- 750 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yanlış Zaman Yolcuları
Okuyucu, kitabın gizemli dünyasına yolculuk yaparken yazarın oluşturduğu dünyanın serüveninden habersizdir. Haberdar olmak isteyen ya da merak eden okuyucu sayısı azdır. Okuyucuların çoğu yazma eylemin ciddiyetini bilmez. Basit bir iş olarak görür. Hatta çoğu kimse iş olarak bile görmez. Yazarın parçası olan kitabın, yazımı esnasında yazarın yaşadıkları, karşılaştıkları sorunlar, stres, hayal, kurgu, yıpranmışlık, umut, karalamaların onlarca kez tekrarı, masa başındaki yalnızlık, asosyal yaşam ve daha nice yazardan sayfalar arasına sıkışan bir hayat. Ve bunların yanında tasarım, matbaa, dağıtım, kitap evleri gibi uzayan meşgaleli duruma okuyucu yabancıdır. Okuyucu sadece eline aldığı kitapla baş başadır. Arka plandaki gelişmeleri bilmez ve ilgilenmez, sadece sonuçla ilgilenir.
Yazarlık adı konulmamış bir işçiliktir. Mesaisi olan, çalışanı yoran, bunaltan, stresi olan, zevk veren, emek isteyen ve sorumlulukları olan bir işçiliktir. Her iş gibi kuralları ve şartları vardır. Başarılı olmak içinde hassasiyet gerekir. Her iş gibi yazarlıkta da başarı ve başarısızlık vardır. İşini en iyi yapan başarıyı göğüsleyendir.
Yazarlık işinin, diğer işlerden ayrılan en önemli özelliği, insanların zihnine ve yüreğine hitap etmesidir. İnsanları iç dünyalarını beslemesi ve hayatları değişime sürüklemesidir. Ayrıca yazar, yazdıklarının üzerinden okuyucunun bir parçası haline gelir. Çünkü okuyucu farkında olsa da olmasa da zamanla yazar gibi düşünmeye ve hissetmeye başlar. En azından etkisinde kalır, anlıkta olsa okuduklarının etkisiyle hareket eder. Bu durum her meslekte olmayan çok önemli bir özelliktir…
Türk sinemasında yazar ve yazarlık konulu filmler yok gibidir. Parça parça temalar mevcuttur. Olanlarda kahramanların yaptıkları iş sorulduğunda verilen cevaptır. Doğrudan yazarın, yazma eylemi üzerine kurgulanmamışlardır. Yazarın yazma serüvenin esnasında yaşadıkları: yazma sıkıntısı, yalnızlığı, rüyaları, hayalleri, yaratıcılık sıkıntısı, eleştirmenlerle diyalogları, diğer yazarlarla ilişkisi veya bakış açısı, ailesiyle yaşadıkları, eşi, çocukları, sevgilileri ve yayıncılarla yaşadıkları gibi uzayıp giden temaların işlendiği film yok gibidir. İhmal edilen bu konu, dilerim en kısa zamanda telafi edilir.
Beklentilerimizi karşılamasa da "Yanlış Zaman Yolcuları" filmi genç bir yazarın iç dünyasına inmeye çalışmıştır. Yalnız film 13 kopyayla sessiz sedasız gösterime girdiğinden birçok kişi filmden haberdar olamamıştır. Bu sebeple kısa bir özet geçelim.
"Genç bir yazar olan Mahir (30) yeni kitabı üzerinde çalışmaktadır. Fakat hayatında meydana gelen önemli bir olay onu yazmaktan uzaklaştırır. Hayatı tam bir kâbusa dönüşür.
Çocukluğunun tüm anıları gözünde canlanır; Onu tek başına büyütmüş zarif ama güçlü annesi, sıcak komşuluk ilişkileri, karşı dairede yaşayan evin bakıcısı neşeli matmazel Sona, yazar Sermet Bey ve onun genç ve güzel kızı Aslı.
Mahir daha çocukken kendinden on yaş büyük olan Aslı’ya âşık olmuş, onun tüm gizli oyunlarının içine girmiş ve ona büyük bir tutkuyla bağlanmıştır. Geçmişin o renkli ve neşeli günleri şimdiki hayatının karanlığında Mahir’e bir sığınak olmuş, ilk aşkı Aslı onun için bir saplantıya dönüşmüştür.
Mahir’in bu zor günlerinde karşı evin artık yaşlı bakıcısı Madam Sona bile ona yardım edemez. Fakat yayınevi Mahir’e yeni kitabını bitirmesi için baskı yapmaktadır. Ona bir hafta süre tanırlar. Kitap teslim edilmediği takdirde geçmişinin tüm izlerini taşıyan evine haciz konulacaktır.
Madam Sona bu kısa sürede ona yazmasını hızlandıracak bir sekreter bulmayı önerir. Mahir’in bunu kabul etmekten başka şansı yoktur."
Yanlış Zaman Yolcuları, 34. Uluslararası Brüksel Film Festivali’nden onur ödülü, Amerika’nın en prestijli ödüllerinden Accolade Film Awards Onur Ödülünü almıştır. Yönetmenliğini Aren Perdeci, senaryosunu, Aren Perdeci, Canan Cemali; görüntü yönetmenliğini Serkan Güler, Ahmet Sesigürgil’in yaptığı filmin çekimleri bir buçuk yıl sürmüştür. Süper 16 mm formatında renkli çekilmiştir.
Film kendi içinde geçmiş, şimdi, roman ve rüya diye dört dünyayı içeriyor. Sürekli bu dört dünyaya geçiş var. Geçişlerin dağınıklığı bazen takip edilmeyi zorlaştırıyor. Hele dört dünyayı aynı oyuncuların oynaması ve oyuncu performanslarının düşüklüğü eklenince de filme amatörlük hâkim oluyor. Hâlbuki aynı karakterlerin farklı hayatlarında aynı oyuncular oynatılmasaydı filme canlılık katardı. Oyuncularında tecrübeli olmaması eklenince film yapaylığa kaçıyor.
İlk romanı çok tutulan Mahir, ikinci romanını iki-üç yıldır bir türlü yazamamaktadır. Yazdıklarını birçok nedenden dolayı beğenmeyip yırtmaktadır. Bu duruma yayınevinin editörü romanın bir türlü bitmemesine öfkelidir. Mahir’den bir an önce romanın bitirmesini yoksa sözleşmeye dayanarak hacze geleceğini söyler ve roman için Mahir’e bir hafta mühlet tanır. Mahir romanın yetişmeyeceğimi söylese de editör kararlıdır. Mahiri bir çıkmaza sokarak gider.
Şimdi yayınevlerinin yazarla muhatabı yayın yönetmeni olur. Editör yazarla yapılan sözleşmelerle ilgilenmez. Editör sadece önüne gelen materyal üzerinde çalışır. Editörlerin çok fazla yetkileri yoktur. En azında Türkiye’deki editörlerin durumu böyledir. Perdeci bilgi eksikliğini daha başta göstermiş oluyor.
Mahir ilk kitabını yayınladıktan sonra ikinci romanının kurgusunu zihninde bitirmiştir. Kararsızdır. Bu kararsızlığını netleştirme çabasındadır. Aklı karışık, duygularıyla amansız bir savaş vermektedir. Sürekli geçmişe gitmekte, tekrar eden rüyayla hayatı alt üst olmaktadır. Geçmişe gidiş gelişlerinin ve rüyalarının etkinliğini özellikle iki yerde görüyoruz. Birincisini Sinem’le yaşadığı birliktelikte, ikincisini de bilge ayyaşla (!) yaptığı kısa süreli muhabbetlerinde.
Mahir, Sekreter Sinem’le tanışalı birkaç gün olmasına rağmen Sinem’den etkilenir ve onunla beraber olur. İlişki esnasında Mahir’de rüyalarındaki sahnelere gidiş gelişler olur. Mahir, Sinem’le geçmişten kurtulmanın kapısını aralarken, ayyaşla yaptığı konuşmalar da tamamen geçmişten kurtulur. Sinem Mahir’i geçmişe bağlayan zincirleri çatlatır, ayyaş ise son hamleyle zincirleri koparır. Böylece mahir Özgürleşir. İlerde tekrar buraya döneceğiz.
Bir yazar düşünün, yazabilmek için sekretere ihtiyaç duyuyor. Nadir ve hiç duyulmayan bir durum. Sadece geçmiş menkıbeleri anlatan dizilerde şeyh söyler, mürit yazardı. Günümüzde Yanlış Zaman Yolcuları’yla şeyh’in yerini yazar, mürittin yerini ise sekreter almış oluyor. Yardımcı kadın Mahir’e jet hızıyla sekreter olarak Sinem’i bulur. Sinem’in hızı yetersiz olsa da kısa bir denemeden sonra işe alınır. Filmin ilerleyen dakikalarında görüyoruz ki Sinem kitabı yazmaktan çok Mahir’le kitap üzerine konuşur, geçmişi sorgular ve Mahir’e kitap konusunda öneriler sunmak adına filme giriş yapar. Perdeci, Mahir, kitap üzerine birileriyle konuşsun,
Mahir edebiyat patlatsın, roman üzerine eleştiriler yapsın, işin içine aşk ve seks girsin diye bir karaktere ihtiyaç duymuş olacak ki o açığı da Sinem’le kapatmaya çalışmış. Ki Sinem’in konuşmalarından ve giyinişinden edebiyatla pek ilgisinin olmadığını anlasak da Sinem’in yapay duruşu kendini fazlasıyla hissettirmektedir. Düşünün, bir yazarın etrafında eleştirmen yok, yazar yok, dost yok. Yapayalnız. Birilerinin bu açığı kapatması gerekiyor. Perdeci de en uygun karakter için Sinem’i devreye sokuyor. Bu da senaryonun ve kurgunun en zayıf halkasını oluşturmaktadır. Sinem gereksiz bir karakterken, kilit rol kendisine verilmiştir. Yazarın kendi kendisiyle hesaplaşmanda başka tutarlı ve anlamlı bir tema bulunabilirdi.
Hele sekreter Sinem’in geldiği zaman, Mahir’in bir elinde sigara, diğer elinde kitap; üzerinde bornoz ile oda da volta atışlarını tarif etmek çok zordur.
Mahir’in, geçmişe bağlı bir yaşamı var. Geçmişi şimdiki zamanda yaşıyor. Evindeki antika eşyalar, çocukluğundaki Servet Amcasının etkisiyle gelen daktilo yine Servet Amcanın etkisinde giyiniş tarzı, sürekli Aslı’ya dair konuşmalar, Aslı’ya ait rüyalar Mahir’in geçmişle bağını koparamadığını gösteren etkenlerdir. Mahir sürekli geçmişi istiyor. Bugüne yani şimdiye karşı isyan halinde ve bunu açıkça dile getirmektedir. Bundan olsa gerek sürekli bir şikâyet ve pişmanlık taşıyan ruh haliyle ortalıkta dolanmaktadır. Bu zayıf karakterden olsa gerek Mahir’de sürekli bir kararsızlık, bilmeme durumu var. Dolaysıyla ne yapacağına karar verememenin sıkıntısını yaşamaktadır.
Aslı karakteri de en az Mahir kadar oturtulamamıştır. Gerçekçi olamamaktadır. Aslı birçok genç kız gibi evde sıkılan, bunalım takılan, mızmız bir karakter. Sorumsuz, ailesiyle sorunları olan, ailesinin kendisini anlamadığına inan, kendini beğenmiş kompleksleri olan bir kızdır. Aile içi paylaşım yoktur. Babayla sürekli sürtüşme halindedir. Okula gidiyor. Ders çalışmayı sevmiyor. Bunu sevgilisini eve getirmesi ve sevgisiyle yatakta elinde kitapla görünmesinden anlıyoruz. Konu açılmışken bu handikaba değinmek istiyorum: Aslı yarı çıplak, erkek arkadaşıyla uzanmış bir haldedir. Sözde ders çalışıyorlar. Sevgilisi buralardan gitmekten ve artık ders çalışmasına gerek kalmayacağından bahsetmektedir. Sevgilisi okuyor mu bilemiyoruz. Şimdi Perdeci bu sahne için çok düşündü mü acaba, iki genç sevgiliyi yatakta ders çalıştırmak mantığını çözemedim ki sadece Aslı elinde göstermelik bir kitap tutmakta. Perdeci’nin, sevgilileri seviştirmek yerine kitap okutmaya çalıştırmasının film boyunca bağlantısını göremedim. Bana bu sahne daha çok bir taklit uğraşı gibi geldi. O da birçok yabancı filmde karı koca veya sevgililerin yatakta ya iş ile ilgili dosyaların incelenmesi veya laptopla iş çalışmaları ve kitap okumalarından esinlenmekten başka bir şey değildir. Bu benzerlik olduğu gibi filme ders olarak konulmuştur ve çok sırıtmaktadır. Şu farkla bu yabancı filmdeki sahneler aralarında sorunlar olan karı kocaları temsil ederken, Perdeci’nin kahramanları genç ve ilişkilerinin doyuma ulaşmamış dönemlerini yaşamaktadırlar. Dersi ve okulu sevmeyenleri yatakta elinde kitapla sunmanın çok yapay olduğunu söylemeye gerek bile yok. Sonra Aslı karakterine dönersek, Aslı’yı biz hep geçmişle tanıyoruz. Aslının şimdisi yok. Geçmişi de Mahir’le temas ettiği zamanlar görüp, tanıma imkânımız oluyor. Tabii bir de bir türlü bitmeyen romandaki yansımalarından Aslı’yı Mahir’in idealize ettiği halde tanımamız mümkün olmaktadır.
Perdeci, filmin görselliği ve mekânı üzerinde öyle çok çalışmış olacak ki karakteri ihmal etmiş. Görsel bir şov sunarken, bir o kadar yapay ve itici karakterler yaratmış. Keşke mekân ve görselliğe verdiği önemi biraz karakterlerine verseydi. Karakterler için seçilen oyuncular sanki hayatlarında ilk defa rol yapıyorlar. Çok amatörce bir izlenim vermektedirler. Artı farklı zamanları aynı karakterler oynuyor ama hiç değişmiyorlar. Yardımcı kadın Mahir’in 10 yaşındayken de 30 yaşındayken de aynı hiç değişmemiş. Aslı, Mahir’in çocukluğundaki haliyle yatakta yatıyor. O da hiç değişmemiş. Makyajla biraz kahramanlar değiştirilebilirdi. Ayrıca dönemler arasındaki geçişlerde aynı oyuncuların olması filmi daha da kötü hale getirmiştir. Oyuncular zaten yetersiz bir de farklı rolleri oynamaya çalışmaları filmi tamamen başarısız hale getirmiştir.
Filmdeki kurgu ve senaryo hataları öyle çok ki hangisini anlatacağımı şaşırdım. Mahir’in ayyaşa yazar mısın demesi, romandaki erkek karakterin Mahir’in söyledikleri üzerine sen yoksa yazar mısın gibi söylemler toplumumuzda iyi konuşanların edebiyat yapıyor, edebiyat parçalıyor demesi gibi olmuştur ki çok gereksiz bir durumdur. Ki konuşmaların çok yapay kaldığı, seyircide itici bir izlenim bırakmaktadır. Bazı konuşmaların filmde çok fazla felsefi bir edayla sürekli yapılması ve mesaj, ders verir gibi sunulması filmi ağırlaştırmıştır. Konuşmalar böyle olunca kahramanlar bilge gibi gösterilmiş olmaktadır. Hayat dersi veren bilgeler tarzında hem de. Bunun yerine daha sade konuşmalar ve diyaloglar olabilirdi.
Romandaki yazar Servet Bey’in karakteri üzerinde çok çalışıldı mı acaba, böyle tuhaf bir yazar karakteri yaratmak güç olsa gerek. Zincirli saati, şapkası, elinde çantası, takım elbise, uzun saçlar ve gözlükleriyle bize ait olmayan Avrupai yazar portresi çizilmiştir. Avrupai duruşu filme yamalama sanki. Biraz özenti ve taklitle oluşturulmuş yazarın her tarafı sırıtıyor. Filmin en itici ve yapay karakteri olduğu söylenebilir. Servet Bey lüzumsuz biridir. Bir yere oturtulamamıştır. Sırf olsun diye konulmuş… Hele Servet Bey’in tren vagonunda karşısında oturan kadını etkilemek, tavlamak adına mı nedir, yazdıklarını okuması ve kadından fikir almak istemesi akıllara zarar. Metnin okunmasından sonra kadının yazara tutulması, beklentiye girmesi, her an sevişmeye hazır bakış ve tutumu tam bir komedi havası olmuş. Sanırım Perdeci senaryoda tıkandı ya da istediklerini yansıtamadı bilemiyorum ama bu kadar acemilik olur artık.
Servet Bey’e değinmişken, Aslı’nın yazar babasına değinmeden geçemeyeceğim. Aslı’nın babası çok çağdaş, modern ve anlayışlı biri ve toplumun ahlaki değerinin yanında etik anlayışlarını da aşmıştır. Aslı’yı sevgilisiyle yatakta yakalıyor, sakin sakin sandalyeyi çekerek karşılarına oturma durumunu izah edecek kelime bulamıyorum. Şaşkınlık yok. Kızmak yok. Bu ne haller demek yok. Sen de kimsin demeler yok. Perdeci, hangi ütopik toplumda yaşıyorsa artık. Bu yaklaşımı normal batı filmlerinde bulamıyoruz. Bu tür sahneler olsa olsa kösnül (erotik) filmlerde olur. Bu kadar gerçekçilikten uzak bir senaryo anlayışı olur.
Bu soğukkanlı anlayışı Mahir’in yazdığı notları kapının altından attıktan sonra Sinem’ de görüyoruz. Sinem karanlıkta kapının altında atılan dosyayı incelerken yardımcı kadın aniden arkasından beliriyor. Sinem çok sakin, rahat ve normal bir tepki veriyor. İnsan yabancı bir yerde kalacak, gizemli bir olaya tanık olacak ve arkasından hem de karanlıkta biri belirecek ve korkmayacak, irkilmeyecek olacak iş mi Perdeci? Sinem put gibi, ruh yok. İnsan bir atılır, beni korkuttun der. Öyle aval aval bakılmaz değil mi? Bu ne soğukkanlılık böyle. Karaktere her şeyi biliyor gibi bir anlamda yüklenemez.
Diğer gün sekreter, gece yaşanan olaya değinmiyor, sormuyor. Aradan bir gün geçtikten sonra sorması sanki günün devamıymış izlenimi verilmesi senaryodaki diğer boşluklardan biridir.
Zaten Sekreter Sinem, bir yazarın işlerini yapan biri olarak değil de görüntüsü ve yaptıklarıyla filme biraz erotizm katmak için var gibi. Bu alınan ödül sevişme sahnesine ve batı tarzı anlayışın fazlasıyla vurgulanmasına mı verildi?
Figüran azlığından olsa gerek Mahir gece vapura biniyor. Vapurda kimsecikler yok. Issız bir ada gibi vapur. Perdeci, vapurda bir iki koltuğa birilerini oturtsa da Mahir’i özel yolcu statüsünden kurtarsaydı.
Yanlış Zaman Yolcuları hakkında daha çok şey söylenebilir ancak yazı uzadıkça uzuyor. Perdeci’nin Sinem’e söylettiği gibi karakterler hayatın dışında ve filme hiç oturmamışlar. Yapay kalmışlardır. Oyunculukların zayıf oluşu, ayrıntıların iyi analiz edilememesi filmi başarısız hale getirmiştir. Daha kaliteli ve iyi oyuncularla, kurgudaki eksiklerin giderilmesiyle iyi bir film çıkabilirdi. Hem yönetmenlik hem de senaryonun üstesinden gelmek herkesin yapabileceği bir şey değildir.
Osman Tatlı
[email protected]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.