- 1607 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Aşkın Günlüğü
Mağrur bakışlı sevdaydı yaşadığımız, ne acılara sarıldık
Mavi bir yelkenli olduk, hırçın denizleri sevgiyle aştık
Yaşanmamış tüm mutluluklar adına birbirimizi bulduk
Yıllardır boş kalan aşkın günlüğüne kutsal bir yazıt olduk.
Hızla akan ve aktıkça yüreğimizi ağrıtan sorgulu zamanın kapısını kilitleyerek atardık kendimizi sokaklara biz. Renkli bir uçurtmanın peşinden koşan çocuklar gibi kaybolurduk yeryüzünün garip ovalarında. Saçların rüzgârda özgürce savrulur, gözlerin bir kaçışın kapısını aralamak istercesine sevinçle parlardı.
Seninle ben, yaşanmamış tüm mutluluklar adına kenetlenir, rüzgâr tepelerinde özgür koşuşlar yapardık. Sabırsız geceyi tutup saçlarından sanki hiç bitmeyecek bir aşk ayinine dururduk. Yağmur bulutları bizim yazgımıza ağlamaya hazır olurdu ve değişen iklim Akdeniz gibi bizi solurdu.
Seninle ben, bu şehrin isimsiz caddelerinden geçerek mutluluğa kanat açardık. Yurdumun kültürü önümüzde dize gelir, mis gibi bir yufkanın dumanı doldururdu ciğerlerimizi. Bardaklara doldurup içtiğimiz çaylarla mutluluğa kadeh kaldırır, kabaran iştahımızı gülümsemelerimizle bir şölene döndürürdük.
El ele, yürek yüreğe yürüdüğümüz çapraşık yollarda mutluluğu arardık birlikte. Kor olan yüreklerimizi rüzgâra siper eder, sevginin anahtarı dudaklarımızı birbirine bastırırdık. Muhteşem bir resim aksederdi yüzüme. Gölgen yüreğimdeki tüm yanmaları serinletir, saçlarının dalgakıran kokusunda yüzyıl ötelere giderdim.
Seninle, bu mutluluk kentinde acıları da eksik etmezdik zulamızdan. Yeri geldiğinde sevincimizi yoksul soframıza katık eder, zorlardık yüreğimizin paslı zincirlerini açmak için. Saatler alabildiğine uçarı olurdu. Kanatlarından tutup tersine çevirmeyi isterdik, başaramazdık. Kırk yerinden yamalı gönlümüzün asma kilitlerini avuçlarımızda okşar, ay gülücüklerini göstermezse oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi geriye dönerdik.
Sen bir yerde, ben bir yerde, gecelerin hasret yüklü kervanlarını beklerdik bir başımıza kaldığımızda. Sen korkutan sevgilerini özler, ben cesaret tepelerinde bağdaş kurarak gecenin gündüze kavuşması için dualar ederdim. Beynimdeki hayalin yavaş yavaş belirginliğini kaybetmeye başlayınca özenle resmettiğim portrene göz atar, çılgın dileklerimi dudaklarına sürerdim.
Az sonra çıkar gelirdin otağıma. Yüreğimdeki nazarlar bin bir yerinden çatlar, üzerlik kokulu gülüşlerinle özlemlerini de bitirirdin. Gelişinle sevgi salıncağım göklere değer, yüreğimdeki bestelerle sana yıldızlardan serenada dururdum. Direnirdin, ellerini vermemek, gözlerime bakmamak için. Kaçardın sonra. Düşürdüğün yıldızlarını, gözyaşlarını toplardım ardından.
Saatlerin gel gitlerinden bunaldığımızda yaşamın labirentlerinde ne kadar kendimiz için yaşadığımızı düşünürdük kimi anlarda. Bizi bizden başkasının yorumlamasına izin vermez, yüreğimizdeki düğümlerin çözülmemesi için işbirliği yapardık. Seni düşünmek, hiç sönmeyecek yangınlara sular dökmekti bir bakıma. Aşkın asma bahçelerinden sevgimizi her damıttığımızda bir şarap kokusu yakardı içimizi. Ben sende ne kadar olduğumu, sen bende ne kadar kaybolduğunu düşünürken, aşkın sesi parmaklarımızda çoğul çığlıklar atardı.
Mağrur kanatlarını okşadıkça, bahçemdeki çiçeklere her gün bir yenisi ekleniyordu. Aşkın günlüğüne kazıdığım sevdan kulaklarından hiç silinmeyen, pencerenin perdesini sallayan rüzgârın hüzünlü şarkını da susturuyordu. Unutuluşlara belediğin çocuk büyüyor, beraber öğrendiğimiz direnç türküleri gülüşlerinle çoğalıyor, bir alev topu gibi bizi her geçen gün sarıp sarmalıyordu.
İşte böyle minik kelebek. Sensizlik yüreğimi kanattıkça, canımı acıttıkça yaşar mıyım bilmiyorum. Bil ki, yokluğuna dayanacak, sensizliği yaşayacak gücüm yok benim. Sensizlik canımı acıtırsa bir daha aya bakmam. Kelebeğim bir daha omzuma konmazsa, yüreğimin çiçeklerinden tad almazsa, mevsimleri de anmam. Sensizlik tanımadığım içli bir şarkı olacaksa, inan gülüm onlara da ağlamam.
Selahattin Yetgin