- 1506 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ben Kime Benziyorum?
Bıktım artık.Doğduğum günden beri birilerine benzettiler beni. Ya düşünün şimdi bir insan adını nasıl alır? Cevabı basit: Bir çocukları olacağını öğrenen ana baba hele de çocuğun cinsiyetini öğrenince oturur karara varmazlar mı çocuğun adını koymak için? Tabii ki öyle yaparlar. Ama bu olay bende böyle olmamış. O zamanlar şimdiki gibi ultrason falan da yok,cinsiyet belirlemekte zor tabii bu sebepten. Bizimkiler benim hangi cinsten çıkacağımı bilemedikleri için bir türlü bana verecek bir isim bulamamışlar. E tabii işin içine anneanneler,babaanneler de girince(dedelerin ikisi de çoktan rahmetli olmuşlar Allah’tan) iyice karışmış herşey. ”Kız olacak”dermiş babaannem. O yüzden adı da Hayrünnisa olmalı. Yani annemin ismi. ”Babaannem altta kalır mı? ”Benim adım olsun kız olursa Kevser.Eğer erkek olursa da Abdullah. O da rahmetli eşimin adı.”
Annem ve babam da yerlermiş tabii birbirlerini bu arada Babam zaten kız olma ihtimalini düşünmüyor bile.Erkek olacak ve adı Metin olacak.(Rahmetli Metin Oktay’dan dolayı. En büyük hayranlarındandır babam Metin Oktay’ın. Hala anlatır O’nun futbolunu ballandıra ballandıra.) Annemse kız bekliyor. Herşeyim pembe hazırlanmış bu yüzden. Modern isimler istiyor annem. Işık, Bilge falan.
Neyse benim doğum zamanı gelmiş. Annemin sancıları başlayınca ebe Memnune’yi çağırmışlar. ”Allah rahmet eylesin.çok iyi ebeydi.”der annem. Neyse doğurtmuş beni Ebe Memnune, almış kucağına. Bir bana bir anneme bakmış. ”Siz”demiş. ”Bu çocuğa isim arıyordunuz değil mi?” ”Evet”demiş bizimkiler. ”Orhan olsun o zaman”demiş O da. ”Olsun da”demiş annem. ”Neden Orhan?”
Ebe Memnune kızarmış rahmetli. Üzerime sardığı bezi açıp benim ufaklığı göstermiş bizimkilere. “Benim Orhan Efendi’ninki de aynı buncağızınki kadar”deyivermiş.
Bizimkiler de gülsünler mi ağlasınlar mı? Annemin anlattığına göre de kocası Orhan da pehlivan gibi adam.
İşte o andan itibaren başladı insanların beni birilerine benzetme hikayesi. Babama göre Metin Oktay’ın kopyasıymışım. Dudaklarım annemin, alın babamın kopyası. Babaanneme göre yüzüm aynı dedem. Kulaklarım da Bakkal Hilmi’nin ne alakası varsa? Hatta babam bayağı kıskançlık krizlerine girmiş o zamanlar.
Annem kız çocuk bekliyormuş demiştim ya en başta 5 yaşıma gelinceye kadar uzatmışlar saçlarımı. O zamandan resimlerim var uzun saçlı .O günlerde kıza benzetirlermiş beni. Hatta enemin dediğine göre Zeynep Değirmencioğlu’nun kopyasıyım. Saçlarım okul zamanı kesilince bu kez de aynı Ömercik. Evimize gelip giden herkes birine benzetiyor beni. Akrabaların ebediyete intikal edenlerinden hepsi aynı ben.
Neyse büyüdüm, okul zamanı geldi. İlkokula başlayacağım. Babam, annem ve ben kayıt olmaya gittik. Müdürün odasına girdik. Adamcağız beni görünce hüngür hüngür ağlamaya başlamaz mı? Meğerse ben küçük yaşta kaybettikleri oğullarına benziyormuşum. Allah’ı var adamın, İlkokula gittiğim süre içinde ilgisini hiç eksik etmedi benden.
Çocukluktan beri çok severim müziği ve sesim de güzeldir. İlkokulda sınıf öğretmenim beni diğer sınıfların müzik derslerine de sokar şarkı söyletirdi. O zamanlar da sesimi ve görünüşümü TRT Çocuk Korosu’ndaki çocuklardan birine benzetirlerdi ne alakaysa? Tabii bu sırada okuldaki bütün öğretmen tayfasının akrabası, tanıdığı, sevdiği oldum çıktım.
Ortaokul sakin geçti Allah’tan. Öyle çok takılan olmadı bana.birkaç karşı cins çıktı tabii karşıma beni yabancı şarkıcılara benzeten.
Ortaokul bitti, liseye geldik. Alçakgönüllülüğe gerek yok, yakışıklı çocuğum. Sarışınım, gözlerim renkli. Fiziğim de iyi. Bizim aşklar başladı tabii yavaş yavaş. Kıpırtılar var tabii yüreklerimizde ve içimizde. Karşı cinsle ilişkiler, oynaşmalar... Sınıfta hasta olduğum bir kız var. Afet birşey ama salak, harbi salak hem de. Bende de gözü var hatunun. Neyse bir punduna getirip kızı attım bizim eve. Gittikçe yaklaşıyoruz birbirimize. Tam uzattım dudaklarımı öpeceğim ne dese beğenirsiniz?: ”Seni öpemem.” ”Neden?” ”Çünkü dudakların Tecavüzcü Coşkun’un dudaklarına benziyor. Haydaa. Ulan heryerimi herkese benzettiler tamam da bu salak kızın dudaklarımı Tecavüzcü Coşkun’un dudaklarına benzetmesi afallattı beni. Kalktım hemen aynaya koştum. İyi de Coşkun’un dudakları nasıl ve neye benzer bilmiyorum ki. Hem ben severim Coşkun Ağbi’yi. Yeşilçam’ın kötü karakterlerine karşı daima saygım vardır. Coşkun Ağbi de iyi aktördür. Valla bundan sonra beni aldı bir merak. Coşkun Ağbi’nin bir sürü filmini seyrettim. Video kaset dönemi o zamanlar. Kasedi alıyorum. Coşkun Ağbi’nin yakın çekim bir görüntüsü olunca durduruyorum makineyi. Bakıyorum dikkatlice dudaklarına. Tam bir saplantı hali yani.2 sene falan kurtulamadım bu paranaoyadan. Hayır kızlardan da kaçar oldum. Ya başka biri de rahmetli Erol Taş’a benzetirse bir yerlerimi.
İşte o sırada benim bu saplantımdan kurtulmamı sağlayacak bir şey oldu, edebiyat öğretmenimiz değişti. Lise son sınıftayız. Emekliliği çoktan gelmiş olan Edebiyat hocamız nihayet emekli oldu da yerine başka bir hoca geldi. Hoca da ne hoca? Tam bir afet. Sınıfta bütün erkek populasyonunun Divan Edebiyatı’na ilgisi bir anda artıverdi. Hepimiz şakır şakır okuyoruz failatün failatün failün. Levni,Nef’ine varsa bülbül gibi şakıyoruz. Yalnız Hoca’nın bana ilk günden bir ilgisi var. Birgün edebiyat kitabımın arasında bir not buldum. Ben sınıftan Sevda gönderdi diye açtım kağıdı. O sırada O’nunla yazışıyoruz bu şekilde. Kağıtta bir yazı:
“Orhan, kusura bakma. Hocan olduğum için sana bu yazıyı yazmam yanlış biliyorum ama inan dayanamıyorum artık. Seni ilk gördüğüm andan itibaren gözüme uyku girmiyor. Bugün seni evime bekliyorum. Akşam beşte. Lütfen beni kırma ve gel. Bu benim için çok önemli.
Edebiyat Hocan Nermin
Adresim: Falan, filan.”
Haydaa. Huylanmadımda değil aslında. Kendi kendime soruyorum: Bakalım bu hoca beni kime benzetecek? Saat 5 oldu. Evine gittim. Kapıyı açtı, içeri buyur etti. Ben koltuğa oturur oturmaz O da kucağıma oturup beni öpmeye başlamaz mı? ”Dur, yapma”diyorum. Dinlediği yok ki. Zoraki can alıcı soruyu sordum: ”Peki sen beni kime benzettin hocam?” ”2 yıl önce ayrıldığım ama hala unutamadığım sevgilime benziyorsun “demez mi? O günden sonra Edebiyat Hoca’mla ilişkimiz lise bitene kadar sürdü. Rüya gibi 4 ay. Hakkını vermek lazım ama hocanın, çok şey öğrendim O’ndan. 2 soru daha yapsam üniversite sınavında bütün Türkçe sorularım doğru olacak. O sayede kazandım ya üniversiteyi. Ah ulan şu Matematik hocası Kel Mehmet (Kel Mahmut’tan alıntı falan değil. Adam keldi ve adı Mehmet’ti. Bazen iğrenirdik O’ndan. Ders sırasında sürekli balgam çıkartır, hatta burnunu karıştırıp çıkardıklarını askıdaki paltolara falan sürerdi.) de emekli olaydı da yerine Nermin Hoca gibi biri geleydi. Nerdeee? Kel Mehmet’in ”Evet oğlum evet” leriyle soğuduk matematikten.
Üniversiede 4 yıl boyunca yaşadığım benzer şeyleri de anlatmayacağım burada, bu saçmalıklardan bıkar ve yazdıklarımı okumayı bırakırsınız diye korkuyorum. Hele Asker Ocağı’nda yaşadıklarım...
Neyse hepsi geride kaldı Allah’tan. Hatta inanmazsınız son zamanlarda beni kimse birine benzetmiyor. Asker dönüşü güzel bir de iş buldum kendime. İşe alınmam sırasında bile kimse bir şeye benzetmedi beni. Hatta bunun için yani hem işe girdiğim hem de kimseye benzetilmeden girdiğim için kocaman bir koç kurban ettim adak olaraktan.
Ama yanılmıştım ve romanlarda yazıldığı gibi kader ağlarını örmüştü. Nasıl mı? Anlatayım da dinleyin:
Çalıştığım işyerinde bir kız var: Adı Gülay. İlk görüşte aşık olduk birbirimize. O da kimseye benzetmiyor beni ne güzel. Çılgınca seviyoruz birbirimizi. Bir gün evlenme teklif ettim O’na çıkmamızın altıncı ayında, hemen kabul etti. Ailelere haber verildi, istemeye gideceğiz. Hazırlıklar yapıldı. İlk seferde ailelerin tanışma faslı olacak, sonrasında söz nişan falan. Neyse gittik.evlerine. Bir çiçek yaptırmışım çelenk gibi. Çikolata dersen devasa. Takımlarımla “iki dirhem bir çekirdek” derler ya, aynen öyle görünüyorum. Kim olsa verir kızı bana. Evden içeri girdik. Ellerini öptüm Gülay’ın anne ve babasının. Bizimkiler de tanıştılar. Ama Gülay’ın babası bir tuhaf, somurtup oturuyor. Çıt yok adamda. Konuşulan bir şey de yok. Annem hal hatır olayına girdi bir ara. Adam yarım ağızla cevap veriyor. Gülay’la kaş göz ediyoruz. O da hiçbirşey anlamamış. Neyse babam konuya girdi “Allah’ın emri “ diye. Adam yine yarım ağızla: ”Hayırlısıysa olur” diyor. Çıldıracağım. Babam da başka konu açacak ama adamda çıt yok, put gibi oturuyor. ”Evet, h ıhı, haklısınız”
Kahveler geldi, hemen içildi. Başka ikrama gerek kalmadan bizimkiler “kalkalım”dediler. Ben “Durun” falan diyeceğim ama damada konuşmak yasakmış. Ne yapalım? Kalktık çaresiz. Arabaya bindik ve eve gidene kadar tek kelime konuşmadık. Herkes şaşkın çünkü. Bu arada Gülay’la mesajlaşıyoruz. O da hala bilmiyor ne olduğunu. Nihayet ertesi gün ortaya çıktı ne olduğu.
Yok merak etmeyin babası beni birine benzetmemiş. Gerçi benzetmiş ama beni değil. Babamı yıllar önce kendisini kazıklayıp ortadan kaybolan iş ortağına benzetmiş. Durmadan: ”Oğlana lafım yok. Temiz yüzlü bir delikanlı ama babası. Yüzüne bakınca o adi Recep geliyor aklıma” der dururmuş. (Rastlantıya bakın ki babamın adı da Recep’tir.)
Bıktım artıkkk... Eskiden sadece beni birine benzetirlerdi....