Bir Başka Çocuk
BİR BAŞKA ÇOCUK
Benim, karşısına oturmamdan bir-iki dakika sonra gözlerini elindeki kitaptan ayırıp gözlüklerinin üzerinden baktı. Başımla selamladım ben de yaşlı adamı. Bir süre ikimizin de yanındaki boş koltuklara belki oturur şu lise öğrencilerinden birileri diye düşündüm ama tren oldukça boştu ve grupça birbirlerinden ayrılmak istemediklerinden ki, başka vagona geçtiler.
Dikkatlice bakınca gördüm elindeki kitabın adını: Dr. Jean M. Twenge’ nin, Ben Nesli’ ydi. Okuduğu yeri kaybetmemek için, sol el parmağını kullanarak ve kitabı da yine sadece sol eliyle kavrayarak;”Hep aynılar! İstemedikleri, sevmedikleri, haz etmedikleri hiçbir şeyi yapmıyorlar; yapmaya talip de olmuyorlar” dedi. Anladım, az önce yanımızdan başka vagonlara geçen gençleri kastettiğini. Ama sadece onları değil, belki onları hiç değil ama hemen hepimizin evinde, çevresinde, işte, sokakta, kısaca her yerde gördüğümüz; birlikte aynı karelerde yaşadığımız gençleri kastediyordu ihtiyar.” Bizim yüzümüzden… Bizim neslin hep birey olma çabasının; birey olmaya karşı gösterdiği azim ve yoğun çabanın ürünü bunlar! Şaşkınlığımı ve ilgimi görmüş olacak ki fazla ara vermeden sürdürdü konuşmasını. “Biz fethe giderken bireyi; evdeki bireyden olduk. Yemedik, yedirdiğimizi sandık; içmedik, içirdiğimizi sandık ama maalesef sanki bizden sanki hiç bir şey görmemişler gibi çok uzaklardan gelen vahşi tamtama kulak vererek akın akın uzaklaşmaktalar çevremizden. Bizim büyüklerimiz daha yoğun toplumsal ilişkiler içindeydi. Savaşlar vardı, dünya haritaları yeniden çiziliyordu ve daha sürüler halindeydi insanlar. Sürüler halinde cephelere sürülüyorlar, sürüler halinde göçlere zorlanıyorlar, sürüler halinde ağlıyor ve sürüler halinde eğleniyorlardı. Yorgunlukları sanki bizden çıktı onların! Biz alabildiğine kapanıp, bireye çekildik. Kalabalıklar içinde bile bireyi aradık, birey olabilmenin mücadelesini verdik. Fırtınalar koptu da içimizde; yine de gıkımızı çıkaramadık. Kendini ifade edebilenlerimiz ise sanki hep melankoliklerdi ve sanki hep bunalımı, hüznü yazıyorlardı da bizde hep aynı şeyleri okur gibiydik ve artık zevkli de gelmeye başlamıştı okuduklarımız. Öyle ya, kendimizi keşfediyorduk yazılanlarda. Biz kendimizi keşfederken, yanı başımızda yükselenleri göremedik oysa. Halbuki kendimiz için de umut ışığı olabilirlerdi; tamamlayabilirlerdi bizleri. Kaçırdık artık o şansı…Bizi hep gütmüşlerdi, dayatmışlardı fikirlerini, kültürlerini ve biz hep muhalif olmayı denemiştik dayatmalara karşı. Dayatılan her şeye karşı bir reaksiyon kaplamıştı benliğimizi. Bilgi kirliliği kavramı bile bizim dönemin popüleri olmuştu. İnanmıyorduk neredeyse bize dayatılan hiçbir şeye. İnançsız da değildik ama bu kadar azgın muhalifliğimizden sonra, sanki sığındığımız, dinlendiğimiz bir liman gibiydi imanımız.”
Gözlüğünü çıkardı, camın yanına koydu. Heyecanlı görünüyordu. Hızını yavaşlatarak sürdürdü konuşmasını. “Biz nasıl bir önceki kuşağın sonucu isek; onlar da bizim sonucumuz. Ama erken geldiler, hazırlanamamıştık henüz. Onun için kaybedenlerin mutsuzluğu var bizde. Gelenler, belki erken de gelmelerinden olsa gerek, özgüvenleri fazla; açık fikirliler, inatçılar ama bir o kadar da depresif ve kaygılılar. Hep özel biri olduklarını fısıldadık kulaklarına; güçlüsün, başarabilirsin, her şeye rağmen, dedik. Bizi gördüler, biz gibi bireysel olmayla başladılar hayata ama onlar biz değildi ki…Bize göre çok donanımsızdılar, zayıftılar ve henüz kazanmamışlardı da. Erkenden başladılar tüketmeye ve yok etmeye. Tüketip yok ettikçe de tükenip yok olmanın eşiğine geldiler. Hep haz aldıkları işlerdeler ve haz almadıkları hiçbir şeye de talip değiller.
Sol elinden bırakmadığı kitabın parmağıyla tuttuğu sayfasını göstererek: “16 yaşındaki çocuğunu uyaran baba: -Sözlerine dikkat et. Kibar olmaya çalışıyorum, beni anlamayı denemelisin- dediğinde çocuk;- Hayır teşekkürler. Dürüst olmayı tercih ederim.- diyebiliyor. Ne kadar küstah ve terbiyesizce bulabiliriz bu tavrı ama dedim ya özgüvenleri fazla ve oldukça benciller!”
Kitabı kapadı, gözlüğünü taktı ve oldukça ağır ve ümitsiz tonda :” Şimdi çare arıyoruz, ama zaman da hızla geçiyor. Ne yapabiliriz ki çabucacık?” dedi ümitsizce.
Hazır cevap biri olmamama rağmen pat diye:”Gayet Kolay!” dedim. “Her birimiz evimizdekinin dışında, elimizdekinin dışında mutlaka bunlardan biriyle özel olarak ilgilenip eksiklerini tamamlatmalıyız onlara. Evimizdekilere anlatmamız zor, bizim onlarla yaşayabileceğimiz kadar, onların da zorluklarını kitaptaki örnekten anlıyoruz. O zaman tekrar patinaj yapmaktansa, hayatın doğal akışı içinde çevremize kendiliğinden geliverecek olan bu nesilden birilerine iyi tutunalım. Hoşgörümüzü, tecrübemizi, bilgilerimizi; hani o, çocuklarımıza bir türlü veremediğimiz diye üzülüp hayıflandığımız o cevherimizi onlara harcayalım! Kimisi memur olup çalışmaya gelecek yanımıza, kimisi asistan olup dikilecek karşımıza ya da bir dostumuzun çocuğu olarak çıkıverecekler karşımıza. Bizim için de iyi olmaz mı bu? Bu sosyal çığlığın adı da –Bir Başka Çocuk- olabilir mesela!”
Bir başka çocuk, bir başka heyecan, bir başka hayat! Nerelere götürmüş beni? Uyanıp kendime gelmesem, ineceğim yeri kaçıracakmışım az kalsın! Yanımda ve karşımda oturanların tebessümlerini aynı dilden cevaplayarak kapıya yöneldim.
İndiğim istasyonda uydum etrafıma ve hızla yürüdüm diğerleri gibi kalabalığa karışarak.
Hayat çok çabuk geçiyor ve hiç de mola vermiyordu.
Erdal ÇİL
[email protected]
03.09.2012
YORUMLAR
Haklı yere mi endişeleniyoruz, bilmiyorum, ama bizden çok farklı bir neslin geldiği kesin. Topluma, geleceğimize dair kaygı duyan ve çözüm gayreti taşıyan yazınız için teşekkür ve tebrik ediyorum. Çok geç olmadan, çocuklarımız ya kurdukları sanal dünyada yitip gitmeden ya da "ben"leri her şeyi kuşatmadan onlara ulaşmanın bir yolunu, hatta binlerce yolunu bulmalıyız. Ebeveynler olarak, öğretmenler olarak, bu toplumun bir ferdi olarak. Yoksa, bizim sıkı sıkıya uymayı ve yaşatmayı elzem bildiğimiz, olmazsa olmaz dediğimiz değerler, yeni nesil için manasız birer yığına dönüşecek.
Selâm ile.