- 1184 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Bu Vatan Kimin?" "Kızıl Gözyaşları-6"
Halamın kartanasının söylediği “Balam bizlerni yalancı Cennetten kuvdular” sözünü duyar duymaz, cennet hakkında kitapları karıştırmıştım. Ve şu bilgilere ulaşmıştım:
“Kıyamet koptuktan bir süre sonra Yüce Allah’ın emriyle sûra ikinci üfürüş olacaktır. Bunun üzerine bütün insanlar dirilerek yerlerinden kalkacaktır ve mahşer (toplantı) meydanında bir araya gelmiş olacaklardır. Mahşerde her mükellef (yükümlü) insan sorguya çekilecektir. Dünyada yaptığı işleri gösteren amel defteri kendisine verilecek, dünyadaki amelleri tartıya konacaktır. Müminlerin bir kısmı peygamberlerin ve diğer büyük kimselerin şefaatına kavuşacaktır. Her insan “Sırat” denilen köprüden geçmek zorunda kalacaktır. İnsanların bir kısmı Sırat’ı geçerek Cennet’e girecek, bir kısmı da buradan geçemeyip Cehenneme düşecektir.
......Ahiret gününde sorguya çekilme, yükümlü olan bütün yaratıkların Allah tarafından hesaba çekilmesidir. Mahşer’de büyük bir adalet mahkemesi kurulacak ve herkesten dünyada yaptıkları sorulacak, ona göre hakkında karar verilecektir.
.....Daha öncede insan öldüğü zaman kabrinde “ Münker ve Nekir” denilen iki melek tarafından sorguya çekilecektir. Ölüye soracaklardır: Rabbin kimdir? Peygamberin kimdir? Dinin Nedir? Kıblen neresidir? Buna kabir sorusu denir.
.......Cennet, hatır ve hayale gelmeyen maddî ve manevî nimetleri içinde toplayan, hiç bir zaman yok olmayan ve bugün mevcut olan sekiz bölümlü bir mükafat âlemidir. Bulunduğu yeri ancak Allah bilir,”
Cennet kelimesi D.Mehmet Doğan’ın “Türkçe Sözlüğü”nde de, “Allah’ın insanlara müjdelediği, ölümden sonraki âlemde bulunan, Allah’a inanan günâh işlememiş veya günahlarından temizlenmiş olanların gireceği, fevkalâde güzel yer;firdevs.” olarak tarif edilmiştir.
Kitabımız Kur’an-ı Kerimin bir çok sürelerinde cennet kelimesi geçmektedir. Bunlardan “EL-BAKARE” süresinin 25. ayetinde Cennet ile ilgili şu bilgiler veriliyor :“Îman edip güzel güzel amellerde bulunanlara müjde var. Şüphe yok ki onlar için altından ırmaklar akan cennetler vardır. Her ne vakit o cennetlerden bir meyva ile rızıklanınca diyeceklerdir ki: Bu meyva bizim evvelce de rızıklandığımız bir meyvadır. Onlara birbirine benzeyen -böyle nimetler- verilmiş olacaktır. Ve onlar için cennetlerde tertemiz eşler de vardır ve onlar o cennetlerde ebedî olarak kalacaklardır.”
Gerçekten de, Cennet, Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de belirtildi ğibi bu kadar güzelse “Yalancı Cennet Güzel Kırım” da her halde Cennet gibi güzeldir düşüncesiyle gümrük kapısına doğru yürüdüm....
Kapının hemen sağında, siyah renkli Kırım kalpaklı, uzun boylu, geniş omuzlu, kısa paltosunun üzerine meşin palaskasını takmış, paltosunun hemen altında cepleri şişkince olan ve aşağıya doğru daralan bir askeri bir pantalon giymiş, bu pantalonun üzerine de dizlerine kadar karşıdan ışıl ışıl parlayan siyah çizmelerini çekmiş, sağ elindeki ucu oval olan bir kamçıyı da devamlı olarak sol avucunun içine vurarak dolaşan; siyah sakallı, sakallarının arasında hafif kırlar görünen çekik gözlü bir kartbabay duruyordu.
Adımımı tam kapıdan içeri atacağım zaman kartbabay gözlerimi kamaştıran çizmeli sağ ayağını kapının önüne uzattı. Elindeki kamçıyı da tam göğüs hizamda düz tutarak, gögsüme hafifce birkaç kere vurdu:
“Dur yolcu! dedi. Selamsız sabahsız kaydan kele (nerden geliyorsun), kayda ketesin (nereye gidiyorsun?)” Ben bu hareket karşısında birden ürperdim ve bir adım geri çekildim. Oda tamamen kapıya sırtını dönerek iri gövdesiyle önüme geçti.
“Anavatan Türkiye’den kelemen (geliyorum), Yalancı Cennetke ketemen (gidiyorum)” dedim.
“Yalancı Cetnetke o kadar kolay mı ketmek. Sen bilmiymisin cennetke ketkenlerden hesap kitap soraylar. Herkesni cennetke almaylar. Ancak o yerge layık bolganlar ve imtiannı kazanganlar kete” dediğinde içime bir korku düşmüştü.
Bu kalpaklı akay (adam) kimdi?
Beni hangi hakla sorguya çekecekti, hangi sıfatla imtihan edecekti. Kara kara düşünmeye başladım. Kartbabayın gözünün içine baktım; yüzü hiç gülmüyordu. Çok ciddi biri olduğu anlaşılıyordu. Biz konuşurken yanına üç kişi daha geldi. Bunlardan en yaşlısı, beyaz sarıklı, uzun yeşil bir cübbe giymiş olanı bir adım daha yanaşarak ellerini önden bağladı, söz istedi.
“Babay kim bu akay. Kaydan kelip kaydan kete. Sordum mu?” dedi. Kartbabay solunda duran bu şahsa dönerek:
“Mürsel balam. Daha hesapga kitapga şekmedim. Kaydan kele kayda kete tam anlayamadım. Anavatan Türkiye’den kelemen, yalancı Cennetge ketemeden, diy. Bakalım. Gerçekten de yalancı Cennetke ketecek birevi mi toğul mu sorgudan son anlacakmız,” dedi. Ben içimden “Aha imamda geldi, beni öbür dünyaya yolcu edecekler “dedim.
Korkmaya başlamıştım. Gerçekten de ben şimdi Akmescit Gümrük kapısında mıyım, kabir de miyim yoksa Sırat köprüsünde miyim, bilmiyordum. Eğer kabir de isem bana sorulacak kabir sorularını çok iyi biliyordum. Buna hazırlıklı idim.
Rabbin kim derse tereddütsüz bizi yaratan Allah diyecektim.
Peygamberin kimdir? derse hiç düşünmeden Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.S) diyecektim.
Dinin Nedir? Derse İslâm diyecektim.
Kıblen neresidir? Derse Kabe diyecektim.
Ama bana bunları sormadı Kartbabay. Bir elini omuzuma koydu, gözlerimin içine baktı, korktuğumu herhalde anlamış ki hafifce gülümsedi,
“Korkma balam. Bizler insan yemeyiz. Sakinleş biraz. Ne oldu sana? Hemen ayakların titremeye başladı, yüzünde sarardı. Yoksa sorulara cevap veremeyeceğim, yalancı Cennetge ketemecem diy mi üzülesin?” Dedi. Ben ne cevap vereceğimi şaşırdım. İlk anda konuşamadım. Biraz cesaretimi toplayarak,
“Doğru aytasın kartbabay , korkmadım desem yalan bolacak;hemde çok korktum. Çünkü halamın kartanasının “Balam bizlerni yalancı cennetten kuvdular” dediği yalancı cennet Kırım’ı köremeden şu kapıdan geri kaytarsam (dönersem) çok üzülürüm. Yüz yirmi yıldır katbabaylarımın , kartanaylarımın yaşadığı bu yalancı Cennetni körmek içün koskoca Karadeniz gibi bir denizni aşıp, mında (buraya) keldim. Sizde şimdi meni sorguga şekeceksiniz. Ya sorularınızga cevap beremezsem, menim halim nice bolur. Men korkmayayım da küm korksun. Maga aytar mısın?(Bana söyler misiniz?)” dedim.
“Kokma balam öyle zor soru sormacakmız. Hele bir sakinleş.” dedi imamın yanında duran akaya:”Rüstem balam balaga bır bardak Kırım’ın suvundan (suyundan) ketir. Bala sakinleşsin. Yoksa ödü carılacak, mında ölüp-mölüp kalmasın.” dedi. Rüstem kelimesini duyunca birden şaşırdım. Hemen yüzümü Kartbabayın emir verdiği akayga doğru çevirdim. Fakat Rüstem akay, arkasını dönmüş su getirmeye gidiyordu. Arkadan baktığımda aynı beni sorguya çeken Kartbabayga (dedeye) çok benziyordu. Rüstem akayda kartbabay gibi kalpak, palto, çizme giymişti, ince uzun boylu biriydi. Omuzuna da bir av tüfeği atmıştı.
Kartbabayın tavrı beni sakinleştirmişti. Korkum dağılmıştı. Artık ayaklarım da titremiyordu. Kendimi de iyi hissetiğimi anladığımda,
“Kartbabay meni sorguga şekeceksiniz. Bundan kaçış yok. Bunu çok iyi anlayman. Affınıza sığınarak. Mende sizge bır soru sormak isteymen. Müsaade eter misin?” dedim.
“Bak evladım. Aslında soruları bız sorarız. Sizin soru sormaya hakkınız yok. Yalnız seni süydüm (sevdim). Sadece bir soru sorabilirsin” dedi Kartbabay. Buna sevinmiştim. Hemen hiç düşünmeden,
“Siz küm (kim) sünüz? Meni ne hakla sorguga şekesiniz?” dedim. Kartbabay buna çok hiddetlenmişti. Yüzünün her tarafı gerildi. Omuzumda ki elini geri çekerek, işaret parmağı ile gövdesini göstererek,
“Bız bu yalancı cennetnin GERÇEK SAHİPLERİYİZ. Bizlerge KIRIM TATAR TÜRKLERİ derler. 1783 yılından 1944 yılına kadar bızlerni vatanmızdan sürdüler ama bızlernin ruhu bu yalancı Cennetni terk etmedi. İşte bu yüzden bu yalancı Cennetni ziyaret etmege kelgenler ilk önce gümrük kapısından keşmeden bızden vize almalılar. Şimdi bizim küm olduğumuzu iyi anladın mı?” dedi.
Bu sözleri duyunca sevinmiştim. Artık korkum kalmamıştı. Bende kartbabayın yüzüne gülerek,
“Sizni çok iyi anladım. Haydi kartbabay sorunu sor. Men hazırman “ dedim, ve esas duruşa geçtim. Çünkü karşımda bir Kırım Tatar Türkü’nün Kartbabayı vardı. Artık ona saygıda kusur etmemem gerekti. Bunun bilincindeydim.
“Soruyorum. Hazır bol. BU VATAN KİMİN?” dedi. Bu benim için çok kolay bir soru idi. Gözlerimi gök yüzüne kaldırdım, sesimin çıktığı kadar haykırdım:
BU VATAN KİMİN ?
“Bu vatan toprağın kara bağrında,
Sıra dağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından.
Hudutlarda gazâ bayraklarından,
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çıkan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheye soranlarındır .
İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gâzidir, dağlar kahraman,
Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay’ım ne yazsam ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil,
Topun namlusunda görenlerindir.”
Orhan Şaik Gökyay’ın şiirini okudum. Şiir tam biter bitmez bir anda arkamda binlerce alkış gök yüzünde şakıladı. Arkamı dönüp geriye baktığımda ise, binlerce Kırım Tatar Türkü beni ayakta alkışlıyordu. Tam karşımda da elinde bir bardak suyla beni tepeden aşağıya süzen ve yüzüme gülen Rahmetli Rüstem kartbabayım , yanın da küçük bir tepsinin içinde çiğbörek dolu bir tepsi tutan Şefika kartanayım duruyordu. Her ikisinin de yüzlerinden hemen tanıdım. Rüstem kartbabay benim anayımın babası, Şefika kartanamda anayımın anayı idi. Daha ben ağzımı açmadan, beni sorguya çeken kartbabay:
“Aperim balam. Avzuna sağlık. Bu vatan kumünmiş cevabını bu şiirle aruv berdin. Saga başka soru sormacakman. Yalnız şu karşında turan akayı ve apakayı tanıdın mı?” Dedi. Ben de:
”Tanımaz bolurman mı? Mınavı Kartbabayım Rüstem ve mınavı da Kartanayım Şefika.” Dediğimde Rüstem dedem hemen bir adım attı,
“Balam seni sorguga çeken de menim babayım Akıllı Mustafa Akay, yani seninde kartbaban bolur” dedi. Ben ne yapacağımı birden şaşırdım. İlk önce hangisinin elini öpeyim diye düşündüm. Bizim adete göre ilk önce kartlardan başlanır. Hemen Mustafa Kartbabayımın ellerine eğildim, öptüm. Mustafa Kartbabayım benim gözlerimden öptü.
“Koş keldin balam Yalancı Cennetke. Seni biz dört gözle bekliydik. Niye keş kaldın” dedi.
Kartbabayım Mustafaga cevap veremedim. Gözlerimden yaş akıyordu. Rüstem Dedemin elini öpmek istediğimde de “Balam mına suvnu iç. Ondan son öpersin” dedi.Uzatılan suyu bir solukta kafama diktim. Rüstem dedemin ellerini öptüm. Oda aynı Mustafa Kartbabayımın dediği gibi. “Niye geç kaldın balam. Bizlerni çok beklettin” dedi.
Şepika ebemin yanına gittiğimde ise maramasına gözyaşlarını siliyordu.Elini öpmeye uzandığımda:
“Balam şu yanımda duran babayının anayı senin Eben Fatma ebiy, onun yanındaki babayının babayı Yetim Yusuf Akam, diğerleride amcan Lutpü Akay, amcan Amet Akam, Halan Firdevs bacım, kocası Kara Hacı Enişten ve şu sondaki de rahmetli Babayın Sımayıl Akam”dediğinde, omuzumdan biri çekti. Gözümü açtım. Omuzumu çeken arkadaşım Halil ibrahim Akay :
“Şükrü ne yasaysın. Eğer men seni çekmeseydim az kalsın kapının eşiğinden tüşe yazdın “ dedi...
Yine hayal kurmuştum. Babayımın babayı Yusuf Kartbabayımı, anayı Fatma Kartebiyimi, Cennet adlı Firdevs Halamı ve kocası Kara Hacı Eniştemi, Lütfü ve Ahmet amcalarımı ve geçen sene vefat eden rahmetli Babayımla konuşamamıştım, ellerini öpememiştim.
İşte beni yine hayal alemimden uyandıran Halil İbrahim Akay’a tekrar kızdım. Ama beni eşikten düşmekten kurtardığı içinde kendisine ayrıca teşekkür ettim.
Şimdi ben İbrahim Akay’a ne yasayım?
....
Devamı haftaya...
Not:Konuşmalarda bazı kelimeler Kırım Tatar Türkçesi ile yazılmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.