- 786 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kağıtlar Dolusu - 1
Pencere kenarında yüzüme usul usul vuran rüzgar, eski anıları getiriyor sanki evime. Masada uçuşan kağıtlarım, notlarım, bir saniyeliğine umrumda olmuyor. Uçsa gitse uzaklara hiç üzülmeyecekmişim gibi. Bir an sıyrılıyorum bu rahatlıktan ne garip. Yağmur yağacak diyorum içimden, annemin kara bulutlara uzunca bakıp sıkı giyin demesi gibi. Mutfaktan kettlenin sesini duyuyorum, kahve iyi gelir diyorum. Arkadaşımın yeni yılda armağan ettiği büyük ve bir o kadar anlamlı fincana kahvemi alıyorum. İçimi ısıtıyor bu kasvetli havada. Notlarıma dönüyorum tekrar. Yazdığım roman denemelerine baştan göz gezdiriyorum. Apartman kapısının hızlıca çarpmasıyla sıçrıyorum yerimden. Öyle dalmışım ki... Evin kapısına yöneliyorum yavaşça. Yine ayyaş herif mi dadandı diye içimden söyleniveriyorum. Aşağı kattaki ev sahibimiz Madamın serzenişlerini duyuyorum. Ah, evet. Yine o ayyaş herif! İçip içip dadanıyor yan dairedeki komşuya. Ne hareketli bir apartman bu diyorum olabildiğince sesli. Sanki duysunlar, evet duysunlar diye bağırmak geliyor içimden. Madam Belle ile burada ev aradığım sıra tanışmıştık. Yardım etmişti Türk olduğumu öğrenince, e bir de öğrenciyiz hanım kızız. Alelacele döşemiştim evi. Komşularım; geceleri konsomatrislik yapan özünde çok duygusal, hayatın acımasız sillesini yemiş Nalan, içip içip apartmana dadanan ayyaş sevgilisi Süleyman, iyi aile çocuğu tıp öğrencisi Mert, bir de kendini çiçeklere adayan, çocuğu olmamış, yaşı geçmiş, 10 yıldır dul olan Neriman Hanım... İlk zamanlar alışamamıştım bu hareketliliğe. Gece vakti zorlanan kapılar, Nalan’ın çaresizlik dolu bağırışları, Madamın yarım Türkçeyle nedir bu gürültü yine diye hızlıca merdiven çıkışları, Süleyman’ın yakarım ulan burayı diye tasladığı içi boş erkeklik... Gece polis sirenleri, Süleyman’ı gece misafir etmeleri kendine gelince dışarı salmaları ve yine aynı hikaye... Nereden geldim buraya diye düşünmüyor değildim. Öğrenciyken... Sonra bir baktım ki alışıvermişim buraya. Buranın o tarzına, farklı kültürlerden gelmiş insanlara, şehrin bu başı boş hallerine, en çok da bu şehrin kalabalık yalnızlığına. Bir varsın bu şehirde bir yok. Bugün gördüğün insan yarın bir yabancı. Yıllardır aile içinde el bebek gül bebek yetişmiş, ailemsiz asla diyen ben buranın yalnızlığı içinde kendim oluvermiştim işte. Hayatı öğrenmek dedikleri buydu belki, kimbilir. Okul bitince burada yaşamaya devam etmek istemiştim. Bayramları ve özel günler hariç görmüyorum ailemin yüzünü. İş telaşı, yaptığım tercümanlıklar, yazdığım denemeler, yayınevi arayışlarım, bazen günlük ihtiyaçlarımı karşılayacak kadar kazancıma bile şükretmem, hepsi beni ben yapmıştı işte. Rahmetli dedemin o "hayatı öğreneceksin kızım" lafı cuk oturuyordu.
Yağmur yağıyor... Sigara paketine uzanıyor elim -kahretsin bitmek üzere-, son sigaramı doya doya çekiyorum içime ve yavaşça veriyorum soluğumu. Bitmesin istiyorum. Önceden dudak tiryakisi ben şimdi ciğerime ciğerime çekiyorum dumanı. Ne dertli olmuşum meğer birkaç sene içinde. İki kat daha yaşım ilerliyor her sene sanki. Bitmeseydi iyiydi be. Bu havada çıkamam şimdi, acaba çocuğu mu yollasam diye düşünüyorum. Kaldırıyorum eskilerden kalma telefonun -telsiz telefonlara inat- avizesini, Ali çıkıyor telefona. Ali bana bakkaldan bir paket sigara kap diyorum. Her zamankinden mi abla diyor. Her zamankinden ya... 5 dk geçmeden geliveriyor çocuk. Sırılsıklam... Sağ ol diyorum, eline sıkıştırıveriyorum fazladan verdiğim parayı. Üstü kalsın kendine bir şey alırsın diyorum. İlk defa benden bunu duyuyormuşçasına önce paraya, sonra bana bakıyor. Kaldı mı sahi böyle şeyler? Kalmış. Hadi oğlum ne duruyorsun deyince fırlıyor hemen. Sevgiliye kavuşmuşçasına içim sevinç doluyor elimdeki sigarayla. Bugünlüğü de çıkardık diyorum. Ekmek misali... Annem olsa içme şu zıkkımı kızım, nereden alıştın bilmiyorum ki der, isyan ederdi bana. "Nereden alıştım, kim alıştırdı hatırlamıyorum. Bir gün bir baktım tiryakiyim." Kim sorsa bu yalanı söylüyorum.
Bir anlık seyre dalıyorum evimi. Aile fotoğrafları, sergiden aldığım birkaç tablo, ulu orta bırakılmış kül tablaları, geceden kalma bira şişesi, abur cubur paketleri, 5 yıl öncesi moda olan koltuk takımı, annemin hediye aldığı -halısız ev olmaz diye- modern halılar, üzerinde bir yığın not olan çalışma masam, Dünya ve Türk klasikleri ve bir zamanın yasaklı kitapları olan büyük kitaplığım... Ne boş geliyor şimdi, sanki başka bir evrenden gelmiş ve bir sabah kendimi burada bulmuşum gibi yadırgayarak bakıyorum evime, eşyalarıma. İnsanlardan, olaylardan, belki de tüm dünyadan soyutlanarak yaşadığım eve bile yadırgayarak bakmak... ne garip! Gözüm takılıyor kitaplığıma. Cemal Süreya, Attila İlhan, Orhan Veli, Yılmaz Odabaşı, Can Yücel ve daha nicesi... Arada kaynamış bir defter çarpıyor gözüme. Gençlik aşkımın bir zamanlar hediye ettiği defter olmalı bu. Açıyorum, tanıdık birçok söz, tanıdığım birçok şair... Çekiyorum sigaramdan bir süre. Nefesime bulaşıyor nikotin ve aklıma düşüyor eski anılar. Nefesim olan adamın yerini bir sigara dolduruyor.
Ha, ben Esin. 27 yaşındayım. Yazıyorum, tercümanlık da yapıyorum. İstanbul’un göbeğinde rüzgarla beslenen genç kızım. Yarışmacı arkadaşlara başarılar diliyorum. Böyle mi derler bu durumda, bilemiyorum...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.