- 583 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Karanlık Bahar
KARANLIK BAHAR
İlk adımını attı sokağa. Hareketlerini çevresine göz gezdirerek sürdürdü. Sonra hiçbir şeyin ilgisini çekmediğini fark etti. Neden bu kadar ışık var? Neden kuşlar bu kadar ötüşüyorlar? Neden her yer toprağın fışkırttığı yeşilliklerle kaplanmış bir halde? Cevap veremeyecek kadar düşünmekten uzaktı. Yürümeye devam ediyordu ve nihayetinde zihninin sorulara cevap vermesine izin verdi.
Çocukluğunda yılın bu dönemlerini çok sevdiğini söylediğini hatırladı. Çünkü bahar gel-mişti ve her çocuğun bunu sevmesi gerekiyordu. O bunun farkındaydı. Herkesle aynı şeyi düşünmek ve onlar gibi konuşmak için çaba sarf ettiğini de hatırladı. Bunu fark etmek tüm arkadaşlarından farklılaştırmıştı onu. Tüm arkadaşları birbirine benzemeye çalışırken o, çevresindekilere benzemekten ziyade çevresini kendine benzetiyordu. Benzemeye çalıştığı kişilik hiç şüphesiz babasıydı…
Evinden ayrılalı beş dakika olmuştu ve baharın getirdiği temiz havayı içine çekerek baba-sını düşündü. 2 ay önce geçirdiği kalp krizi yüzünden girdiği komadan sağ çıkamamıştı. Artık kimseye benzemeye çalışamazdı. Attığı adımların onu düşünmeye ittiğinin farkındaydı. Onlarca kuş birden havalanmıştı. Bunun tek sorumlusu attığı son adımdı. Yürümeye ara verdi ve yeniden gözleriyle çevresini taramaya başladı. Yağmur taşıyan bulutlar alçakça yaklaşı-yordu. Işığı kapatan ve tuhaf bir biçimde içine huzur veren bulutların gelişini sonsuza dek izlemek istiyordu. Bu çok hızlı olmuştu. Artık bulutlar onun üzerinden geçiyor ve dalga geçercesine onu ıslatıyordu. Bulutların kendisine ihanet ettiğini düşünerek yürümeye devam etti. Karşısına bakıyordu, o anda gözünün görmesinin imkânsız olduğunu düşündüğü bir ta-raftan yıldırım çarptığını duydu. Hala kafasını herhangi bir yere çevirmemişti. Karşınındaki bina onu evinden çıkarmak için yeterli sebepti. Üç yıldır devam ettiği, zemin kat dâhil olmak üzere dört katlı, yapımı 1994 yılında tamamlanan ve onun dersliğinin üçüncü katta olduğu lise…
** **
Adımları bu sefer biraz daha yavaşçaydı. Göğün ıslattığı zemindeki çukurlar, yağmur dam-lalarının toplanma yeri haline gelmişti. Islanan uzun saçları alnına yapışmıştı ve onları sağa doğru iterken gözü hala okuldaydı. Neler olduğunu anlamaya çalışıyorken yürüyüşünü başını öne eğerek sürdürüyor ve adımlarını yerin en kuru noktalarına bırakmaya çalışıyordu. Dört ay önceki doğum gününde arkadaşının hediye ettiği kol saatine baktı, on beş dakika geç kalmıştı. Bu süre zarfında ne olmuş olabilirdi ki? Okulun bahçesinde bir ambulans vardı ve onun sınıf arkadaşları, ambulansın çevresindeki kalabalığın çoğunluğunu oluşturuyordu. Arkadaşlarının ağladığını görmek onu tedirgin etmişti. Artık paçalarının ıslanmasını umursamıyor ve hızını arttırarak kendisine en yakın hissettiği arkadaşının yanına koşuyordu - bu koşu on saniye sürmüştü. Arkadaşına soru sormayı denemeden önce ambulansın okulun içine girmesindeki tek nedeni fark etti: hayatı boyunca âşık olduğu tek kızın bedeninin sol tarafı şu anda kanlar içindeydi ve sedyeyle ambulansa taşınmış bedenine ilk yardım uygulanıyordu. Ağladığını biliyordu ama yağmur, gözyaşlarını kendine katı-yordu. Bu durum onu daha da üzerken titrek sesiyle bir şey söyledi:
−Nasıl oldu?
−Pencereden uzanmış yağmur damlalarının eline yağmasını seyrediyordu. Biraz daha uzandı ve…
Sonrasında ne olduğunu tahmin edebiliyordu. Ambulans siren çalarak uzaklaştı. Günün daha önceki kısmında siren sesi duymamış olması bir an için onun ilgisini çekti ama ilk aşkının kanlar içinde yatışı gözünün önüne geldi ve bu diğer tüm düşünceleri uzaklaştırdı.
Sevimli güzel diye tabir ettiği kız, sınıf öğretmeniyle birlikte şu an bir hastanede olmalıydı. Okula gelirken yaklaşık on beş dakika geciktiğini biliyordu. Omzuna bir el değdi. Elin geldiği yöne baktı - elin sahibi en yakın arkadaşıydı. Ona ilk derse girmediğini bildirdi. Bir ders kırk beş dakikaydı, ilk on beş dakikasına geç kalmıştı. O halde yarım saat boyunca bahçede, ambu-lansın içine baktığı yerde, hareketsiz beklemişti. Zihni hala bulanıktı. Arkadaşının koluna girerek sınıfa çıktılar.
Sınıfa girdiği andan itibaren gözünü alamadığı bir yer vardı: açık pencere. Daha fazla bakmak istemediğini hissettiği anda bir şey fark etti: okul üniformalarını sırıl sıklam eden yağmur, açık pencereden içeri giriyordu. Yağmur bulutlarının gelişini izlerken ne kadar da mutluydu? Oysa şu anki üzüntüsünün tek nedeni o yağmurlardı.
Bir süre gözlerini kapatıp düşündü. Bir önceki gece aşkıyla telefonda konuşuyorlardı. Daha fazla konuşabilmek için bildiği şeyleri bilmezlikten geliyor ve aşkının ona anlatmasına fırsat tanıyordu. O anı uzunca bir süre düşünmeye çalıştı. Unutmak istemiyordu.
Gözlerini açıp yeniden yağan yağmurun içeri girişini seyretmek istedi. Pencere kapatılmıştı ve cama çarpan yağmur damlalarını görememişti. Dirseklerini dayadığı masadan destek alarak duygularının çektiği pencereye yöneldi. Pencerenin pervazına ellerini dayayarak gün içeri-sinde geçtiği yola baktı. Hava sabaha göre daha da açılmış, yağmur taşıyan bulutların yerini pamuk beyazlığında bulutlar almıştı. Kuşların gökyüzünde çizdiği şekillere kaydı gözleri, sa-bahki kuşlardı. Gökyüzündeyken daha da kalabalık görünüyorlardı. Her birinin kanatlarıyla oluşturduğu açılar ve birlikteyken oluşturabildikleri hareketli haleler toplumun birlikteliğini andırıyordu. Ve aşağıda bir evin balkon mermerindeki bir çift kuş… Onlar ise aşktı, yakınlıktı. Topluluktan bağımsızken kazanılan bir şeydi. Sol yumruğunu sıktı, bir çift kuş daha görmüştü yuva kuran. Acaba o nasıl? Bu olay onun kişiliğini etkiler mi? Dış görünüşten bağımsız bir aşk yaşadığına inanarak sordu sorularını, dudak kıpırtısıyla, sessizce.