- 710 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TUTSAK ÖZGÜR/LÜK
Yarası yarama benzeyen bir çocuk vardı. Adı Özgür’dü. Hayatı boyunca adına hasret yaşamıştı.
En çok saçlarını severdim onun.
Ömrümün en uzun yollu saçlarıydı. Ömrüm gibi siyah beyaz ...
Onun saçlarına dokununca huzurdan öte birşey akardı içime. Daha derin, daha koyu, daha başka, bambaşka birşey...
Saçlarını rüzgâra savurduğunda, çocukluğumun isli yollarında koştururdu beni soluk soluğa.
Sonra nedense bir kaldırım taşına takılır düşerdik .
Kan içinde kalırdı dizlerim onun saçlarını koklayınca. Uzun uzun bakardık birbirimize, sonra sebepsiz ağlardık...
Aynı yollarda koşup, aynı taşlara takılıp düşmüşlük vardı yazgımızda.
Ondandı belki de Özgür’ün saçlarına bu denli bağlanışım ve onun saçlarıyla hayata tutunuşum.
Kokusundan anlardım, kokusuna karışırdım bu yüzden. Özgür’ün saçları dışında her yanı toprak kokardı.
Toprak kadar anaç, toprak kadar derindi ondaki yürek.
Tenine değince o saçlar, anlatılmaz bir huzur kaplardı ruhumu.
Çünkü Onun saçları kokusunu yağmurdan almıştı. Damla damlaydı her teli, damla damla savrulurdu toprak işlemeli tenine...
Ama gelen geçen üstüne basıp çiğnerdi güllerini, kendi toprağına gömülürdü ...
Adı Özgür’dü ve daha doğarken asmıştı kendini göbek kordonuyla. Biliyordu sanki hayata vereceği ilk merhabayla adına elveda diyeceğini..
Çocukken annesi hiç makas vurmamış saçına, sanki içine doğmuş her telin yağmura sarılarak büyüyeceğini.
Babası cemaatlerde uzun boyluymuş, aslı yerin dibinde büyüse de.
Saçları soldan sağa taramak sünnet diyerek, yeni bir moda başlatmış Özgür’ün tutsaklığında.
Jölelerle, inek yalamış tabiri yatırmaya başlamış saçlarını okula giderken. Sonra birgün uzun olduğu için kısaltmasını istemiş öğretmeni.
Herkesin hayatına karışmasına öfkelenip berbere gitmiş, kısacık kestirmiş saçlarını.
Ama bu defa da sağa yatırmak mümkün olmamış. Öyle denemiş, böyle denemiş, nafile....
Mecburen dik yapmış saçlarını o zamanın popçuları ve tüm arkadaşlarının yaptığı gibi. Onun tutsaklığındaki modaya zıt düşecek bir modelle eve gitmiş.
Nasıl olur da modaya uyardı sözde dindar bir babanın çocuğu?
Nasıl babanın dediği söze uymaz da kafa tutardı dik saçlarla?
İnfaz edilmeliydi bu günah tohumu, yargısız.
"Kimlere özeniyosun sen,
herkes yapıyorsa sen de mi yapmalısın
O özendiğin popçular bi tarafını satsa sende mi satacaksın" diye bağırarak üzerine yürüdü,
Önce saatler süren temiz bir dayak çekti, sonra da saçlarından tutarak banyoya sürükledi, Özgür’ü ve hiç yaşayamadığı özgürlüğünü.
Hala bitmiyordu öfke dolu babanın dayak seansı.
Öz evladını bir tekmeyle küvete yuvarlayan sözde baba, jileti eline alıp suya sabuna gerek duymadan, kafasının ortasında yuvarlak bir boşluk kalacak şekilde kazımaya başladı.
Çünkü onun hasta beyninde gördüğü şey saç değil, kendi diktatör rejimine başkaldıran çıbanlardı ve bir an önce yok edilmeliydi...
Her darbede bir tutam saç düşüp, Özgür’ün patlamış dudağından akan kana karışıyordu.
Hala ne yaptığının farkında olmayan baba karşısına geçerek "Bak kelaynak gibi oldun, artık daha güzelsin, şimdi git nereye gidiyorsan" deyip gülerek banyodan çıktı.
Önce yağmur damlaları düştü yere, sonra toprak uzun uzun ağladı.
İçindeki masum çocuk isyana bürünüp, gözyaşıyla kaldırdı yürek duvarında asılı duran tabloyu. Taşlaşmaya çalıştı .
O tabloya neler çizmişti, gökkuşağından hangi renkleri çalıp da boyamıştı, kimseler göremedi. Bundan sonraysa zaten görmesinlerdi!
Özgür’ün hayat resmi vardı o duvarda. Çiçekleri ezilmiş, renklerine çamur atılmış, çizgileri kördüğüm olmuştu şimdi.
Nasıl çıkacaktı sokağa?
Peki okula nasıl gidecekti ?
"Neden" diye tavaf edilen binlerce sorunun dibinde öylece çöküverdi. Yoktu cevabı isyandan, sövgüden başka.
Kafasında dönüp duran "neden" lerle, musluğu açıp kendi elleriyle babasının yaptığı pisliği temizlemeye başladı.
Küvet giderine sürüklenen her saç teliyle birlikte, onun da hayatından bir gün, bir umut, bir hayal, kanalizasyonun kirli sularına karışıp kayboluyordu.
Sonra evden bir bez parçası alıp başına bastırdı. Amacı saçında kazınmış kısmı kapatmaktı. Peki yüreğinden kazınan umutların boşluğu neyle kapanacaktı?
Ablasının evine kaçtı, ne eve ne okula nede berbere gitmedi.
Berber sormayacak mıydı, kim seni bu hale getirdi diye.. Babam yaptı diyemezdi. Utandı, babasının utanması gerekenlerden.
Bir hafta kendini eve hapsetti. Sonra annesi gelip aldı ablasından.
Yalvardı, gözleri kan çanağı "Götürme anne, ne olur o eve götürme beni bir daha!"
Gitmek istemiyordu, nasıl istesin. Zaten her gün sebepsiz yere yediği dayakların saat hesabı kalmamıştı.
İlk defa o gün tüm gününü annesiyle geçirdi. Gece olunca da bir caminin inşaat halindeki katına gittiler. Soğuk moğuk demeden sabahladılar orada.
Sevincinin tarifi yoktu, olamazdı. İlk defa annesi onun için bir savaş veriyordu.
Kurtulacaktı sonunda cehenneminden. Ama cepte para olmadan kaç geceyi daha sabah edebilirlerdiki camii inşaatında? Mecbur döndüler eve.
Tiksindi paranın gücünden, parasızlığın altında ezilmekten. O kağıt parçalarının yokluğu yüzünden kelepçesiz kendi ayaklarıyla döndü hücresine.
Kendi elleriyle çok sevdiği saçlarını tamamen kazıması gerekiyordu.
Denedi, yapamadı. Bir daha denedi, ağlamaya başladı...
Annesi geldi banyoya. Tamamen kesti saçlarını, gözündeki yaşlar göğsündeki anneliğini yaka yaka...
"Bir daha kimse ben istemeden kesemeyecek saçlarımı anne" dedi Özgürüm!
"Bir gün hayallerim kadar uzun olacak bu saçlar"
Okula dönmek mecburiyetindeydi. Şapkasını derste çıkarınca alay konusu oluyordu.
Hoşlandığı, utanıp da yüzüne bakamadığı kızlara madara olmuştu.
Değil okula gidecek, sokağa çıkacak hâli kalmamıştı artık. Bıkmıştı herkesin alaycı bakışlarından.
Okulu tamamen bıraktı bu yüzden. Bir daha da hiç gitmedi.
Eğitim hayatı da babasının jiletiyle kesilip atılmıştı.
Oy kadersizim! Oy saçları rüzgârda savrulunca, çocukluğumun isli yollarında el ele koşturduğum eş yazgım.
Toprağını yağmura mı küstürdüler senin...
Yıllar sonra Özgür’ü gördüğümde, hayalleri kadar olmasa da umudu kadar uzamış gördüm saçlarını.
Ağlarken saçlarındaki her tele umutla bir damla sarmıştı yağmurdan emanet.
Hayata karşı, özgürlüğe verdiğimiz savaştaki zaferi büyütmüştü Özgür saçlarında
"Ben istemeden kimse kesemedi saçlarımı!
En başa sardım makarayı, artık istediğim neyse ordan başlayacağım hayata uzatmaya "dedi
Ben saçlarını seviyordum Özgür’ün.
Ben ondaki ezilen çiçeklerin yeniden doğuşunu izlemeyi,
Ömrümün en uzun yolunda gezmeyi seviyordum, kokusuyla ruhumdaki çocuğun kanayan yarasına toprak basmayı.
Artık koklayınca kaldırımlarda düşmeden, dizlerimizi kanatmadan savruluyoruz rüzgâra.
Şimdi başım omuzuna dayalı, bir zamanlar duvarından indirdiği hayat tablosunu seyirdeyiz.
Yağmurun toprağa düşerkenki yeniden doğuş kokusuyla...
Gülşen Mavi