- 1064 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
İŞTE GELDİM GİDİYORUM 3
İŞTE GELDİM GİDİYORUM
Bölüm 3
Babasında hiç böyle bir ruh ve yüz hali görmemişti. Kendini net ifade eden bir adamdı aslında. Sevinçli anlarında kahkahalarla güler, şakalaşırdı. Hüzünlü anlarında sırtüstü yatar ve sadece tavanı izlerdi. Hatta bu yönüyle çocuk da babasına benzemişti sanki.
Oysa şimdi mutluydu ve dudaklarında bir tebessüm vardı. Tuhaf olan da; aynı anda o dudaklara endişe de hâkimdi. Çocuk sormaya cesaret edemedi hiç bir şeyi. Dedesi üstlendi bu görevi.
-Oğlum o zarfta bir haber var. Var da yüzünün bir yanı iyi haber der, diğer yanıysa kötü haber. Hep merakta kaldık.
Oturdu babası sedire. Sırtını dayadı kırlentlere. Derin bir nefes aldı, gülümsemeye çalıştı, zarfı eline aldı ve oğluna verdi.
Çocuk zarfı açmaya cesaret edemedi o an. Babasına bakmaktaydı. Korkuyordu aslında içten içe. Anladı babası…
-Oğlum hayırlı olsun. Girdiğin sınavı kazanmışsın. İlk kez başka yere yalnız gidecek ve tek başına yatılı okuyacaksın.
Çocuk çok sevindi. O an dedesi lafa girdi.
-iyi de üzülecek ne var? Hep beklediğimiz, istediğimiz bu değil miydi?
-Evet baba. İstediğimiz bu idi tabii. Bu haberi ailece bekledik hep.
-O halde üzülecek ne var?
-Anarşi baba, anarşi… Memleket kan gölü. Suçlu, suçsuz ayırt edilmiyor ki… Her yerde silah; kan davası sanki.
-Haklısın oğlum. Her taraf kan.
-Bir başka şey daha var ki; tam cehalet. Memleketimiz küçük. Kahvede otururken açtım zarfı. Öğrendi herkes. “Bu varlıkla çocuğunu yatılı okutmaya utanmıyor musun?” dediler bana. Çok zoruma gitti.
-Halt etmiş onlar! Kime ne? Oğlum, ilerde para pul bitebilir. Okumak gibi var mı? Bakma sen ellere.
-O önemli değil de, anarşiye canım sıkılıyor. Arkadaşımın iki oğlu var; gencecik ikisi de. Dün birbirlerine bıçak çektiler. Hem de öldüresiye. Biri ülkücü, biri devrimciymiş. Aynı evde bile düşmanlıklar başladı.
-Oğlum göreceksin bak. Ben ölürsem bunu unutma. Şimdi birbirini öldürenlerin hepsi kan davasına girmişler. Kiminin arkadaşı, kiminin dostu, kiminin kardeşi öldü. İlk başlarda öldürenler aslında ne o taraf, ne bu taraf. Öldürenler bu dünyanın başının belası olan dövletler. Hani bir söz var ya; “Şeytan kazığı oynatmış, seyre dalmış” derler. İşte tam da öyle…
Çocuk söze atıldı gülerek ve dedesini düzeltti yine.
-Dedem benim; dövlet değil, devlet.
-Oğlum biz dövlet öğrendik. Dövlet işte. Sen dövlet de.
Herkes güldü. Ama bu gülüş endişeleri yok etmeye yetmedi. Çocuk da kendince düşünmeye başladı. Neden kardeşine bıçak çeksindi ki? Neden insanlar birbirini öldürsün? Radyolardan sürekli ölüm haberleri geliyordu. Bombalar, molotof kokteylleri, silahlar. Molotof kokteylini de bilmiyordu. Ne idi ki? Babasına da bu üzüntüde soramadı. Okula gitmeyi ne de çok istiyordu aslında.
-Baba ben giderim, karışmam bir şeye ya! Sen korkma. Herkes kavga etsin; bana ne ki… Ben kavga görünce uzaklaşırım.
Babası güldü. Çocuk anladı ki, bu gülüşte çok şey var.
O gece rahat uyumadı aslında aile. Herkes bir başka açıdan düşünmekteydi. Ama aile bireylerinin ortak endişesi en fazla anarşi üzerine yoğunlaşmıştı.
Ertesi gün yüzler karmaşıktı. Çocuğu okumaya göndermekle göndermemek arası, düşüncelerde gizli çatışma başlamıştı bile. Komşular da duymuş; kimi hayırlı olsuna, kimi dedikodu malzemesine, kimi merak gidermek için gelmeye başlamışlardı bile.
Çocuk, kadınları rahat bırakmak için dışarı çıktı ve sokakta bir taşa oturdu. Aslında artık çocuk da denemezdi. Resmen bir delikanlıydı çünkü. Hem de gittikçe yakışıklı hale gelen bir delikanlı.
Taşa oturup düşünmeye başladı. Gitse, iyi bir okulda okuyacak ve hayatı kurtulacaktı. Gitmese buradaki okullardaki eğitimi kimse beğenmiyordu. Zor bir durumdu.
Bunları düşünürken, bir hareket hissetti yanında. Bir etek vardı yanında ve gözü önünde. Terlik giymiş büyük bir kız ayağıydı devamında… Hemen yanında durduğu için etek saçlarına değmeye başladı. O an içi bir tuhaf oldu. Bu ana dek hiç böyle bir duygu hissetmemişti. İçi kıpır kıpırdı ve nedenini bilemiyordu. Bu duyguyu diğer arkadaşları da yaşıyorlar mıydı acaba?
Kızın elini omzunda hissetti. O yöne başını çevirdiğinde, rüzgârın esintisi ile uçuşan eteğin altındaki bacakları da görünce tam bir duygu fırtınasına yakalandı. Kız omuzlarını iyice sıkmaya başlamıştı. Bir gören olsa bu çok ayıptı.
Kafasını kaldırıp kızı tanımak istedi; ama gözlerini rüzgârın yardımıyla hafifçe açılan bacaklardan da ayıramıyordu.
Kendini bir hamleyle o fırtınadan silkeledi ve kafasını yukarı doğru kaldırdı.
(Üçüncü bölümün sonu)
YORUMLAR
Turgay COŞKUN
Güzel yoruma çok teşekkürler.. Selamlar...
Turgay COŞKUN
Eteği giyeni yani...
Teşekkürler ziyarete ...
Selamlar...
Turgay COŞKUN
Çok çok teşekkür ediyorum...
Nice yazılara...
Saygılar...
80 lerde ne çok insanın canı yandı hocam, Allah o günleri bir daha yaşatmasın kimselere... on dört yaşlarında çocuk sayılırdık, şehrin bir tarafında .... cısınız, diğer tarafında ....sunuz siz, burada işiniz yok, bir daha görürsek kemiklerinizi kırarız derlerdi abiler bize....O zaman anladık ki her ikisi de bizlere zararlı durumlardı. Hep dışlanmamıza vesile oluyor, bazen de sebepsiz yere dayak yitorduk gençlerden...Meşhur "kemik kıran" komiserimiz vardı Antakya'da... Sinema salonlarını basar, saç, bıyık, pantolon, kolye vs. kontrolü yapar on-on beş kişiyi sinemadan döve döve çıkarır, bazen de nezarete atardı. Üç arkadaş yolda giderken bir gün bizi durdurup güzel bir copladıktan sonra onu hiç unutabilir miydik ki... Geceyarılarına kadar süren kurşun ve patlama sesleri duyulurdu... Yağ, ekmek, şeker, benzin kuyruklarında sabahladığımızı hiç unutamam... Komşumuz rahmetli İsmail Abi, saat başı "Bu evde silâh var!" demek için bir kurşun sıkardı havaya... Sopaların ucuna geçirilmiş uzun çivileri ve sallanan zincirleri ve nançukaları da o zaman görmüştük ilk olarak... Sonra elimize tutuşturulan silâhlarla şehrin çevre semtlerinde sabahlara kadar gelecek saldırıları önlemek için nöbet tuttururlardı bizlere...Zıt fraksiyonların savaş hazırlıkları, kör bir kurşunla vurulan geçlerin feryatları, bombalanan dükkanlar, iş yerleri... Parsellenen mahalleler, semtler... Evlere yapılan asker ve polis baskınları... Nobel ve dünya klasiklerine kadar varan kitap katliamları... Okuyan, düşünen beyinlere yönelmiş her türlü tehdit ve katliamlar... Rahmetli ağabeyimin bir köye kaçırılıp çuvallar içerisinde toprağa diri diri gömülen yüzlerce kitabı...
O günleri yaşatmasın Rabbim kimselere sayın hocam...
Nerelere vardık bir anda...
Kutlarım güzel yazınızı
Saygılarımla...
Turgay COŞKUN
Kesitin Antakya sayfasını yani...
Fakat ben şununla hep gurur duyarım. O yıllarda Maraş, Sivas, Yozgat vb. nice kentlerde Alevi - Sünni, Sağ - Sol, Ülkücü - Devrimci kavgaları onlarca, hatta yüzlerce canlar alırken; bizim Antakya'da, hatta Hatay'da, üstelik de her ırk, her mezhep, her dinden insan olmasına rağmen, diğer yerlere göre yok denecek kadar azdı olaylar. Bir kaç maceraperestin olaylarıydı.
ben hep bu güzel özelliğimizi severim Antakya'da. Tabii ki o yıllar bir kan davası hükmünde yıllardı. Devrimci kardeşin, ülkücü kardeşi vurduğu; Kuzenlerin görüş farkı nedeniyle birbirini yok ettiği yıllardı.
Ve beni en çok üzen de ne idi bilir misiniz? Bunu yaptıran, aynı silahla iki taraftan da insanları öldürtüp kan davası yarattıran sözüm ona iki süper güç, kandan beslenen vampirler gibi dudaklarını yalayarak ve büyük bir hazla izlerlerdi bu olayları...
Teşekkürler katkınıza.
Saygılar...
Devamını merakla okuyacağım, her bölüm farklı bır konu açılımına gidecek gibi...
Kutlarım
Saygı ve selamlarımla
Turgay COŞKUN
Her bölümde farklı bir açılım var...
İlginize çok teşekkür ediyorum..
Saygılar...
Bence de artık her gün yazında bende meraktan çatlamayayım lütfen:)
Dua ediyorum işleriniz kolaylansın da bol bol yazın ,
yorum yazmasamda mutlaka okuyorum, saygılarımla selamlar...
Turgay COŞKUN
Teşekkürler ilginize...
Selamlar...
O yıllarda hepimizin umutları,geleceği,yok edilmişti..hayal bile kuramıyordu insan..sevinmemiz gereken anlarda bile hep mutsuzluklar yaşadık..öyle çocukları okula göndermek,hele yatılı okula hiç de kolay değildi..bu gün bile o günleri anlatırken..yüreğimiz acıyla dolar..Ben mermilerin havada uçuştuğu bir olayın içinde bulmuştum kendimi ara sokakların birinde...peynircinin evine kaçanın nasıl yakalandığı,nasıl yere yatırılıp kelepçelendiği,o simsiyah iri gözlerindeki,umutsuzluk,çaresizlik ve korku
bu gün bile hiç silinmeden hafızamda kayıtlı kaldı..diğeri de dispansere doğru kaçmıştı..ona ne oldu bilmiyorum..zor yıllardı hem de çok...devamını bekliyorum...
Turgay COŞKUN
İşte şu anınız... Ölene kadar gözlerden gitmez. Öylesi iz bırakır ki...
Teşekkürler güzel yoruma...
Saygılar...
Zor bir dönece geldik hep birlikte. Çocuktum o yıllarda. İnsanların birbirinden korktuğu yıllardı o yıllar. Çocuk olsam da hafızamda güzel anıları yok. Annem ağabeyimin nüfus cüzdanını fark etmeden çamaşır makinasına atıp yıkamış, yazıları silinmiş... Gece eve arama yapmaya gelen askerler, ağabeyimi yazıları silik bu nüfus cüzdanı yüzünden alıp götürmek istemişti. Babam ve annem 17 yaşındaki ağabeyimin karakola götürülmesine rıza göstermemiş, zavallı anneciğim o kadar göz yaşı dökmüştü ki... Babam ve ağabeyim karakolda sabaha kadar bekletilmişti...
Ülkede kötü şeylerin olduğunun farkındaydık. Mahallemizin adı gazetelerde geçiyor, mahalle meydanına bombalı pankartlar asılıyordu. İndirilirken kolu kopan, gözü kör olan polislerden bahsediyordu gazeteler... Geceleri sürekli aramaya gelen askerler tarafından evimizin her köşesi aranıyordu. 15 yaşında ablam okulda "dağıtacaksın bunları" emriyle zorla eline tutuşturulan afişleri okul formasının içine saklayıp ağlayarak geliyordu eve... Bir süre ablam da ağabeyimde okula gidemedi. Aynı mahallenin gençleri, biri birini öldüresiye dövüyordu. Tüm bunlar korkunçtu doğrusu. İnsanlar ikiye bölünmüştü.
Sizinde dediğiniz gibi o yılların hala doğru dürüst bir analizi yapılamadı. Hatırlayınca bile irkiliyor insan. Toplumsal düzen içinde ciddi darbe ve yaralar alındı. Bu dönemlere rastlar insanların "güven" denen duyguyu terk edişi diye düşünüyorum hep.
Çocukluğumun gölgesinde kalarak nerelere gittim değil mi? Bir anda neler geliyor insanın aklına.
Öte yandan heyecanla bekliyorum neler olacak bakalım. Kuş kanadında özgürlük mü aşk? Yoksa ruhu özgür kılan bir esaret mi?
Tebrik ederim.
Turgay COŞKUN
İşte anlattıklarınız.. Her insanda bunun onlarcası anı var... O yılların yok olan, yok edilmek istenen gençliği...
Ama bana sorarsan... Hiç düşünmeden yaşamaktansa, yine de düşünerek yaşamak evla...
Yeni bölümü yayınladım. Bakalım beğenecek misin :)
Selamlar...
o dönemleri ben yaşamadım ama bizden büyüklerden çok dinledim. Bana masal gibi gelirdi anlatılanlar. Çocukluğumun hatıralarında siilik de olsa Deniz Gezmiş, Mahir Çayan' la ilgili anlatılanlar gezinir durur. Ve sırf bu yüzden çoğu genç okuma hakkını yitirdi. Ülke beş bin küsur evladını yitirdi bir hiç uğruna. Tebrik ederim hocam devamını bekliyorum.
Turgay COŞKUN
Şans; çünkü kan gölü idi.
Şanssızlık; çünkü düşünen insanlar o kadar çoktu ki...
Güzel yoruma teşekkürler...
Selamlar...
ikinci ve üçüncü bölümü aynı anda okudum
merakla devamını bekliyor olacağım hocam
paylaşıma teşekkürler
saygı ve hürmetler
Turgay COŞKUN
Sağol varol dostum...
Selamlar...
Babasında hiç böyle bir ruh ve yüz hali görmemişti. Kendini net ifade eden bir adamdı aslında. Sevinçli anlarında kahkahalarla güler, şakalaşırdı. Hüzünlü anlarında sırtüstü yatar ve sadece tavanı izlerdi. Hatta bu yönüyle çocuk da babasına benzemişti sanki.
Babayla içten içe bir gurur duyma seziyorum satırlarda. Herkes sever babasını da sanki bu çocuk ayrıca hayran da babasının kişiliğine. Akrabalık ilişkilerinde, sırf anne baba olduğu için değil de, onu kişiliği ve hayata karşı duruş biçiminden dolayı saygı ile karışık bir sevgi duyabiliyorsak çok şanslıyızdır diye düşünüyorum. Yazının başında bunu hissettim ve hüzünlü anlarda tavanı izleme konusunda ki benzerlik de gülümsetti beni.
Delikanlı, üniversite sınavlarında başarılı olmuş, baba çok sevinmiş ve yerleşmiş sevinç dudaklarına. Fakat evden uzakta yatılı okuyacak olması zaten her aile için zor bir durumdur, bir de günün koşulları eklenince babanın yüreğine oturmuş anlatılması zor bir hüzün. Anne belki de ağlar, dertleşir içinden çıkarıp paylaşır hüznünü. Baba olmak ne zor bir durumdur ki, aile adına dik durmak zorundadır.
Delikanlının ailenin taşıdığı endişeyi azaltabilmek adına, ben karışmam hiç bir şeye demesi ise en acısı olmuş. Baba duygularını saklamaya, oğlunun mutluluğuna gölge düşürmemeye çalışırken, çocuğun bir de babanın yükünü hafifletmek için telkin edici rol üstlenmesi inanılmaz dokunaklı bence. Erkenden olgunlaşmak, çılgınlık haklarından istifa etmek, ailenin huzuru için sorumluluk almak hiç de kolay değildir o yaşlarda.
Babası güldü. Çocuk anladı ki, bu gülüşte çok şey var.
Babası da delikanlı olmuştu ve içinde bulunulan karmaşada herşeyin dışında kalabilmek çok zordu. Babası güldü çünkü, oğlu için çetin bir sınav başlıyordu. Elbette çok düşünmüştü bu sınava oğlunu gönderip göndermemekte. Ya dizinin dibinde yetişecekti oğlu daha güvenli bir biçimde, ya da bu zorlu süreci aşıp, güçlü bir birey olma yolunda ilerleyecekti. Belli ki güçlü bir karakterdi baba ve oğlunun bireyselliğine de saygısı vardı, çok şanslıydı delikanlı bence. Kaçmak çözüm olmaz çoğunlukla, mücadeleyi göz alanlar ancak kendini gerçekleştirebilir.
Evet bu kadar çetin bir dönemden geçerken delikanlı, belki de ilk aşkın renkleriyle kafası hemen dağıldı. Hangisi daha çok yoracaktı bilmiyorum, zorlaştırılmış bir öğrencilik mi yoksa aşkın kapısında hüzün harfleriyle tanışmak mı. İkisi de zor olacak belki ama ikisi de gelişimine delikanlının sonsuz faydalar sağlayacaktır.
Zorlu süreçlerden geçen kişiler, son derece güçlü karakterler geliştirir. Kitapların en inanılmaz karakterleri, hayatın içinde çok fazla sıkıntı çekip bunu olumluya çevirebilmiş olanlarıdır. En zengin ve şanslı insanlar da onlardır bence.
Yazının devamını bekleyeceğim. Saygılarımla.
Turgay COŞKUN
Olayın psikolojik analizini çok iyi yapmışsınız. ben de öykülerimde genel olarak kişiliklerin psikolojik çatışmalarını ön plana çıkarmaya çabalarım... Bu seriyi roman havasına büründürmemek için daha az analizler yapıyorum.. Bu öyküden sonra yayınına başlayacağım bir öykü var. 16 saatlik bir olay yaklaşık 30 bölüm civarı oluyor. O öyküde tam olarak analizlerim var...
Bu bölümün sonucunda o yıllarda teröre anarşi dendiğini fark etmişsinizdir. İşte o anarşinin okuma yıllarına olan etkisini hafif irdeleyeceğim.
Bir de belirtmemiştim yazıda; ama çocuk lise muadili bir okula yatılı gidiyor.
Kız ya da aşk... İşte o konuyu özellikle sona bıraktım ki biraz merak uyandırsın istedim...
Teşekkürler... saygılar...
hayal deniziii
Eeee yazar belirtmezse tabi okulun dönemini, okuyucu hayal kurar kafasına göre. Ben, kafama göre yeniden yazdım öyküyü:)
Evet, aşk olmasını belki de ben uygun gördüm. Karşı cinsle ilk tanışma ille de aşk olmaz belki de, ben daha romantik hava estirmek istedim nedense. Ya da edebi bil dil kullanmak istemiş de olabilirim. Siz bana kulak asmayın, ben hayatın içinde de nasıl görmek istersem öyle görürüm. Bakalım nasıl olsa satırlara döküldüğünde göreceğiz.
Turgay COŞKUN
Sanırım iş yoğunluğuma göre artık günlük yazmam gerekecek...
Saygılar..
Hayatın içinden yaşanmışlıkları anlatırken yatıla okula giderken ki duygularım ve okuldaki son yılımızın siyaset yüzünden çektiğimiz sıkıntılar, okul bitince doğu Tunceli' nin en ücra köyüne atamamın yapılması teröre orada ki zor günlerime kadar uzandım...gencin ve ailesinin duygularını o kadar iyi anladım ki haklılar...
okurken anılara yolculuk yaptıran akıcı dizelerinizi kutluyorum saygılarımla.
Turgay COŞKUN
Sizi sayfamda görmekten mutlu oldum...
Değerli yorumlarınız için çok çok teşekkürler...
Saygılar...
En anlam veremediğim ayrımcılıklardan biri, insanların hayallerine böyle engel olmuş zamanında. Çevremden de bir iki aynı tip örneği duymuşluğum var. Yaşım itibariyle o günleri bilmiyorum; ancak güzel yıllar olmadığı kesin.
Geçen öyküde zarfı merak ederken, bu sefer kızı merak ediyorum. Bakalım neler olacak.
Yazmaya devam.
Saygılar...
Turgay COŞKUN
Bakalım sonraki bölüm ne olacak?
Teşekkürler güzel yoruma..
Selamlar..
:))
annem aklıma geldi..70lerdeki 80lerdeki sol-sağ davasından,darbelerden öyle korkmuş olmalı ki,üniversiteye başladığımda bana telefonda hergün aynı şeyi öğütlüyordu:
amman ha kızım,sakın öyle siyasi şeylere,yok şuculara buculara karışma:))
canım annem benim,ben okulu bitirene kadar da hep korktu..öyküdeki baba da kendine göre öye haklı ki.ama işte sırf bu yüzden de korkaklık gösterip aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın demeli mi?cıx ..sanmam..ve umarım kahramanımız sırf bu yüzden ve de tabii sondaki hanfendi yüzünden vazgeçmez ideallerinden..
arkası yarın gibi oldu.artık dizileri bile bu kadar merak etmiyorum suskun yazar..beklemekteyim:)
Turgay COŞKUN
Dizideki baba haklı olduğu kadar, sizin de anneniz haklıymış demek ki :) Aslında o yıllarda inanın herkes haklı. Korkan ve olayların içinde olan herkes... Çünkü sonuçta can...
Bakalım baba, delikanlı, o kız neler yapacak? :)
Selamlar...
Umarım o kız iyi bir nasihatçi olur.
Yoksa delikanlının aklını başından alıp okumasına engel olabilir..
Koyduğunuz resimle özleştirecek olursam kızın gelişini, bir sevda çölüne düşecek gibi delikanlı.
Merakta bıraktınız hocam ..Devamını bekliyorum..
Turgay COŞKUN
Elimden geldiğince günlük olarak yayınlayacağım. İki güne bir uzun oluyor. Tabi yoğunluğa bağlı...
Teşekkürler ilginize...
Selamlar...
Turgay COŞKUN
Öykülerimi ve bana yazılan yorumları izlemişseniz eğer şu ana kadar ve tarzımı biliyorsanız bu sorunun cevabı zaten bizzat sizde... :)
Okumayı seven yüreğinize selam olsun...
Zümra Zen
Öykünün birincisinde bir arkadaş doğum gününüzü kutlamıştı..
Yani geldiniz yani doğdunuz ve gidiyorsunuz ve devamını iple çekiyorum..
Her şiir şairini vurur demiştim. Hiç bir şey yaşayamayan, hiç bir şey yapmayandır, boş boş yaşanmış bir hayattır..Yaşanan hayat anıları ve bazen çok acıtan anılar, düşündükçe yüreğinize dikenlerin battığı anılar ...İşte o anılar , o yaşanmışlıklar insanı şair ediyor yazar ediyor..Ve yazarın her yazısı önce kendini vuruyor sonra o yazıda kendi bulanları..
Turgay COŞKUN
Sizin araştırmacı yönünüz, irdeleyen yanınız çok harika. Ve inanın bu kadar genç bir yaşta bu özellikler size Allah'ın bir lütfu.
Yazdıklarını çok doğru... Yazarın, şairin her yazdığı önce kendini sonra okurunu vurur... Kurguysa sadece teğet geçer.. :)
Zümra Zen
Sevgili hocam ben böyle değildim, okurdum ama yazmadım öylesine işte..Bazen bazı yaşanmışlıklar insana ders veriyor, olgunlaştırıyor, Hani bir söz vardır seni öldürmeyen acı güçlendirir. Şimdi arkadaşlarım bana neden 70 yaşında ki gibi düşünüyorsun neden yaşına göre giyinmiyorsun diyor..Artık her şeyi sorgular oldum..Bir çocuğun ağlamasından bir yaşlının yüzündeki yorgunluk ifadesine kadar..
Ve bu söz "şer sandığım şeylerde var ettiğin hayra hayranım Allah'ım"..
Bu bir kaç ay önce gözüme ilişti ve aklımdan çıkmıyor. Bizim şer sandığımız şeyler bize hayr getirebiliyor, belki anlamıyoruz ama zamanla anlarız sanırım..
Konu bu değildi yazarım ama ben konularınızdan farklı pencereler açıyorum kendime ait bir yöne çekiyorum sanırım.
Yazının ve yazılarınızın devamını bekliyorum..İyi ki bu kalemi tanıdım..
Turgay COŞKUN
Bu seriyi takip ederseniz birçok şeyi zaten anlamış ve tanımış olursunuz...
Zümra Zen
Saygılarımı sunuyorum..Selametle kalın..