- 2163 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Rüzgâr Susarsa
Üç noktayla sonsuza doğru uzayıp giden belirsiz boşluğun peşinde, dilim sus nöbeti geçiriyor nicedir. Kalemimin önünü kesiyor sana yönelen dolayları tümleçler. Düşündükçe boğazıma takılan ünlemlerden yorgun, peşinde sürüklendiğim üç noktayı terk ediyorum. Yalnızlığın girdabına kapılıp, hızla uzaklaşıyorum senden. Anladım; aynı deltada buluşmayacak, aynı düzlüğe varamayacak, aynı denize kavuşamayacağız. Senin Akdenizli yanlarına benzemiyor benim yüreğimdeki akıntılı Marmara. Adın düşünce sol yanıma derin bir çaresizlik hissiyle kalakalıyor yüreğim. Sana yönelen duygularım maviye kanat açmış süzülürken gökyüzünde, ani hava değişimiyle donmuş ölü kuşlar gibi düşüyor toprağa. Sana varmak isterken, senden uzakta kaybolmuş, buza saplanmış usul usul ölen eski bir geminin solgun silueti gibiyim.
İçimizdeki özgür çocukların buluşmasıydı tanışmamız. İçimizde hapsolmuş özgür ruhlar, evden fırsatını bulup kaçmış çocuklar gibi çıplak ayak çimenler üstünde koşturup durmuştu el ele. Unutmuştuk, bağlarımız, bağımlılıklarımızı. Omzumuzda taşıdığımız sorumluk denen yükleri daha kolay taşır olmuştuk. Tam sonsuz mavilikleri kucaklayacakken, prangaların bizi çekiştiren, o son adımı atmamızı engelleyen ağırlığını hissetmiştik burkulan yüreklerimizde. Anlamıştık, ruhlarımız, hayallerimiz özgürdü sadece.
Sen ve ben eskiden, çok eskiden; ipek yolunda var olmuş, tüm insanların bildiği, sevdiği iki şehirdik bir zamanlar. Gülşen’di benim adım. Rüzgârla binbir koku, binbir renk dağıtırdım evrene. Tebessümle bakardım güne, güneşe. Su şehriydin sen. Usul usul akardı derelerin. Mavi mavi çağlayarak dokunurdun yüreklere. Ilgın rüzgârlarlar eşliğinde, sesin kokuma karışırdı. Bilmez, tanımazdık birbirimizi ama hissederdik rüzgâra saklanmış aşkın esintisini. Seni bana beni sana anlatan tacirlerin, seyyahların tuttuğu günlüklerde bahsedilen varlığımız yanan eski kütüphanelerin külleriyle birlikte savrulup gitti zaman tüneline. Önce akıllardan, sonra haritalardan silindi adımız. Anlardan, anılardan silindi, kapandı yollarımız. Kervanlar değişti, yollar değişti. Bir tek göçmen kuşların uğrak yeriydik. Onlarda yuva yapmadı yalnızlığımızın, metruk dallarına. Yolu kaybolmuş, kalıntıları toprağa karışmış iki ölü şehir olduk seninle.
Ama yine de eskiden söylenmiş, şimdilerde unutulmuş tüm ezgin dizeleri rüzgâr hatırlıyor. Hafif rüzgârlar hala esiyor kalıntılarımız üzerinde. Yine usul usul karışıyor nefesin nefesime. Sesin kokuma, kokum yüreğine dokunuyor, rüzgâr yalnızlığımıza tercüman oluyor. Bak işte yine Eylül’deyiz. Yarı yolu aşmış bir ömrün son demindeyiz. Asırlar boyu hiç değişmedi, dinle bak yine aynı ezgin melodi. Dalından az evvel düşmüş bir yaprağın hazanını saklamış içinde. Rüzgâr ki Yusuf’un kuyusundan sesler taşıyor. Rüzgâr ki yaşanmış nice aşkları anlatıyor. Rüzgâr ki Mecnun’un Leylayı aradığı sahradan savuruyor aşkın her bir zerresini. Eylül ki aşkın mevsimi. Sadece yüreğinin bordasında değil, ruhunun derinliklerinde işiteceksin bu mevsimde aşk denen hazin hikayeyi.
Sevgili, dinle sözlerimi. Susturmuş olsan da yüreğimi, sana yazıyorum. Gelişinin mevsimiydi dün. Gidişinin mevsimindeyiz bugün. Ömür takviminde günler sayılı. Unuttum desen de unutmazsın adımı. Dinle ki bu mevsimde aşktır rüzgârın adı. Hiç susmadım, rüzgâr susmadı. Hiç durmadım, rüzgâr durmadı. Bil ki rüzgâr eserse aşk olur, rüzgâr susarsa aşk ölür. Ne vakit rüzgâr susar, işte o vakit susarım ben...
Zeynep Özmen - 05 Eylül 2012
YORUMLAR
usta kalemden büyük bir hazla okunacak güzel bir yazı.Kurgu olsa bile içten ve samimi duygularla kaleme alınmış.tasvirlerin ve vurguların yeterince kullanıldığı tarihten gelen bir yaklaşımla aşk sevgi ayrılık yazıya konu edilmiş.
yaşanmış hikaye ise bu yazı böyle güzel sevgiler maalesef çok azaldı.Yinede yaşayan bence şanslı.Böyle bir aşkı tatmak acısına değer sanırım.
kutlarım kalemi.