İÇE DÖNÜŞ
Bugün kendimle baş başa kalmak istedim ve bir yalnızlık senfonisi hazırladım kendime. Ve içime baktım en derinlerde ne kalmışsa çıkarıp yüzleşmek için. Yalnız kalmak ihtiyacıydı bu bir nevi. Aslında bulaşıcı bir hastalık gibidir yalnızlık, aşısı da tedavisi de yok. Hiçbir yere ait olmama duygusu öyle bir şey ki tarif de edilemiyor sadece yaşanıyor.
Kendinle konuşmak, yüzleşmek, içindekileri teker teker önündeki masaya bırakmak eski mektupları açıp açıp yeni baştan hepsini tekrar okumak gibi yaşıyorsunuz o saatleri. Bedenin buradayken ruhun başıboş salınmış ortalıkta geziniyor, bazen bir kuşun kanadına binip okyanusları aşıyor, bazen kanadından vurulup dalgaların arasına düşüp kayboluyor. Zamansız ve mekansız kalıyorsunuz.
İçim kıpır kıpır oluyor bazen, her çiçeği elime alıp koklamak her güzel nağmenin peşinden koşmak, küçük bir kız çocuğu gibi kırlarda hoplayıp zıplayarak koşup oynamak istiyor gönlüm.
Bazen, anılarla örülü duvarlarla kaplı bir odaya hapsediliyorum gizli eller tarafından, zaman beni alıp başka diyarlara götürüyor. O 40. odaya giriyorum hiç korkmadan tek başıma. O zaman hesaplaşma zamanı geliyor ve bir bir döküyorum heybemde ne biriktirdiysem. Cımbız cımbız topluyorum karmakarışık yığından, bütün sevgililer ve sevgileri mahkemeye çıkarıyorum ve hesap soruyorum. Odada hala duran artık kullanılmayan bir daha da kullanılmayacak eskimiş, çürümüş, çürümeye yüz tutmuş eşyaları ayırıyorum. Hepsini bir bir ayıklayıp yüreğimin çöp kutuna atıyorum geri almamak üzere. Silip süpürüyorum. Ancak atmaya kıyamadığım nadide ve güzel şeyler de buluyorum aralarında, onlara bakınca yüzüme bir gülümseme yayılıyor, bir tarafa bırakıyorum usulca kırmadan, eprimiş taraflarını görmeden, tekrar geri dönüp bakarsam içimi ısıtsın diye saklıyorum onları.
Kumsalda bile yürüsen döndüğünde ayak izlerini bulursun. Ben de o ayak izlerimi arıyorum işte bu saatlerde o odada.
Şükran Demirtaş