EYLÜL'DE DİRİLMEK
Ne zaman Eylül gelse hep kırılır kolum kanadım. Ne zaman Eylül ile ilgili bir şey duysam, hüzünler kaplar içimi. Ne zaman içinde Eylül geçen bir yazı okusam, alır beni çok ötelere götürür. Onun için bu yazımda sizi biraz olsun hüzünlendirirsem baştan affınıza sığınıyorum.
Anlaşıp, sözleşmiştik bir eylül günü okul yolunda buluşmaya. Okullar açılmadan evvel, dertleşecek, hasret giderecektik. Bütünlemeye kalalım, ya da kalmayalım yine de buluşacaktık. Biz henüz yirmisinde bile değildik ama delikanlıydık! Bizi gözleyenler vardı. Bizim sokağa çıkmamızı, bizim bir araya gelmemizi gözleyenler, ikimiz bir olunca onlarca kişiyle bizi vurmaya gelenler vardı ama biz buluşacağız dedik mi, buluşurduk! Ne silahtan korkar, ne de kahpe baskınlara aldırırdık.
Aldırmışlar Orhan’ı bir sabah vakti henüz evden çıkmadan. Henüz su bile uyurken, erkenden. Canından aziz bildiği devletini görmüş, kapıdaki polisleri görünce. Kim bilir belki sevinmiştir de; yüzü maskeli başkalarını görmektense, başkaları tarafından baskına uğramaktansa, polisin kapılarını çalmasından ötürü. Elleri kelepçeli çıkarılmış, anne – babasının yanından. Elleri kelepçeli ayrılmış defalarca kurşunlanan o baba evinden.
Sonra, aylarca neden içeriye alındığını bekleyerek geçirmiş günlerini. Karanlık, rutubet, geceleri yırtan haykırışlar ve belirsizlik Orhan’ın kaderi olmuş. Bir Eylül sabahı alındığını, buluşacağımızı, o gün darbe yapıldığını falan hep sonradan hatırlamış. Sonradan duymuş kimi arkadaşlarının da yakalandığını. Sonradan duymuş kimi arkadaşlarının kaçtıklarını, kimilerinin ifadelerinde pişman olduklarını, kimilerinin ihanet ettiklerini. Sağlığını vermişti, böbreklerini vermişti; ama hiç satmamıştı kimseyi ve oynatamamıştı hiç kimse Orhan’ı yerinden. Bir Eylül günü ziyaretinden gelen babasından, bütün kaza namazlarını tamamladığı bilgisini almıştım. Yine bir Eylül günü o Taşmedresedeyken, yavuklusu Necla’nın izdivaç haberini almıştım da, boğazımda bir yerler düğümlenmişti.
Kaç eylül boşuna bekledim Orhan’ı. Okul yolu Orhan’ sız, sokaklar Orhan’ sız, arkadaşlar Orhan’ sızdı. Yavuklusunun bile bekleyemediği Orhan’ın yolunu beklemeye babasının da vadesi yetmedi. Bir eylül günü toprağa verdik babasını. Kalp kriziymiş, hani yazılır ya ölüm sebebi… Bilmezler ki nice Orhan’ lar ve bekleyenlerini her eylül gelişi bir hüzün kaplar, kalpleri yerinden fırlayacak gibi olur ve sanırlar ki bir eylül günü Orhan’ları alan güç, yine bir Eylül günü, iade edecekti onları. Böyle avundular, böyle beklediler dört gözle. Hainler döndü, pişmiş kelle gibi sırıtanlar, kırıtanlar; dün dündür pişkinliği ile niceleri döndü de Orhan’lar dönmedi bir türlü.
Eylül ısrarına rağmen oğlan tarafının, annesi Eylül geçsin demişti. Bu yüzden Ekim başında everdik kız kardeşini Orhan’ın. Yokluğuna rağmen Orhan’ ın, biz verdik çiftlere Kur’an ve Bayrak hediyemizi. Öpüp başına götürürken hediyelerimizi; göz göze gelemedik bacınla! O yetim kız, o Orhan’ın emaneti, biricik kardeşin de gitti yuvasını kurmaya, sen gidemedin! Kaç eylül geçti, sen gelemedin be Orhan!
Dışarıda da hayat böyleydi Orhan. Hayat fasıla vermeden gidiyor ve arkasına bakmıyordu. Siyaseti dizayn ettiklerini sanan zavallılar, dün dündür ün eteğine yapışıp giderken, vefa sadece arkalarından el sallıyordu. Görünmez olduklarında gidenler, arkasından bir el yapışıyordu vefanın! O el bizim elimizdi Orhan. Onu hiç bırakmadık! Kan damladı üstümüze al olduk, güneş vurdu ak olduk. Geceleri de seçilemediğimizden siyah göründük de hiç hain olmadık be Orhan. Yeni yetmeler irfanımızın apak olduğunu gördüler de, kimi eski dost bildiklerimiz rengimizi değişti sandılar, iftirada bulundular, yalnız bırakmaya çalıştılar. Biz yalnız değildik Orhan! Rabbini bilen yalnız olmazdı. Senin olmadığın gibi biz de yalnız kalmadık ama hep yalnızlığı sahte dostluklarda gördük, yaşadık. Sen içeride belki tecrit edilmiştin ama biz o ihaneti, o ıssızlığı iliklerimize dek yaşadık dışarıda.
Bir eylül sabahı, görev yaptığım hastaneden aradı arkadaşlar beni. Sabaha karşı cezaevi aracıyla acil olarak getirmişler Orhan’ ı. Bilinci kapalı, kardiyak arrest tanısı ile Yoğun Bakım’ a almışlar. Annesinin haberi yokmuş. Birkaç can dostumu arayabildim ancak. Sonra onların da ısrarı ile hocalardan izin isteyerek girdim Orhan’ ın yanına. Bir eylül günü buluşmaya gelemeyen doksan kiloluk o dev adam, şimdinin elli kilosu bile etmez haldeydi. Nereye bakıyor, neyi görüyordu kim bilir ama beni görmüyordu artık. Elini tuttum sadece, sıcaklığını; o yıllar önceki sıcaklığını hissettim bir an. Dokundum yüzüne ama Orhan çok uzaklarda, ötelerin ötesine uzanmıştı bir kere. Yoğun Bakım’dan çıkarken bacısı ile karşılaşıp, sarıldık birbirimize. Asena’m dediği, Yavrubike’m dediği bacısı ve eşi de koşup gelmiştiler oraya. İlk çocukları oğlan olunca da adını Orhan koymuşlar, şimdi gelirken anneannesinin yanına bırakmışlar küçük Orhan’ı.
Bir Eylül sabahı verdik Orhan’ı toprağa. Aslına bakarsan o da topraktan gelmiş, yaşamış ve ölmüştü bir çokları gibi. Ama öyle miydi gerçekten? Doğum tarihi ile, ölüm tarihi arasına; kaç gülüş, kaç mutluluk, kaç sevinç sığdırabilmişti? Hiç aldatmış mıydı, hiç ihanet etmiş miydi, hiç gıybet yapmış, hiç can yakmış mıydı bilemiyorum ama Eylül’ler Orhan’ların ihanete uğradığı, kırıldığı, canlarının yandığı aylar olarak kalacaktı artık! Eylül’ler bizlerin, birilerini Orhan’lara değişmemizin adı olacaktı. Eylül’ler; iyilerin, iyi atlara binip uzaklaşırken, bizlerin riyakar, hain, silik, yanaşma tiplerle baş başa kaldığımız ayların adı olacaktı. Eylül’ler artık; çevremizi sarmalayan kirli ilişkilerin, kirli pazarlıkların, siyasette nemalanmak uğruna eski dostlukların pazarlandığı, kutsalların fani tamahlara feda edildiği, yanaşmaların eskilerin pabuçlarını dama attırdığı, kardeşliklerin paydaşlara kurban edildiği yeni dönemlerin adı olmuştu.
Yollardayız yine ve yaşamaya devam ediyoruz, eylüllere rağmen. Yok olmaktan korkmadık, korkmuyoruz da. Sadece ihanetlerden korkardık ama şimdi belki de alıştığımızdan, ondan da korkmuyoruz. Eylül’de gidenlerin, bir başka baharda yeniden neşv-ü nema bulduğu gibi, gelircesine gidiyoruz. Satmadan, sapmadan ve asla unutmadan. Öfkemizi gömdük eylüllere. Kin yok yüreğimizde ama bir ahdimiz var geleceğe. Eylüller artık yitiklerin değil, yeniden dirilişlerin adı olsun! Eylül’de kavuşsun sevenler, eylül olsun buluşmaların adı ve en güzel şarkılar eylülde söylensin! Zalimlerin korktuğu, mazlumların sevindiği ay olsun eylül .
Eylül ayına girdiğimiz şu günlerde azgınlık diz boyu. Kan akarken oluk oluk, tüm bakışlar donuk donuk ve şehvetin pençesinde eğlenenler soluk solukken biz O’na sığınıyor, O’ndan yardım umuyoruz. Gündelik planlarından medet umanlar çevrelemişken bizi; uğruna ömrümüzü verdiğimiz mülk sahibi bize yeter diyoruz. Eylül’de dökülen yaprakları değil, gelecek baharlarda yeşerecek yaprakları bekliyoruz ve asla karamsar değiliz. O’nun mesajı şüphesiz bütün kainatadır ve şöyle demektedir:” İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi? Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: "Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?" dedi. De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir." (Yasin 77-79)
Bir Eylül neslinin, Sayın Süleyman Kalaycı’ nın dizeleriyle bitiriyorum.
“Ebu cehil devrinin, eylül uzantısında /Dokuz tekbir kuşandık, Hubeyb’lerin ardından
Bilmezdik eskiden şehirlerin ortasında zindanlar olduğunu/
Bilmezdik güneşlerin ölümlere doğduğunu/ Kanlandı her şafak, kan ağladı yüreğimiz; ve
Kimimiz yirmi, kimimiz otuz, kimimiz müebbete boğulduk.
Kimimiz seherlerde ölümlere sunulduk
Ebu cehil devrinin, eylül uzantısında / Dokuz tekbir kuşandık, Hubeyb’lerin ardından “
9 Eylül 2012
Erdal ÇİL
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.