula gelmiş. Necmi’nin arkadaşlarına “O çocuk kız kardeşimden uzak dursun. Yoksa karışmam fena olur” diyerek haber bırakmıştı. Şimdi burada bir tatsızlık çıkarır mı acaba?” diye düşünürken, Emel’in seslenmesiyle kendine geldi.
“Necmi, oturalım mı?”
“Evet. Oturalım.”
Necmi Emel’i masasına bırakırken, abisi dişlerini sıkıyor, “Seninle dışarıda görüşeceğiz” der gibi kafasını sallıyordu. Necmi geri döndü, kendi masasına gitti, yerine oturdu. Düşünceliydi. Canı sıkılıyordu. “İnşallah Emel’e bir şey yapmaz” diye düşündü. Düğün bitene kadar masadan hiç ayrılmadı. Abisi Emel’e kızıp ta “Rahatsızlık verir” diye düşünüyordu. Ama yapmadı. Düğün bitti. Salondakiler dağılmaya başladı. Necmi oturduğu yerden onların çıkmasını bekliyordu.
Nihayet masadan kalktılar. Çıkış kapısına doğru yürürken Emel’in abisi en arkada gidiyor, giderken de “Seninle dışarıda görüşecez” der gibi eliyle işaretler yapıyordu. Necmi onlar çıkana kadar bekledi. Salon neredeyse boşalacaktı. Dışarı çıkmak için Necmi’de kalktı, kapıya doğru yürüdü.
Kapının önüne çıktığında Emel’in abisini üç arkadaşıyla kendisini beklerken buldu. Necmi; Koşarak aksi istikamete doğru kaçmayı düşündü. Yapamazdı. “Bunu gider Emel’e anlatır, üstelik onunla dalga geçer” diye düşündü. Hiç telâşe etmeden yürüdü. Salonun sağ tarafındaki sokağa doğru giderken adımlarını hızlandırdı. Tam sokağa dönmüştü ki Emel’in abisi üç arkadaşıyla ona yetişip önünü kestiler. Abisi:
“Ulan it, ben okuluna kadar gelip sana “Kardeşimin etrafında dolaşmayacaksın” diye haber bırakmadım mı şerefsiz.”
“Bakın, benim kötü bir niyetim yok. Ben Emel’i seviyorum.”
“Hala konuşuyor ulan” der demez Necmi’nin karın boşluğuna bir yumruk vurdu. Arkadaşlarıyla Necmi’yi ortalarına alıp dövmeye başladılar. Necmi bir fırsatını bulup aralarından sıyrıldı. Koşarak kaçmaya başladı. Necmi kaçıyor onlar kovalıyordu. Necmi koşarak, ana caddeye çıkan, sol tarafa açılan sokağa girdi. Emel’in abisi ve arkadaşları peşinden bağırarak koşuyorlardı. Onun caddeye çıkan sokağa girdiğini görünce, arkasından alaycı bir sesle konuşarak peşinden koşmayı bıraktılar. Necmi ise arayı açtığını düşünerek seviniyor, daha hızlı koşuyordu. Caddeye yaklaştı. “Caddeye çıkarsam peşimden gelemezler” diye düşündü. Son bir gayretle daha da hızlandı. Oysa Emel’in abisi ve arkadaşları peşinde değillerdi. Kovalamayı bırakmışlar, salonun çıkış kapısına gelmişlerdi. Necmi ise daha hızlı koşarak neredeyse caddeye ulaşmıştı. Aynı anda dönüp arkasına bakmak istedi. Mesafeyi görmek istiyordu. Hem koşuyor hem de arkasına bakıyordu. Caddeye fırladığının farkında değildi. Acı bir fren sesi duyuldu. Caddede hızla giden aracın şoförü, sokaktan caddeye bakmadan koşarak fırlayıp gelen Necmi’ye çarpmadan duramadı. Necmi oyuncak bebek gibi havada birkaç takla attı. Hızla asfalta düştü ve çarpan otomobil onun üzerinden geçti. Hemen hastaneye kaldırdılar. Acildeki ilk müdahalede doktorlar bir şey yapamadılar. Necmi öldü. Aylarca dersten kaçarak parklarda buluştuğu sevgilisi Emel’in kollarında dans etti diye öldü. Sevda acı çekmek değil, uğrunda ölmekmiş. Sözünü doğrular gibi.
Emel ve abisinin bundan haberi olmadı.
Abisi, kız kardeşine sahip çıkmış olmanın verdiği gururla, omuzları yukarda, başı dik dolaştı. “Bir sefer sıkıştırdım, kardeşimi bir daha rahatsız etmiyor” diye konuşuyordu. Bu çirkin olayın, Necmi’nin hayatına mal olduğunu bilmeden. Bunu aylar sonra kız kardeşi Emel’den öğrenecekti.
Emel; Terk edilmiş olmanın verdiği üzüntüyle günlerce, aylarca ağladı. Kızdı, sinirlendi, ağlarken sevgilisi Necmi’ye küfür etti, beddualar etti. “Bizim hayallerimiz vardı. Bizi kimse ayıramayacaktı. Abimin gösterdiği ilk tepkide beni terk etti” diyordu.
Gizemli bir “Eylül” sabahıydı. Güneş bulutların arasına gizlenmiş. Hafiften esen rüzgâr, şehrin sokaklarında ağaçlardan düşen gazelleri sağa sola savuruyordu. Okulların ilk açıldığı gündü! Sokaklarda, caddelerde rüzgârın sürüklediği, sonbaharın rengine bürünmüş yapraklar, okula gelen öğrencileri alkışlar gibiydi.
Emel, ilk dersten sonra doğruca Necmi’nin okuluna gitti. Ona haddini bildirecekti. Bildirmeliydi. Bir genç kızın kalbini çalıp onunla oyun oynamak neymiş gösterecekti. Nefretle, içindeki kinle, kendi kendine konuşarak geçti sokakları. Okulun bahçe kapısından girer girmez Berkcan’ı gördü. Berkcan Necmi’nin en iyi arkadaşıydı. Kankasıydı. Hızla gitti Berkcan’ın yakasına yapıştı. Berkcan’la göz göze geldiler. Berkcan Emel’in gözlerindeki öfkeyi rahatlıkla okuyabiliyordu. Kin, öfke doluydu. Emel sesinin çıktığı kadar bağırdı;
“O beyinsiz nerde, bana hemen onu bul”
“Dur Emel sakin ol. Beni biraz dinle.”
“Hayır, kimseyi dinleyemem. Bana o hayvanı hemen bul.”
“Emel bir dakika şuraya oturalım. Sana anlatacaklarım var.”
“Hiçbir yere oturmuyorum Berkcan, yüzüne tükürüp, parçalamak için onu bana bul diyorum sana,” deyip Berkcan’ın tuttuğu yakasından sallıyordu.”
“Beni dinle Emel. Onunla konuşamasın artık. Çünkü Necmi öldü.”
Emel donup kaldı. Berkcan’ın yakasından tuttuğu elleri yavaş yavaş çözüldü. Emel düştü. Berkcan’ın ayaklarının dibine yığıldı kaldı. Berkcan sesi çıktığı kadar bağırıyordu.
“Emel, kendine gel Emel. Yardım edin. Yardım edin Emel bayıldı”
O sırada tesadüfen camdan dışarı bakmakta olan müdür yardımcısı Murat Bey, Emel’in bayıldığını görünce masasındaki kolonya şişesini kaptığı gibi koşarak Emel’in yanına geldi. Ama maalesef Emel’in durumu iyi değildi. 112 yi arayıp ambulans istediler. Berkcan Murat Beye kısaca Emel ile Necmi’yi, Necmi’nin nasıl öldüğünü anlattı. Ambulans geldi. Emel’i hemen hastaneye kaldırdılar. Murat Bey Emel’in çantasından okul kimliğini buldu. Okuluna ulaştı. Sonra da evine!
Emel, ambulansta giderken kendine geldi. Hastaneye, acile gittiklerinde Doktor “Ağır bir depresyon geçirdiğini! Birkaç saat hastanede kalmasının iyi olacağını” söyledi.
O anda Emel’in annesi babası geldi. Murat Bey onlara olayı anlattı.
“Büyük bir ihtimalle kızınız ölen Necmi’ye âşık. Öldüğünü yeni öğrendi şu anda ağır bir depresyon geçiriyor. Nolur bir şey sormayın. Üzerine gitmeyin.”
Murat Bey hastaneden ayrıldı. Okuluna gitti.
Anne ve babası Emel’i hastaneden alıp eve götürdüler. Çıkarken doktoru üç gün rapor yazdı. “Emel’in iyi bir klinik tedaviye ihtiyacı olduğunu” söyledi. “Bir çılgınlık yapabilir. Dikkat edin” dedi.
Emel, anne ve babasıyla eve gittiğinde kapıyı abisi Ercan açtı. Açar açmaz emel abisinin üzerine atladı.
“Hayvan onu sen öldürdün, senin yüzünden öldü. Seni parçalayacağım, öldüreceğim seni” der demez abisine vurmaya, üzerini yırtmaya, parçalamaya başladı. Gerçekten parçalayacaktı. İkisini zor ayırdılar.
Emel koşarak odasına girdi. Kapıyı kapatırken de “Beni rahat bırakın” diye bağırdı.
Annesi oğluna Necmi’nin nasıl öldüğünü anlattı.
Ercan “Aman Tanrım, olamaz” diyebildi sadece. Salona geçip, Emel’in odasında yalnız kalmasının ona iyi geleceğini konuştular. Abisi, düğün salonunda, düğünden sonra olanları annesine babasına anlattı. Necmi’nin de kendilerinden kaçarken caddeye fırlamış olabileceğini söyledi. Babası birden oturduğu yerden fırladı. Geldi oğluna bir tokat vurdu.
“Kardeşinin kiminle arkadaşlık yapacağı sana mı düştü hayvan!”
“Baba böyle olsun istemedim”
“Sus, konuşma. Her şeyi polise gidip anlatacaksın” onlar böyle tartışırken Emel’in oda kapısı açıldı. Emel odadan çıktı.
“Ben dışarı çıkıyorum, hava alacam” dedi.
“Peki kızım” dedi annesi “Kendine dikkat et.” Fakat Emel, doğruca terasa çıktı. Binanın çatısı yarım terastı. Emel’in dışarıya değil de terasa çıktığını Ercan fark etti. Emel buraya sık sık çıkardı. Ama bu defakinde farklılık vardı. Ercan bundan rahatsız oldu, annesine:
“Anne Emel terasa çıktı. İstersen sen bir bak” dedi. Annesi merdivenleri çıkarken terastan gelen büyük bir gürültü duydu.
“Ercan koş terastan sesler geliyor.”
Hepisi terasa koştular. Yarısı kapalı olan terasın çatıdaki ağaçlarına Emel bir ip bağlamış, eski bir sandalyenin üzerine çıkarak kendini asmak istemiş, sandalyeyi devirince ip kopmuş, Emel yere düşmüştü. Düştüğü sırada da devirdiği sandalye ye çarpmıştı. Duyulan gürültü buydu. Anne kızına sıkı sıkı sarıldı. Ağlıyordu.
“Kızım nolur yapma, sana bir şey olursa ben nasıl dayanırım.” Babası Ercan’a bağırıyor:
“Bütün bunlar hep senin yüzünden. Yediğin haltı beğeniyor musun, eşekoğlu eşek.”
Ercan daha fazla dayanamadı. Evden çıktığı gibi doğruca polise gidip her şeyi anlattı. Ercan, birinci derecede Necmi’nin ölümüne sebep olmaktan mahkemece tutuklanıp cezaevine sevk edildi. Ercan’ın arkadaşları, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Emel. Uzun bir tedavi sonrasında bir daha kendini öldürmeye kalkışmadı, ama okulu bıraktı. Suskun, durgun, konuşmayan bir Emel oldu. Öyle ki, yemeğini bile annesi hazırlayıp, hatırlatır oldu. Sadece ara sıra dalıp gidiyor. “Biz her şeyi kendimiz yapacağız” diye konuşuyor.