12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2737
Okunma
ELAZIĞ ‘a SEVGILERIMLE
Yeni evli ve çocuksuzuz. Eşimin annesini ,hastaneye kaldırmışlar ve safra kesesinden acil ameliyata alacaklar. Patnos’ dayım, hastaneye tam bin sekiz yüz yetmiş beş kilometre uzaklıkta , karımın ağlamalarına dayanamayıp, bin dokuz yüz atmış model, on iki yaşında ki, emektarım Ford Taunus ile iznimi alır almaz yola çıkıyorum.
Her şey ,yolunda gidiyor. Yollar oldukça bozuk ama benim emektarda iyi kaçıyor, bu yollarda. Şöyle dağ yamacında, bir tarafı uçurum, bir tarafı yüksek kayalar arasında, kıvrıla kıvrıla, boş yollardan süzülürken, arabayı biraz yavaşlatmak istiyor ve frene dokunuyorum.
Aman Allah’ ım , fren pedalı ,dibine yapışmış olmasına rağmen, araba süratlenerek yol alamaya , devam ediyor. Otomatik vitesi ,önce iki ,sonra bir pozisyonuna getirip ,el freni ile zor bela duruyorum.
Elazığ’ a on kilometre levhasına ,bir metre kala, zor durdurdum .Arabamın kaputunu açıp baktığımda, sadece Ate Hidrolik konması gereken, körüğün Shell yağı koyduğumuz için, patlamış olduğunu, akan Hidroliğin ,dumanlar çıkarttığını ,çaresizce görüyorum.
Karım zırıl zırıl ağlıyor. Ona korkmamasını söyleyerek, sadece el freni ile çok yavaş ve tedirgin olara, Elazığ Sanayi Çarşısına geliyorum. Günlerden cumartesi ve akşam olmak üzere. İlk gördüğüm tamirciye girip ,durumu anlattığımda, Hasan Usta hemen Ford parçası satan bir bayii arıyor. Parça ne yazık ki yok. O geceyi, otelde geçirebiliriz diye, düşünüyorum. Ama yarın ne değişecek ki.?
Hasan usta, bu fikrime birazda kızarak, karşı çıkıyor . ‘’Ne yani Kumandan, biz Tanrı misafirini, yatıramaz mıyız? Ben, karımın kızlarımın, yüzüne nasıl bakarım? Dünyada bırakmam, yürüyün eve gidiyoruz’’
Haydaa, bu titiz karıyla, tanımadığım bir ev, yabancı sofralar, yataklar, tuvaletler… Ulan freninin de, arabasının da, atla otobüse, git be adam. Ama çaresizim artık. Arabayı, Hasan Usta’yı takip ederek, mütevazi evinin önüne çekiyorum .
Bizi, güler yüzlü bir Anadolu kadını ve üç güzel, devamlı gülümseyen kızlar karşılıyor. Misafir odası, mis gibi temiz çarşaf ve yorgan kokmakta. Çeyiz sandığından çıktığı belli havlular, kullanılmamış, kokulu sabunlar ve adeta onlara ,misafir verdiği için ,Tanrı ya şükreden pırıl pırıl kızlar ,temiz bir kadın ve yiğit bir adam .
Sofra da çok mükellef. Komşulardan destek alınarak zenginleştiği belli. O kadar da ,güzel yöre yemekleri var ki , yemezsem ayıp olur valla.
Arabanın anahtarını alıp, yemekten sonra kaybolan Hasan usta, biz sabah kahvaltısına davet edilirken, her tarafı yağ içinde çıkıp geliyor. Sabahladığı gözlerinden belli. Yüzünde mutlu bir gülümseme var
‘ Tamam Kumandanım, yola çıkabilirsiniz’
Ne yaptığını soruyorum, önce söylemek istemiyor, ama elime eski Vestenhaus ’ umu verdiğinde, durumu biraz daha anlayabiliyorum.
‘Bir başka tamircinin, Opel arabası vardı. Ona ,durumu anlatınca, yolda kalana bugün yardım etmeyeceğiz de, ne zaman edeceğiz ? diyerek, arabasından söküp ,senin arabaya taktı.’
Yahu ben, belki bir ay gelemezsem ,bu adam arabasını bile kullanamayacak, bu nasıl bir duygudur ki, tanımadığı, görmediği bir adama , kendi arabasını garaja çekecek kadar iyilik hisleri taşıyor?
Sabah erkenden, kahvaltıyı bitirip yola çıkarken, bütün gece, hafif tıkırtılarını duyduğumuz faaliyetin de, bize kumanya hazırlamak olduğunu, elimize verilen koca paketten anladık. Tavuk, köfte,börekler, sebzeler, meyveler, taze yufka ekmekleri, peynirler, kavanoz kavanoz reçeller ve daha pek çok yöresel yiyecekler. İstanbul’ da bile, birkaç gün onları yedik, bu güzel, saf kan Anadolu insanlarını anarak,
Rahmetli Rüçhan Adlı nın , Harbiyede ki, yerinden aldığım Vestenhaus’ a epey para ödedim .Dönüşte kızlara, evin hanımına ve iki ustaya da ,hediyeler aldık. Bizi son saniyede ,ameliyathane koridorunda ,ağlayarak bekleyen kayınvalideme yetiştiren, bu fedakar insanlar için ,ne yapsam azdı.
Dönüşte bizi, yine misafir ettiler. Aldıkları hediyeleri, gururla birbirlerine göstererek, candan teşekkürlerle. Ama ,bana o kritik parçayı veren, Selim Usta, utanarak ,sıkılarak yanımıza bile gelmedi. Yeni Vestenhaus’ u ise, ona vermemi kabul etmeyip, kendisininkini söküp ,yeniyi, benimkine takarak asaletini gösterdi.
Elazığ deyince, bu olayı, Elazığ ‘lı deyince , o insanları hatırlayıp bu geleneksel misafirperverliği ,hayatım boyunca hiç unutmadım
Vay be, işte halk böyle olmalı. İnsanlar, birbirini böyle anlamalı, zordakine böyle yardım edilmeli. Bir bayrağın gölgesini paylaşanlar, derdi , tasayı, sevinci, gülmeyi de, paylaşmalı.
Teşekkürler Elazığ, Teşekkürler Elazığ ‘lılar, Teşekkürler Hasan Usta, Selim Usta, Teşekkürler Fatma yenge, Teşekkürler üç güzeller.
Hepinize candan teşekkürler.
Eyüp Yaşar Ovalı 04.09.2012