- 502 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
küçük eller
küçük bir çocuktum ben ..burnunu koluna süren oyundan oyuna koşturan açıkınca elindeki kuru ekmeği kemiren susayınca komşunun çeşmesinden içen eve saklambaç oynarken giren ..ağlarken gülen gülerken nefes almayı unutan ...beyaz perdeli kırmızı çiçekli kahve renkli karyolası ve halikarnas mavi duvarlı odası olan küçük bir çocuktum.. canım acıdığında gururundan belli etmeyen ağlamayıp inadına gülen geceleri içini çeke çeke gözyaşı döken minik bedendim. .korktuğunda kaçmayan kaçtığında korkusunu arkasına alıp limanına sığınan küçük bir gemiydim. .okyonusun derinliğindeki pembe balık olmak isteyen sonsuzluğa uçurtma gönderen küçük düşlerdim…büyümek isteyen ama büyüdüğünde küçükken sahip olduklarını kaybetmekten korkan ürkek bir çocuktum ben…oyuncaklardan dünya kuran bazen sıkılıp o oyuncaklar ülkesini yerle bir eden küçük yaramazdım…hayaller kurardım küçük ama büyüleyici gizemli ama sıradan olmayan peri masalları gibi..aslında kahramandım ben bir masalda ama ne prensestim ne prens ne köleydim ne bir soylu ne kötüydüm ne iyi.. küçük bir çocuktum çünkü ben.. kendi masalımda küçük bir kahramandım.. ve sonra bir sabah uyandığımda ilk önce ellerimi gördüm…büyüklerdi , sanki küçük ellerim kabuk değiştirmişti…heyecanla aynaya baktığımda tekrar korkup yorgana saklandım. Ama anladım ki ne kadar saklanırsam saklanayım yorgan elbet bir gün küçülecek.. sonra odamı gördüm Halikarnas mavisi kendini kum rengine dönüştürmüştü ,kırmızı çiçek yoktu ama karyolam ve perdem hala aynıydı.. başımı uzatıp camdan baktığımdaysa gördüm ki Arnavut kaldırımlar çıkmış yerini o karanlık asfalta bırakmıştı. İncir ağacı yapraklarını dökmüş meyve vermez olmuştu. Oyunlarımıza ortak olan direk paslanmış, kana kana suyunu içtiğimiz sokak çeşmesiyse kurumuştu. Büyüdüm diye bana mı küsmüşlerdi yoksa kaybolan küçük eller, tatlı kahkahalar, bitmek bilmeyen o sohbetler kayboldu diye miydi bu isyan? sonra bir ses duydum beni çağıran… arkamı döndüğümde hafif kırışık eller ve yorgun gözler gördüm. Evet Bu Annem di. Sonra zil çaldı kapıyı açtığımda bir adam vardı her zamanki belli belirsiz gülümsemesiyle bana bakan bilen gözleriyle bu babam olmalıydı…elinde sımsıkı kavradığı o eski kokulu ekmeği aldım mutfağa o hiç değişmemiş olan üzerinde meyve desenli örtü bulunan masaya bıraktım…her şey zıtlık içerisindeydi bazı şeyler benimle beraber kılıf değiştirmiş bazılarıysa yıllara meydan okurcasına direniyordu.. dışardan adımı haykıran bir ses duydum baktığımdaysa benim gibi kabuk değiştiren bir küçük el daha gördüm sadece gülümsemek geldi içimden .. beni bakkala çağırıyordu…gittim..kapıdan girdiğimde o değişmeyen kokuyu duydum bu oyunlarını bırakıp sadece sakız almak için gelen çocukların kokusuydu…bakkaldan paketi değişen içi değişmeyen o sakızdan aldım …neden bir türlü alışamıyordum kendime neden rüyalarımda küçük ellerimi görüyordum uyandığımda neden hep eskiyi görüp koklamak istiyordum.. bu sadece bir özlem olmamalıydı ya da bir sevgi….nefesimin yetmediğini düşünüp kendimi o büyük incir ağacının gövdesine yasladım başımın üstüne düşen yaprağı alıp baktım….insanın ölü hali gibiydi iskeleti kalan derisi içine çekilen bir kemik yığınıydı adeta…onu avuçlarımın içinde sıkıp haykırışlarını duydum bu sanki ölmek istemeyen benim gibi sadece eski bedenini isteyen birine aitti….gözlerimi kapadım her parçasını kendi parçalarımda görünür kıldım