Doğayla tarihin, dağla denizin iç içe geçtiği yer – Assos- Sivrice Koyu (3)
Çanakkale’den güneye indiğimizde yol bizi Küçükkuyu’ya atmıştı. Burada biraz vakit geçirip bu sefer Edremit Körfezi’nin diğer yanına doğru yola çıktık. Behramkale tabelasından saptıktan sonra daracık bir yolda bulduk kendimizi. Bir yanı deniz kenarındaki küçük şirin motellerle ve kampinglerle kaplı, bir yanında uçsuz bucaksız zeytinliklerle kaplı yoldan gide gide dağlara doğru çıkmaya başladık. Amacımız Assos’taki Sivrice koyuna ulaşmak. Sema arkadaşımın şiddetle tavsiyesi üzerine Sivrice koyundaki bir motelde kalacağız.
Dağlara sürekli virajlarla ve bozuk yollarla tırmanarak sonunda zirveye çıktık. Sola doğru Assos antik kenti, sağda Behramkale tabelası vardı. Ben sanıyordum ki Assos’a yakın bir yer gideceğimiz yer, ama hayır. Assos bir yanda kaldı, Behramkale bir yanda. Biz Babakale’ye doğru giderek 9 km. sonra Bektaş köyüne ulaştık sonunda. Ama nasıl bir bozuk yol sormayın. Çukurlara düşe kalka ilerliyoruz, çukurun bir yanından geçiyoruz başka bir çukura düşüyoruz, öyle bir yol. Bektaş Köyü’nün içinden geçerek yaklaşık 3 km. sonra denize indik. Sonunda Sivrice Feneri uzaktan göründü.
Edremit körfezinin başladığı en uç, buruna yakın bir yerdeyiz. Yine bozuk toprak yollardan ilerleyerek kalacağımız Okan Motel’in kapısına vardık toz toprak içinde. Doğallık evet ama bu kadar mı doğal olunur. Sanki doğanın içinde sıcağın etkisiyle de eriyip gittik.
Motel diye bakıyorum ama bir yanda Assos’un değerli taşlarından yapılmış sıra sıra odalar, yine toprak bir sahanın diğer ucunda salaş tahta masalarıyla bir restoran veya kahve. Yanda büyük bir koy ve sereserpe uzanmış kıpırtısız bir deniz. Burası yılın on iki ayı full çekiyormuş. Bilenler yaz kış demeden sürekli geliyorlarmış. Kışın soğuk olur diye şaşırdığımda “işte içerde soba yakıyoruz dışarıda da ateş” diye cevap verdiler. Birkaç gün dinlenip arınıp yenilendikten sonra dönüyorlarmış.
Odamıza yerleşip denize indiğimizde ben başka bir yerde bu kadar temiz deniz görmedim diyebilirsiniz, o kadar temiz ve rengi gerçek bir turkuaz rengi. Ve soğuk. Bundan önceki de gerçekten temiz denizdi, burası orayı da aştı. Bu konuda şansıyız bir kere.
Daha önce Küçükkuyu’dan bahsederken hani huzur, sakinlik diye bahsetmiştim ya hayır esas burası huzur ve dinginliğin adresi imiş. Akşam yemek yerken bile müzik ve ses yok, insanlar sakin sessiz konuşabilsinler diye, huzuru bozmamak adına.
Masanın etrafında denizin sesini dinleyip yakamozları seyrederek, elinizi uzattığınızda tutabileceğiniz kadar yakın olan Midilli’ye kadeh kaldırarak, sessiz ve sakince yemek yiyebileceğiniz bir yer. İsterseniz deniz kenarındaki şezlonglara uzanıp gece boyunca sohbetlerinizi sürdürebilesiniz de, isterseniz kendi şarkınızı kendiniz söyleyebilirsiniz. Biz de öyle yaptık zaten.
Midilli adasına en yakın yer olduğu için, ada hemen karşıda elle tutulacak kadar yakın görünüyor, bakıyoruz ve esefleniyoruz biraz da hüzün tabii, yüzme mesafesindeki adalar neden bizim değil diye.
Mütevaziliğini ve doğallığını koruyabilmiş Türkiye’nin çok ender bulunan noktalarından biri burası. Yöreye özgü zeytinyağlılar, az önce yakalanıp hemen sofranıza gelen balık çeşitleri ve taş mimarisiyle çok farklı bir havası var. Dünyanın en bakir kalmış köşelerinden biri imiş zaten. Bütün moteller de birbirine uzak sanki dünyada tek başına kalmış gibi bir his içinde, sessizliğini ve doğalığını korumuş. Bahçelerinde organik sebze üretip kendi ürettiklerini sunuyorlar misafirlerine.
Sivrice koyunun taşlık bir plajı var, onun için tahta bir iskele uzatmışlar denize doğru, hatta Sema’cım bir düştü ki buradan allahtan kırılmadı bir tarafı, ona şükrettik.
Sivrice’nin diğer yanına geziye çıktığımızda köy içindeki moteller ve plajların daha birbirine yakın ve biraz da olsa kalabalık olduğunu gördük. Sivrice’den sağa doğru ilerleyen uzun bir sahil yolu bulunuyor. Yol Sokakağzı’nda son buluyor. Sokakağzı Sivrice’ye oranla turizmin yeni yeni gelişmeye başladığı bir yer.
Şehrin kalabalığından ve gürültüsünden bunalanlar için oldukça uygun bir yer burası ama insan biraz faza kaldığında sıkılır mı acaba, doğrusu kendine sormadan da duramıyor.
Assos antik limanı kendine özgü değerli sağlam taşlarıyla örülmüş klasik evleriyle yönünü denize çevirmiş setlerle denize inen bir antik şehir, Behramkale ise tersine Osmanlı döneminde kurulan denize sırtını dönmüş bir yerleşim.
Dönüşte Assos antik kentini görmeyi planlıyordum ama yolumuz uzun, yine bozuk yollarda vakit kaybetmeme adına uğramadık. Nasılsa daha evvel görmüştüm dedim ve yönümüzü Akçay, Ayvalık yönüne çevirdik.
Bir sonraki noktamız yine deniz kenarından giderek Kuşadası olacak.
Şükran Demirtaş
YORUMLAR
assosun yukarıda aşağıya bakışı varkı
yağmurlu fırtınalı birgğnde çıkmiştık ki ikilira para verekek gülmüştüm ikiliralık akıl aldıkta çıktık diye nasıl fırtına vardı uçtuk uçacak devrilen sutunlara bakarak ve aşıdaki denizin muhteşem görünüşü unutturmuştu
saygımlasın