- 749 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Acil Servis
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
"Anneme söylemeyin." dedi paravanın arkasında. Telsiz sesleri geliyordu bulunduğu yerden. Aynı odadaydık. Ama bir paravan bizi dünyanın iki ucuna savurmaya yetmişti. Polisiye bir vakanın ortasında bir kızla, annemin başında serumun kana karışmasını önleyecek herhangi bir kıpırtı olmaması için azami dikkat gösteren ben... Şekeri fırlamıştı annemin. Hemen acile koşmuştuk.
Paravanın gerisine çekilip en mahrem yerinden insanların hayatına dalıvermek kendi seçimim değildi yani. Orada bulunduğumuz saatler boyunca birçok insan gelip gitti. Arkalarında hikayelerini de bırakarak... Yaşlı bir kadın vardı mesela. Yürüyemediğini söyleyip duruyordu onca röntgene, tahlile meydan okuyarak. Gelen doktorlar fiziksel bir sorun olmadığını söylese de ortada yürüyemeyen bir kadın vardı.
Sonra bir hanım doktor geldi. Ötekilerden çok farklı sorular soruyordu. Yaşlı kadının feryadını gerçekten duyan birinin sorabileceği türden... Mesela o hiç bacaklardan, ağrılardan falan söz etmiyordu. Kadına çocuklarını soruyordu. En son ne zaman ziyarete geldiklerini, komşularına gidip gitmediğini...
Bulunduğum yerden göremiyordum... Ama diğer doktorlar gitmişti galiba. Kadının sesinde yoktular en azından. Çünkü varlarken olmayan bir şey hüküm sürüyordu şimdi sesinde. Sanki karşısında önceden bir duvar vardı ve onun yerini etiyle kanıyla çok gerçek bir insan almıştı birden. İşte şimdi bu muazzam dönüşümün keyfini çıkarıyordu.
Haftalardır oğlunu göremediğini söylüyordu. Ama toz da konduramıyordu ona bir yandan. "Tabii iş güç, ne yapsın? Her zaman gelemez ki!"
Kızı evliydi, başka bir şehirde yaşıyordu. Her gün arıyordu telefonla. Ama yaşlı bir kadının bacaklarına hayat vermeye yetemiyordu maalesef bu uzaktan uzağa sürdürülen muhabbet. Psikiyatrist hanım biraz daha orada kaldıktan sonra ona kendi bölümünden bir randevu almasını tavsiye ederek geldiği gibi usulca gitti. Yaşlı kadının yalnızlığından önemlice bir parçayı da peşinde sürükleyerek... Anneme su almak için saklandığım köşeden ayrılmam gerekmişti. O süreçte gördüm bunu: Evet, doktor hanım şimdiden kanı harekete geçirmişti bu tonton kadının bacaklarında. Bu üşümüş bedende sıcacık bir kan deveran etmeye başlamıştı şimdi.
Sonra birkaç kişi daha geldi. Bu kez röntgenleri yalanlamayan şikayetlerle... Sorunları düpedüz bedenleriyle ilgiliydi. O yüzden onları pek dinlemedim. Annemin serumuna odaklanmam da daha kolaylaştı böylece. Derken o genç kız geldi. Telsiz sesleriyle birlikte...
Varlığımdan bihaber, anlatmaya başladı hikayesini. Kanser annesinden söz etti. Ölümün evlerinden eksilmeyen o soğuk nefesinden... Eğer çok sevdiğin biri böylesine amansız bir hastalığa yakalanmışsa, ölümü bir an bile çıkaramıyordun yaşantından. Bunları anlattı işte, ona sorular yöneltip duran o polise. Adam gereksiz ayrıntılar olarak gördü belki de; adli bir mesele var mıydı işin içinde, kız neden canına kıymak istemişti, onu öğrenmek istiyordu. Ama paravan olmasaydı arada ve gözlerini görebilseydim, belki de kızın anlattıklarının hemen bir yer bulabildiğini keşfedecektim kalbinde. Yüzünde beliren, onu bir anda polis olmaktan çıkarıp bir babaya dönüştüren ifadeyi...
Kız belki onuncu kez tekrarladı aynı şeyi. "Lütfen anneme söylemeyin!"
Az sonra biri annemin adını seslendi. Paravanın arkasından çıkmak durumunda kaldım ben de. Oysa en azından kız oradan ayrılıncaya kadar oradan çıkmayı düşünmüyordum. Çünkü eğer çıkarsam, yeterince ortaya dökülmüş bir hayatın seyirci sayısını arttırmaktan öte hiçbir anlamım olmayacaktı kızın gözünde. Fazlasıyla utanmıştı zaten. Fazladan tek bir yüz bile dayanamayacağı bir ağırlığa katlayacaktı bu utancı.
Doktor elindeki dosyaya bakarak annemin durumu hakkında bilgiler veriyordu. Telsiz sesleri uzaklaştı. Kız ve yalnızlığıysa odadaydı hala. Onu getiren arkadaşı bir şeyler anlatıyordu. Muhtemelen az önceki hanım doktor gelecekti yine.
"Ne kadar çok yalnız insan var burda!" dedim. Doktor dosyadan gözlerini kaldırıp şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Annemin kan değerlerinden söz ediyordu tam da o anda. Tek kelime söylemeden annemin yanına gitti, serumu çıkardı. Ve bana söylediklerini aynen ona da tekrarladı. Sanırım az önce söylediklerinin tek kelimesini bile işitmediğimden şüphelenmişti. Haksız da sayılmazdı. Anneme durumuyla ilgili yapması gerekenler hakkında bir şeyler daha söyledikten sonra gidebileceğimizi bildirerek çekip gitti.
Kızın önünden ağır adımlarla geçerken, annem kızın sargılı bileğine baktı. Sonra da gözlerine... Çünkü ancak bir insanın gözlerine bakan biri bu şekilde bakabilirdi: Sanki bakması yasak olan bir şeyi seyreder gibi... Ayak basılmaması gereken bir diyara girmişti sanki. Ama yine gözlerinden anlıyordum: O diyarın sahibi "Önemli değil, girebilirsiniz." demişti. Belki bu kızın tam da annem gibi birinin, sınırlarından içeriye sokulmasına ihtiyacı vardı çünkü. Anneyle ölüm kavramlarını birbirinden çok öteye savuran bir yüzde yeniden hatırlayabilmek için ’şefkat’i...
"Geçmiş olsun kızım." dedi annem, şimdiye dek sesinde rastladığım en sıcak ifadelerden biriyle...
"Sağol teyzeciğim. Sana da geçmiş olsun."
"Acil Servis mi psikiyatri kliniği mi belli değil." dedi annem açık havaya çıkar çıkmaz. Yakınma yoktu sesinde. Hatta sevecen bir ifade olduğu bile söylenebilirdi. "Bedeninden çok ruhu yaralı insanlar... Sanki buraya gelmek için durmuş durmuş da benim şekerimin fırlamasını beklemişler."
Serum aldığı onca zaman içinde çevresindeki hiçbir şeyle ilgilenmediğini düşündüğümden, bu sözleri karşısında ağzım açık kaldı.
"Ne yani... Sen o kadar saat boyunca her şeyi duydun mu?"
"Duymak ne kelime... Yaşadım adeta... Hatta o kadın oğlundan övgüyle söz ederken gözlerimden birkaç damla yaş bile geldi. Adam annesiyle aynı şehirde yaşıyor ama haftalardır bir kez bile arayıp hatrını sormamış. Kadın yalnızlıktan yürüyemez hale gelmiş ama hala kimseyi suçlamak istemiyor."
Koluma daha sıkı tutundu. Sanki beni yeni baştan keşfeder gibiydi. Yanındaki varlığım bir evladın annesine karşı getirdiği doğal bir yükümlülük olmaktan çıkmış, beni çok özel bir yere koyan sıradışı bir olay haline gelmişti.
"Teşekkür ederim." dedi, sesi bir parça yabancı...
"İlahi anne, teşekkür edecek ne var? Ne yaptım ki?!"
Birden durdu ve yüzüme baktı. Bileği sargılı o kıza bakarkenki yoğun şefkat vardı gözlerinde.
"Teşekkür edecek çok şey var. Bunu sen de çok iyi biliyorsun. O kadar işin gücün arasında kalktın, yanıma geldin. Beni acil servis kapılarında yalnız bırakmadın. Bu, kesinlikle teşekkür edilecek bir şeydir. Ama ben bunu çoktandır unutmuştum. Neyse ki o yürüyemeyen kadın geldi ve ne kadar kör olduğumu gösterdi bana. Bu akşam da buraya bunun için geldik. O kadın tesadüfen çıkmadı karşıma."
Kolunu sevgiyle okşadım ve "Evet anneciğim, şeker falan bahane aslında..." dedim, gizemli bir ifadeyle sesimde. "Son iki saatten beri tüm yaşadıklarımız ilahi bir planın bir parçası... Ama senden ricam, bu akşam karşılaştığımız o kadın yüzünden sakın ikide bir teşekkür edip durma bana, olur mu? Kadıncağızın hayırsız bir oğlu var diye bir evladın annesine karşı en doğal yükümlülüklerini bir minnet nedeni olarak görüp beni mahçup etme. Seni seviyorum ve burada olmamın da tek nedeni bu. Eğer gelmeseydim aklım sende kalacaktı ve yanında olmadığım her saniye de bana işkence gibi gelecekti. Buraya da bu işkenceden kurtulmak için geldim. Yani anneciğim, ben aslında çok bencil biriyim."
YORUMLAR
İnsanlığımızı hatırlamak için aslında arada bir hastanelere de gitmek gerekir diye zaman zaman düşünürüm. Sizin de yazmış olduğunuz gibi acil servislerde ne hayat hikayeleri var bir bilseniz ve bunu zaten belirtmişsiniz. Allah ana babalarımızı başımızdan eksik etmesin ve biz evlatlarında ana babalarımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeyi her zaman nasip etsin, nankör bir evlat olmayı yüreğimizden uzak tutsun. Hani atalarımızın bir deyimi var bir baba on çocuğa bakarmış da on çocuk bir babaya bakamazmış , selam ve saygılarımla...