- 595 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hüzün Labirentleri
Mavi düşler giy bu gün bedenine
Kuma gömdüğün saatleri koluna tak
Sil savaş çamurlarını ay yüzünden
Sonra koş yüreğimin sessiz iniltisine.
Sana sevgiden ne kadar söz açmamayı denesem de öfkeyi ağzıma her doladığımda bir kürek mahkûmunun sızıları yer bitirir içimi. Üzünçlü bir dert gibi ruhumu sarıp sarmalayan gözlerin, insan çölünün sonundaki ismin, etimin kılcal damarlarına işleyen sesin, uğrunda gündüzlerimi harcadığım gecelerim bir felâket sonrası tufan gibi kaplar benliğimi.
Yıldızlar evrim geçiren tozlarını üzerime serptiğinde felâkaketler yağsa da evrenime ve sonum olsa da elvadaların, koparılmış tüm çiçeklerin biçiminden ve göğsümün boşluğuna durmaksızın yağan hüzünden yine de kaçmam ben. Sevdalanmak için ne bahar, ne güz, ne de kış silemez mevsiminin öldürücü yazını. Gençlik ağularını sevdamın ışıklarından esirgedikçe, çiçek serpili yüreğime koşmadıkça ve bu sevdayı öylesine yaşamaya çalıştıkça olmazlar labirentinde bulamayacağız asla birbirimizi.
Yaşamak için geldiğimiz bu yerkürede safsatalardan soyut tutabilirsek kendimizi ve öküzlerimizin kağnılarından kurtarabilirsek koşumlarımızı gökyüzüne mutlu bakışlar atabiliriz elbet. Yaşlı bir ağacın dallarında sallanan bir adamın son arzusudur düşlerini sorgulamak. Kimi doğum sancıları çeker bu yerkürede, kimi de pembe geceler geçirir usundan. Bir çocuk viyaklaması yarar gecenin koridorlarını saatlerin alabildiğine hızlı aktığı anlarda.
Ben senin teninden arınıp düşmüşüm bu yerküreye gül dudaklım. Kokunun peşinden bugünlere bastonuyla gelen ve sevdanın sokağında seni hâlâ ilk günkü gibi bekleyen bir âmâ’yım belki de. Her bakışımda sana aynı heyecan, aynı istek ve aynı arzuyla yanıp tutuştuğum sebebi bilinmez, teşhis edilemez bir hastalık gibi sarsa da ruhumu, düş içinde ömür tüketen nicelerinden soyutlayabiliyorum anlayacağın kendimi.
Maviye boyadığım düş saraylarıma, pembe çiçekler açan gönül bahçeme girmemeye yeminler mi ettin söyle? . Ne zaman bitecek ruhumu tarumar edişin böyle? Çöllerindeki kum fırtınaları geçtiğinde, aramızdan geçen yıllar bizi birbirimizden kopardığında ne kadar geriye dönüp bakmaya yeltensen de sessizliğin o vahşi ormanlarında kaybedeceksin kendini.
Günlerdir gözlerini çepeçevre istilâ eden gözyaşlarının sebebi işte bunlar bebeğim. Ben kendi kulemde seni beklerken, sen vefa duraklarında yansımanı aradın. Arzuların ezgili bir türkü gibi bedenini her çevrelediğinde kaçışlara vurdun kendini. Sen ki gül’dün gözleri kamaştıran. Güzelliğinin izdüşümlerinde yıldızlar sen geçerken eğerdi başını. Endamını ay kıskanır, gezegenler telaşa dururlardı gelişinle.
İşte bu andan sonra asla çözemeyeceğimiz bulmacalar çevrelerdi ansızın gönül sayfalarımızı. Birbirimizi anlamadan konuşur, dokunmadan yapılan bir ayinle sevişirdik dakikalarca. Gözlerimiz ormanların yalnızlığını yere serer, ihtiraslarımız doruklarda ölümle alay eder, ellerimiz birbirine değince depremler sallardı yeryüzünü.
Kim bilir, belki de aptalca bir öykünün kilometrelerinde birbirimizi çok istedik, ancak başaramadık. Korkularını yüreğine belediğinde içindeki çocuklar tatlı uykularından uyanarak sokaklara koştular. Ellerinin ve dizlerinin çamurlarıyla tahta bebekleriyle oyun oynamayı seçtiler. Sen ve ben, birbirine sevdalı iki kutup yıldızıyız anlayacağın ve uzaktan birbirimize göz kırptık buncadır. Ne yaptıksa, ne ettikse birbirimizin yörüngesine asla giremedik.
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.