ERDEM VE BİLGİ
Düşünürler 21 yüzyılın bilim bilgi yüzyılı olacağını, bilim bilgi
toplumlarının baş köşeyi tutacağını yıllar önce öngörmüşlerdi.
Gelişme, ilerlemenin ön koşulunun bu olacağını erken ayrımsayan
toplumlar, yüksek tempolu çabalar tüketerek önlerde en önlerde yer
tutma yarışına girişmişlerdir adeta... Yoğun çalışmalarının karşılığını
bilimsel teknolojik anlamda sınıf atlayarak görenlere, gezegendaş
toplumların boyun bükerek baktığına üzülerek tanık olmaktayız.
Tarih boyunca ışığın yükseldiği kutupta yer alan Türkiye,
potansiyel olarak yoğun olan bilgi-bilim değerlerini yüzlerce yıllık
statik süreç uykusundan uyanmadığı, uyandırılmadığı için gün yüzüne
çıkaramamıştır. Bu yükselişte haketmediği yerde bulunan ülkemizin
upuzun karanlık gecelerin tan yerine yakın zamanında bulunduğunu
görerek sevinelim.
Bu toplumlar; kabak çekirdeği, kuru pasta çay ortamında
“Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız”dan sonra bile ekrana
çakılı gözlerini üzüntü ve özlemle kapatıp uyusaydı; gününün önemli
bir yerine- “Önümüzdeki hafta oğlan kıza kavuşur belki”yi oturtsaydı;
saatler boyu -“feys’e takılıp sopet ediyorum”un dışında kültürel bilgisel
birikime katkı sağlayan sörflerden yoksun kalsaydı, çağın yükselen
değerlerini yükseklerde yaşayan toplumlar olamayacaklardı. Küçük
devler, bir elinde cımbız bir elinde ayna ile kapı komşusuna:- “Ayol
napim öğleden sonraları bir iki saat kestirmezsem her şeye acayip sinir
oluyorum o gün” tembelliğini üfürseydi, teknolojinin ağır sıkleti
olamayacak boynuna altın madalyayı takamayacaktı. Dedikodu
çekiştirmeye gömülse, kadınlı erkekli cümbür cemaat adliye meydan
savaşlarına katılsa, kutuplaşma, siz biz, cı cü çü nün doğurduğu
öfke, kin, nefret, düşmanlık, yaşamlarını domine etseydi, gökteki
yerin tepesine bayraklarını dikemeyecek, yıldızlı fötrleriyle alınlarını
gölgeleyip ense yapamayacaklardı. Bilgi ve teknolojinin ölçme ve
değerlendirmelerin ilk faktörü olması, ilerleme gelişme sağlaması
adaletli ve rahatsızlık vermeyen bir sonuç.
Ama keşke, düşünce adamları içinde bulunduğumuz yüzyılın
erdem ve bilim yüzyılı olacağını müjdeleselerdi. Ah keşke beden
gözümüzle sevgi merhamet cömertlik adalet gibi birinci sınıf
erdemlerin yaşamın ana unsurlarından olduğuna tanık
olabilseydik. Erdemsiz bilginin fink attığı kaba iklimde boy veren birey
ve toplumların ben merkezli bir yaşama tutsak olduklarını görmekteyiz.
Bilimsel ve teknolojik sürecin ortaya çıkardığı olanakları acımasızca
çıkar aracı olarak kullandıklarının azaplı tanıklarıyız. “Mutlulukta
sadece ben, sadece biz” felsefesini, kalple iletişimini tümüyle
kopararak yazan kafayı koparmak gerek ifadesi ağır olsada kalbin ince
hatırı için kullanalım.
Hücre hücre erdem ve bilgiyle donanmış, topluma kan terleyerek
hizmet ettiği günün akşamında kahvesini yudumlayarak Mozambik’li
dostuyla sohbet edecek geçmişin Erdem ve Bilgi dahilerinin çağdaş
versiyonlarının ayak seslerini duyuyorum.. Göğündeki
erdem, bilim güneşi ile ışıyan ısınan yerin, mutlu insanlarla dolu
“Muhteşem Yüzyıl”ına dokunabilecek kadar yakınız demek kehanet değil ki!
YORUMLAR
poetique
taşlarla dolu.İnşallah her şey çok daha iyi olacak.
Teşekkür ediyorum bu anlamlı yorumunuz için.
Çok keyif alarak okudum yazıyı.
Yoğun çalışmalarının karşılığını bilimsel teknolojik anlamda sınıf atlayarak görenlere, gezegendaş
toplumların boyun bükerek baktığına üzülerek tanık olmaktayız.
Tarih boyunca ışığın yükseldiği kutupta yer alan Türkiye, potansiyel olarak yoğun olan bilgi-bilim değerlerini yüzlerce yıllık statik süreç uykusundan uyanmadığı, uyandırılmadığı için gün yüzüne
çıkaramamıştır.
Bir hedefi gerçekleştirememekten daha kötü olanı herhalde gerçekleştirme kabiliyeti varken denememektir.
Bu toplumlar; kabak çekirdeği, kuru pasta çay ortamında“Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız”dan sonra bile ekrana çakılı gözlerini üzüntü ve özlemle kapatıp uyusaydı; gününün önemli bir yerine- “Önümüzdeki hafta oğlan kıza kavuşur belki”yi oturtsaydı; saatler boyu -“feys’e takılıp sopet ediyorum”un dışında kültürel bilgisel birikime katkı sağlayan sörflerden yoksun kalsaydı, çağın yükselen değerlerini yükseklerde yaşayan toplumlar olamayacaklardı.
Basit eğlencelere çabuk kapılıp mutlu olabilen bir toplumuz. Annelerimiz televizyonda dizi takibi yaparken, genç nesil onları beğenmiyor ve sanal ortamlarda takılıyor. Daha ilerlemiş neknolojilerin içinde daha da gerilere gidiyor. Biz, beynine yatırım yapmalısın diyen bir dönemde yetişmişken, bizden sonra ki gençler görünümlerine yatırım yapıyor. İnternette boy boy fotoğrafları, ordan burdan kopyalayıp yapıştırdıkları sözlerle birbirleriyle kaynaşıyorlar.
Öylesine içim yanıyor ki, bu gençler ya üniversitede okuyor ya da mezunlar. Pozlar, manken pozları, gittikleri mekanlara etiketlenip boş boş vakit öldürüyorlar. Hayatı, bedenleri, telefonları, gezdikleri mekanlar ve birbirlerine görsel şeylerle attıkları havadan ibaret sanıyorlar. Bu kadar resim neden yayınlıyorsunuz, bazı anlarınız size özel kalsın. Bu kadar neden ortalarda olmak istiyorsunuz, insanın gizli kalan anlarıdır değerli olan. Bir kitap okuyup, sonra onun üzerinde kafa yorun biraz da dediğimde gülüyorlar bana. Bu çocuklar hem çok zeki hem de çok çabuk öğreniyorlar. Öğreniyorlar ama fotoğraf makinesini nasıl daha iyi kullanıp, nasıl daha iyi fotoğraf çekebilirler onu öğreniyorlar. Çünkü görsel bir savaş var. Sen mi daha güzelsin ben mi. Ben mi daha pahallı yere giderim sen mi.
Sonuç, mutsuz bu internette çılgınca dolaşanlar. Elbette çok daha bilinçli olanlarını da görüyorum. Doğaya gidip sporunu yapan, beslenmesine dikkat eden, eğitiminin yanında dünya klasiklerini okuyan ve bundan zevk alan. Bunlarda var gördüğüm ama azınlıktalar.
Ama keşke, düşünce adamları içinde bulunduğumuz yüzyılın erdem ve bilim yüzyılı olacağını müjdeleselerdi. Ah keşke beden gözümüzle sevgi merhamet cömertlik adalet gibi birinci sınıf
erdemlerin yaşamın ana unsurlarından olduğuna tanık olabilseydik. Erdemsiz bilginin fink attığı kaba iklimde boy veren birey ve toplumların ben merkezli bir yaşama tutsak olduklarını görmekteyiz.Bilimsel ve teknolojik sürecin ortaya çıkardığı olanakları acımasızca
çıkar aracı olarak kullandıklarının azaplı tanıklarıyız. “Mutlulukta sadece ben, sadece biz” felsefesini, kalple iletişimini tümüyle kopararak yazan kafayı koparmak gerek ifadesi ağır olsada kalbin ince hatırı için kullanalım.
Yazarın da dediği gibi, keşke ama keşke sevgi, merhamet, cömertlik, adalet gibi erdemler kağıt üzerinde kalmasaydı da yaşama geçirebilseydik. Keşke böyle kavramlara gençler, gülerek bakmasaydı. Bu kavramları yaşayarak büyüyebilselerdi ve fast foot tatında yaşamasalardı. Mutlulukta, biz diyebilseydik ve bunun tadına doyasıya varsaydık da evimizde de mutluluğu yakalayabilseydik.
Yazı, mücevher değerinde ki kavramları sayfasına taşıyıp, çok güzel aktarmış. Çok beğendim ve ben de yazı ile düşünüp, bir yandan da paylaştım.
Saygılarımla.
hayal deniziii tarafından 9/11/2012 1:25:06 PM zamanında düzenlenmiştir.
hayal deniziii tarafından 9/11/2012 1:27:59 PM zamanında düzenlenmiştir.
poetique
yazmakdan bile zor bazen.
Zorluğa zahmete katlanarak yaptığınız bu anlamlı değerli yorum için size
çok teşekkür ediyorum.Aklınız,kalbiniz,,kaleminiz(klavyeniz:))eliniz dert
görmesin,hep esen kalsın.Allah'a emanetsiniz.
hayal deniziii
hayli bilgi birikimi ile yazılmış,sosyoloji ilminde ders dolu bilgi dolu bir yazı.
yazan kalemi tebrik ederim.ilgiyle okudum beğendim.
poetique
poetique
Okuyup yorum yaptıgınız için teşekkür ederim.Sağol varol!