- 3342 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Hiç sizi seven birini terk ettiniz mi?
Hiç sizi seven birini terk ettiniz mi?
Aşk ansızın ortaya çıkabildiği gibi ansızın da gidebiliyor ve siz uyurken birinin sıcaklığını hisseder gibi hissediyorsunuz aşkı, yanınıza sokulduğunda yüzünüzü dönüyor ve ona sarılıyorsunuz, ancak gittiğinde yatağın diğer tarafında yazılar kullanılmadan bir veda notu olarak yokluğun soğukluğunu bırakıyor. Bu size aşkın veda öpücüğü...
Ona gerçekten aşık olmadığıma ne zaman karar vermiştim kestiremiyorum ancak bir sabah kalktığımda ismimin Murat, 30 yaşında bir erkek olduğumu düşünmeden nasıl bilebiliyorsam öylece biliyordum, ona aşık değildim.
Hislerimin içimde böyle başına buyruk değişime uğruyor olması benim için de ilginç bir durum, aslında ilk kez olmuyor bu, defalarca benden bağımsız kararlar aldı beynim, onun için bu konuda sanırım ben bir otorite değilim. Düşünsenize; ilk kez tanıştığınız biriyle 2 ay geçmeden fena halde samimi olursunuz, gülüyorsunuz, şaka yapıyorsunuz, sırlarınızı paylaşıyorsunuz ve bir an durup düşündüğünüzde o kişinin, ‘bir yabancıdan’ sıyrılıp gülüp eğlendiğiniz bir arkadaşa dönüşmesi nasıl mümkün olmuştur, o eşik ne zaman aşılmıştır ve buna kim karar vermiştir kestiremiyorsunuz. İlginç.
Tüm bunlar halen çiğnediğim bir düşünce yumağı olduğundan Ayla ile önceden ayarlanmış randevuma gitmek için sigaramı söndürdüm ve oturduğum koltuktan acelem varmışçasına kalktım, daha yavaş hareket etsem hiç kalkamayacak, hiç gidemeyecek gibi hissettim. Aklımdaki “artık sevmiyorum” düşüncesinden hızlı hareket edip bir an önce yola koyulmam gerekiyordu bunu yapmalıydım bu tıpkı sıcak bir yumurtayı hızlıca alıp tabağa koymak gibiydi, ne kadar hızlı olursan sıcaklığı o denli az hissedersin, o denli canın az yanar.
Saat kaç demişti, sanırım öğleden sonra iki gibi denmişti. Aslında düşünmeme pek gerek yoktu; “sürekli iletişim” adında, çağın zalim bir döneminde yaşıyorduk; canı isteyen herkesin her an istediği kişiye ulaşma imkanı olduğu zalim bir dönem. Evet, telefonu açmamak bir alternatif ama geri dönüş yapıp izahatta bulunmak ağır başka bir külfet. Hiç dönmemek ise, sonrasında yaşanacak sitem dolu başka bir diyalogun kapısını açıyor aslında. Sonuçta telefonunuz çaldığında tiyatroda sahne sizin oluyor ve ruh halinizin önemi olmaksızın sevimli, özlem dolu, ilgili bir insana dönüşüyorsunuz. Bu ikiyüzlülüğe ise insan canlısı adını veriyorlar. Sahte ve yapay buluyor ama bolca yapıyorum.
Tüm bunları düşünürken, telefonumu daha sevimli yapmaya çalıştığım melodi dile geldi. “Hey sen orada ki ne yaptığın umurumda bile değil, gel ve beni aç, aksi halde daha yüksek sesle bağırır ve lanet evi başına geçiririm. Çabuk aç beni!”
-Efendim hayatım
dedim telefonun sinir bozucu tavrını görmezden gelerek
-Murat ne giyeceğime karar veremedim, geçen doğum günümde aldığın t-shirt’le kot pantolonumu mu giysem yoksa etek mi giysem? Çabuk karar ver ütü açık.
Aynı evde yaşasak konuyu böyle bodoslama girilir ama o gün yapılan 3. görüşme olması hasebiyle yan odadan bana sesleniyormuşçasına konuşabiliyor; sürekli iletişim kendini iyiden iyiye gösteriyor yani. Bu arada ne giysem sorusunun muhatabı ne ara ben oldum ve eskiden de bundan rahatsız olur muydum? Bilmiyorum ama bu diyalogun aslında paylaşım adını verdikleri olay olduğunu biliyorum. Ayla üzerine düşeni yapıyor, peki o halde beni bu denli rahatsız eden şey nedir?
-Hımmm
Aslında sen bilirsin demek ve konuyu kapatmak gerektiğini düşünüyor olabilirsiniz ama tecrübelerim kısa diyalogların asla “sen bilirsin” ile başlamadığını bana öğreteli çok oluyor.
-Amma düşündün hayatım ya
Hayatım... Bunu söylerken mecaz yapmadığını biliyorum, bir şekilde onun tüm hayatı oldum ama nasıl ve daha önemlisi bunu istedim mi?
-Kot pantolon ve t-shirt olsun bence
-Neden? Yeni eteğim de çok güzel ve sen onu hiç görmedim.
Dünya üzerinde, görmediğim bir eteği neden istemediğimi açıklayacak cümle olmadığı için işi biraz haylazlığa vurup konuyu kapatmak istiyorum.
- çünkü seni ilk öyle görmüştüm ve kalbimi o zaman sana kaptırmıştım kot pantolonuna bayılıyorum.
Ben yalan söylüyorum ve o kıkırdıyor sonunda kot pantolona razı geliyor, kapatıyoruz.
Peki benim oynadığım bu oyunda neyin nesi, neden ona kur yapıyorum, neden kendini benim tarafımdan sevildiğine ikna etmeye çalışıyorum? Gerçeği söylemek hatta kusmak istiyorum. İğrenç bir gerçeklik bulamacı ama hakikatin ta kendisi ama bunun yapılması gereken şey olduğuna emin değilim yani birine öylece “Merhaba, artık seni sevmiyorum, bugün görüşmeyeceğiz ve ne giyeceğine karışmak sanırım artık hakkım değil” diyemezsiniz. Bilmiyorum, kulağa doğru ama çok acımasızca geliyor.
Buluşacağımız kafeteryaya ilk ben ulaşıyorum, toplamda 4 masa dolu ve herkes çift olarak oturuyor. Bir sigara yakıp yaklaşan garsona birini beklediğimi işaret ediyorum. Benim dışımdaki herkes ne kadar telaşsız ne kadar samimi görünüyor, metal masanın üzerine ki küllüğe bakıyorum, gözlerim dalıyor, onu beklerken yeni bir boşluk oluşuyor hayatımda, düşünmek için yeni bir alan, beynim hevesli genç bir müteahhit gibi bu alanı değerlendirmeye başlıyor; “Neden ondan ayrılmak istiyorum? Beynim daha çok mutsuzluk pompalıyor vücuduma. Bu histen nefret ediyorum, nedenini bilmediğim üzüntüden ve melankoliden nefret ediyorum. Yemek borumda koca bir erik takılmış gibi nefes almakta güçlük çekiyorum ve sandalyede huzursuzca kıpırdanıyorum ama hislerim istifini bozmadan ellerini daha sıkı geçiriyor boynuma, boğuluyorum.
Ayla’dan neden ayrılmak isteyeyim ki? O; genç, ortalamanın üzerinde güzel, tahsilli, güzel bir ailesi olan, kendi ayakları üzerinde duran ve belki de en önemlisi bana aşık olduğundan emin olduğum bir, peri. Evet ama, artık bana ait olmayan bir peri... Bunu nasıl bu kadar güçlü hissediyorum şu anda, neden ondan ayrılmak için bu kadar aceleciyim?
İşin diğer yani oldukça gururlu biri, ona rol yapıp ilişkinin devamını sağlamakla kendisine belki daha büyük bir kötülük yapacağız; ona acımak, merhamet göstermek sevgisi gibi gururunu da harcamak olacak, yapmamalıyım. Peki ama ne diyeceğim, hangi cümlelerle ona elveda diyeceğim, hangi bakışımla ona bu işin bittiğini söyleyeceğim, hangi dokunuşumla ondan ayrılacağım ve öperek karşıladığım birinden bir ceset gibi ayrılmak nasıl mümkün olacak? Tanrı aşkına mideme kramplar girmeye başladı bile, 15 dakika sonra burada olacak, yoksa ertelemeli miyim?
Bir sigara daha yakıyorum, kafamı arkaya atıp gözlerimi kapatıyorum. Sandalyeye sanki birazdan idam edilecek biri gibi oturuyorum tekrar, avuç içim terliyor, birazdan burada olacak ve ben onu göreceğim için bu denli en son ne zaman heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Fakat bu da saçma, kimse kimseyi ömür boyu her gördüğünde böylesine heyecanlanamaz, nihayetinde bu stres insanı öldürür. Ben bu stresi kaldırabilecek biri değilim, kesinlikle değilim. Derdim ne benim tanrı aşkına.
Pekala son 10 dakika lütfen ortaya bir strateji koymalıyım aksi halde olacaklar hem beni hem onu daha fazla üzeceğine eminim. Kendimle konuşmaya başlıyorum sonunda, evet, daha öncede birilerinden ayrılmıştım ama kimsede Ayla’da hissettiğim şeyleri hissetmemiştim. Ne gibi şeyler mi? Bu soru onun hakkındaki pozitif düşüncelerimi açıklamaya teşvik eder beni, sence bunun için uygun zaman mı? Sanki bunu ayrıldıktan sonra pişman olmak için yapmalıydım, şimdi değil, körü daha öldürmeden gözlerini övmek doğru gelmiyor bana. Pekala... her şeyden önce beni seviyor, bunu iliklerime kadar hissedebiliyorum. Sonra harika bir vücudu var, güzel, lüle lüle, altın gibi saçları, hep hayalini kurduğum gibi bir fiziğe sahip zaten benim için diyetine çok dikkat ediyor ki bu da bizi, benim için ne kadar fedakarlık yaptığı gerçeğine götürüyor. Şimdi düşününce aklıma geliyor ne zaman canımı sıkan bir şey anlatsam beni rahatlatmak için öyle amansızca çırpınıyor ki sırf bu çabasının işe yaradığına inanması için sanki sıkıntım gitmiş gibi yapıyorum, işin komik yanı bir süre sonra sıkıntımı eskisi gibi kafama takmadığımı, sanki geride bıraktığımı hissediyorum. Onun için başlayan şey bir şekilde benim oluyor. Hatta bir keresinde Annem evde yokken hastalanmıştım ve gecenin bir yarısı taksiyle bana gelmişti, mübalağa yok tüm gece başımda beklediğini ve benimle ilgilendiğini hatırlıyorum. Ertesi gün uykusuzluktan şişmiş gözleriyle bana bahşetmiş olduğu şefkat dolu bakışları, canımın sıkkın olduğu vakitlerde halen içimi ısıtan bir kare biliyor musun? Ve ben sırf o geldi diye iyileştim. Biliyorum çünkü o baş belası boğaz ağrısı beni 3 gün yatırır bir hafta süründürürdü ama o geldiğinde 2 günde ayağa kalkmıştım. Şimdi düşününce onun için iyileştim gibi hissediyorum, ilginç değil mi?
Mesela, ailesinden bahsettiğinde öyle doğal, öyle sevgi dolu anlatıyor ki, elindeki parlak taşın ne kadar güzel olduğundan bahseden bir çocuk gibi konuşuyor, bilmiyor elindeki bir elmas parçası, çok kıymetli bir maden ve milyonlar değerinde, o ise sadece parlak güzel taşı seviyor bunun güzelliğine kıymet veriyor. Gerçek dünya da sorunsuz bir ailenin ne denli kıymetli olduğunu bilmiyor sanki. Bu konuda en az benim kadar şanslı. Şimdilerde pahalı olmayan taşları seven kaç kişi mi tanıyorum? Sanırım hiç tanımıyorum büyük ağabey, ve işin ilginç yanı ne biliyor musun? Kendisine aldığım 3 kuruşluk nazar boncuklu kolyeyi bugün düğünlerde giydiği abiyelerde dahi çıkartmıyor. Ona bunu verdiğim günü hatılıyorum, hediye kutusunu açtığında sanki şehrin anahtarını vermişim gibi bakmıştı bana, mutluluk nidaları beni sanırım daha çok mutlu etmişti o vakit. Şimdi işlemek üzere olduğum duygu cinayetini düşündükçe bu hislerim kendimden nefret etmeme neden oluyor.
Acaba aşkın öldüğü ve sevginin kaldığı o dönemin içinde olabilir miyim? Mumları üflenmiş ve bölünmeye başlamış bir pasta mı benim ilişkim, bütünü ifade etmese bile hala bir şeyleri mi temsil ediyor? Daha önce bunu defalarca kez işitmiştim. Aşk er ya da geç insanları terk eder, sevgi denen daha güçlü bir emanetçi bırakır arkasında. Sevgi, insanı daha samimi ve daha berrak şekilde kavrar, kırklı yaşların insana kazandırdığı o bakış açısı gibi, daha telaşsız ve daha berrak. Neden olmasın? Neden aşk yerine sevgiyi aramayayım? Ama nasıl? Aşk insana kendini var gücüyle hissettiriyor, biliyorum çünkü gittiğini hemen anladım, anlamadım bile sadece bildim. İnsan birini sevdiğini nasıl anlar ki, mesela onu kaybetmekten korkuyorum bu onu sevdiğim anlamına mı geliyor peki? Belki de tamamıyla yanılıyorum, aşkı hissedebiliyorsam sevgiyi de hissetmem gerekiyor, öylesine, düşünmeden.
Birkaç dakika sonra yanıma gelecek, onu nasıl karşılamalıyım? Hiçbir şey yokmuş gibi samimi karşılayıp sonrada gerçekten aklımdan geçenleri avcuna mı bırakmalıyım? Belki de bu konuda biraz daha kafa yormak, daha detaylıca düşünmek için sadece bugünü atlatmayı denemeliyim. Bir sigara daha yakıyorum, avuçlarım terliyor ve kalbim kafesinden firar etmek istercesine zorluyor beni, çıkarın beni diye bağırıyor adeta. Umursamıyorum, benimle birlikte azap çekeceksin, hayatımın geri kalanını mahvedeceğim bu birkaç dakikayı beraber geçireceğiz.
Vakit tamam, uzunca bir koridordan bana doğru gelecek, onu ilk gören ben olacağım. Yüzümde vakur bir ifade olacak, hoş geldin diyeceğim telaşsız görünmeye çalışarak; meraklı, endişeli gözlerini ve sözlerini sükunetle susturacağım. Bir süre yere masaya bakıp göz göze gelmemeye çalışacağım, sigaram hale küllükte ömrünü yerken bir sigara daha yakacağım. Bu işlerin ters gittiğini fark etmesine yetecek eğer bu yetmezse ellerimin nasıl titrediğini fark edecek mutlaka. Vaziyetim, vakur duruşumun altındaki fırtınayı işaret edecek ve gözlerindeki endişe büyüyecek, sevgi dolu cümlelerle benden neler olduğunu anlatmamı isteyecek, ben ise tıpkı filmlerdeki gibi beni dinle, bu sabah seni sevmediğimi fark ettim diyeceğim, onun yüzündeki ifade benim hayal gücü sınırlarımı aştığından ve bunları söylerken gözlerine bakamayacağım için asla bilemeyeceğim bir hal alacak. Bana titreyen ve şaşkın bir sesle soracak “Neden?” ve ben ona diyeceğim ki, lanet olsun bilmiyorum ona ne diyeceğimi.
Aman Tanrım Geldi. Of! şükürler olsun ki gelen o değilmiş, karnımdaki artan kramplar midemde bir kalp daha varmış gibi hissetmeme neden oluyor ve ruh halim şu an çay sipariş etmeye dahi uygun değil, kesinlikle ona bunları söyleyemem kesinlikle buna hazır değilim. Kalksam, gitsem ve randevumuzu ertelesem, acil bir işimin çıktığını ve onunla sonra görüşmeyi teklif etsem, küçük bir pembe yalanla iğrenç koca bir gerçeğin üzerini kapatsam, beyaz bir kefenle ölüyü gizlesem. Korkağım evet ve umurumda değil, bunu yapacak cesaretim yok en azından şimdilik.
Artık çok geç onu görüyorum ve o da beni görüyor. Çok güzel görünüyor, masumca el sallıyor ve adımlarını hızlandırıyor ve ben yüzümün şeklini bilmiyorum, gülüyor muyum yoksa vakur bir duruşla mı karşılıyorum onu?
YORUMLAR
Aynı duyguları tam 1 ay önce yaşadım.Ne zaman onun tarafından terkedildim ardından yapmak istediğim kararlara odaklandığımda bunun bi aşk olmadığı sadece bii alışkanlık olduğunun farkına vardım.Şimdiyse bu 4 yıllık alışkanlığımdan kurtulma yolunda ilerliyorum.Ne kadar zor olsa da eğer insan karşısındakini sevmediğini anlamışsa artık ona dönmesi imkansız.Bu durumdan en az hasarkla kurtulmanız dileğiyle.
eflatun_platon
merveate
nesrin_nesrin
Bende sizin yaşadığınız duyguları yaşadım Mayısın 12 si 1yıl olacak.sizin yaşadığınız duyguları yaşadım fakat karşı taraftan. 30 Ağustosta 3. yılılımızı kutlayacaktık.Yazdığınızdan anladığım kadarıyla biraz inişli çıkışlı bir beraberliğniz olmuş.Birgün gelelecek ve ona sevmediğinizi söyleyeceksiniz, belkide söylediniz.4 yıl ona sevdiğnizi belkide aşık olduğunuzu söyleyip ve birgün onu sevmediğinizi anlayıveriyorsunuz.Israrcı olduğunu söylemişsniz demekki o sizi çok seviyor. Hangi insan sevilmediğini duyunca yada hissetiğinde ısrar edeblilirki? Şimdi onu düşünüyorumda .... Kendi acılarım geliyor aklıma .Hala kalbim acıyor, içim yanıyor ve bir türlü içimdeki boşluk dolmuyor. Bir insan gözünün içine baka baka yaklaşık 3 yıl boyunca seni seviyorum diyor ve sende bütün sevgini , aşkını ortaya koyup acı tatlı birçok şey yaşıyorsun bütün gelecekle ilgili planlarını yaparken en baş köşeye onu otourtuyorsun. Bazenonun için aileni bazen arkadaşını dostunu karşıya alıyorsun.Arada tartışıp küstüğünüz zaman barışmaya çalışırken etrafında pervane oluyor ve diyorsunuz '' Tamam bu ben seviyor beni özlüyor bana aşık "öyleki ona aşkım demediğin için sana kırılıyor. Daha neler neler.Tamam benim aradığım mutluluk benim istediğim aşk bu diyorsun ve birgün gözlerinin içine bakarak doğacak ilk çocuğumuzun ona mı bana mı benzeyeceğini düşünürken aynı gözlere bakıp artık ben seni sevmiyorum diyor.Önce şaka yaptığını düşünüyorum konuşma devam ettikçe bazı şeylerden bana kızdığını düşünüyorum . Fakat kendi vicdanını rahatlatmak için benim kendime iyi bakmam gerektiğini benim çok iyi biri olduğumu daha iyi birine layık olduğumu anlatan cümlelerden sonra artık beraberliğimizin devam edemiyeceğini söylüyor.Ben bunu ne akla ne vicdana ne aşka ne sevgiye en önemlisi insanlığa sığdıramadım.Düşündüm düşündüm günlerce düşündüm mantıklı bir cevap bulamadım.İnsan 3 yıl boyunca nasıl sevip sevmediğini anlamaz .Madem emin değilsin neden bu noktaya getirdin baştan ayrılalım.Enazından Eflatun 3. buluşmaya giderken anlamış.
Konu uzayıp gidecek. sonuç olarak ben aylardır tedavi görüyorum .Hala onu görünce içime ateş düşüyor.Hala onu çok özlüyorum.Onun adını duyunca yüreğim hopluyor.Duyduğuma göre debeni terk etme sebebi olan çocukluk aşkını bulmuş, arsızca unun gözlerine bakarak sevdiğni söylüyormuş.
Kusuruma bakmayın Eflatun un yazısında ve sizin cevabınızda kendimi buldum.Birkaç cümle söyleyip çıkayım diye düşündüm.Fakat acılarımı gömdüğüm kalbimin kapağını açınca tutabildiklerimden dökülenler bunlar. ilgilenirseniz birkaç göne yaşadıklarımı yazıya dökmeye çalışacağım.