- 1009 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
YAĞMUR
BÖLÜM 1
“Yağmur yağacak.”
“Ne yağmuru canım, görmüyor musun günlük güneşlik her taraf?”
“Yağacak dediysem yağacak.Hiç yanılmam ben.”
“Peki ya yağmazsa?”
“Var mısın iddiasına?
“Varım neyine?”
“Eğer yağarsa bir kez öpeceğim seni.”
“Öpecek misin?”
“Öpeceğim.”
“Peki ya ben kazanırsam?”
“O zaman sen öpersin beni.”
“Ama ben seni öpmek istemiyorum ki.”
“İstemiyor musun? Neden?”
“Bilmem istemiyorum işte.”
“Korkuyor musun?”
“Yoooo. Neden korkayım ki?”
“Korkuyorsun , hem de çok.”
“Korkmuyorum işte. Tamam kabul ediyorum, ama bir şartım var.”
“Neymiş o?”
“Sadece yanağımdan öpeceksin beni.”
“Yanağından mı? Ohooo, yanağından öpeceksem ne manası kaldı ki?”
“Benim şartım bu.”
“Ne yapalım öyle olsun.”
Bu O’na yaptığım kaçıncı çocukça oyundu kimbilir? Olmayacak bir konuda iddiaya girmek ve kazansam da kaybetsem de hep işime yarayacak şartlar ileri sürmek. Çocuk yaşımda O’na sarılmanın, O’nu öpmenin, elini tutmanın tek yoluydu bu. O da ne gariptir ki her zaman kabul ederdi. Ama her seferinde O’nun da şartları olurdu. Sadece yanağından öptürmek gibi...
Bu kez bayağı iddialıydım aslında. Babaannemimin bacakları ağrıyordu çünkü ve ne zaman bacakları ağrısa: ”Yağmur yağacak” derdi ve başlardı emirler yağdırmaya: ”Yağmur yağacak, kapıları camları kapayın iyice. Sevim sen bahçedeki çamaşırları topla”. O eski evin son zamanlarında hatıralarını korumak isterdi belki de. Zaten zamanın yok etmeye başladığı o güzellikleri yağmur da götürmesin isterdi ve ne zaman yağmur başlasa dua ederdi. Gökkapısı açılırmış yağmur yağdığında ve duaları kabul olurmuş insanların . Hepimiz çok iyi bilirdik en çok ne için dua ettiğini. Ölüm döşeğindeki sözünden de bir kez daha anlamıştık O’nun en büyük hayalini. O’ndan seneler önce yağmurlu bir günde kaybettiği Hacı Dedem’le bir araya gelmekti tek istediği. ”Sana geliyorum” demişti şehadet getirmeden önce.
Ne gariptir ki o da yağmurlu bir günde ölmüştü, gökkapılarının ardına kadar açıldığı yağmurlu bir günde. Ne zaman yağmur yağsa hep hatırlarım O’nu. Gökkapıları açıldığında beni daha rahat görsün diye bu yaşımda atarım kendimi yağmurun ortasına, başım göğe uzanır ve dua ederim...
O gün saatlerce bekledim yağmurun yağmasını. Hava günlük güneşlikti. Defalarca sordum babaanneme: ”Yağmur yağacak mı?” diye. Her seferinde aynı cevabı verdi babaannem: ”Yağacak oğlum , yağacak. Tutuldu yine bacaklarım.”
“Peki ne zaman babanne?”
“Yağacak merak etme.”
Ve akşam üzeri başlamıştı yağmur. O sıcak yaz gününde hava birden kararmış ve gökgürlemeye başlamıştı. Ardından bardaktan boşanırcasına bir yağmur. Sevinçten yağmura aldırmadan çıkmıştım dışarı. İliklerime kadar ıslanmıştım koşarak onlara giderken. Aşağıdan bağırmıştım..
“Yağmur yağıyor, yağmur.Ben kazandım...”
O gün öyle ıslandım ki tam bir hafta hasta yattım. İddiayı kazanmıştım ama ancak iyileştikten sonra öpebilmiştim O’nu.
“Hadi nazlanma, söz vermiştin unuttun mu?”
“Utanıyorum ama.”
“Utanma canım, sadece yanağından öpeceğim.”
“Ama sadece birinden.”
“Ooof. Olmaz ikisinden de.”
Kıpkırmızı oldu yanakları.
“Tamam.”
Ve tam O’na doğru eğilip O’nu öpecekken babaannemin sesiyle yok olmuştu hayallerim ve popoma yediğim terliğin acısıyla sıçramıştım.
“Seni ahlaksız seni. Daha bu yaşta neler yapıyor bahçe köşelerinde. Sevim koş ta gör oğlunun halini.Akşam anlatacağım babana.”
O ne olduğunu anlayamadan kaçmıştı. Babaennem beni hem kovalıyor hem de söylenmeye devam ediyordu:
“Seni terbiyesiz, seni ahlaksız...”
Akşam babam geldiğinde hararetle anlatıyordu babaannem yaptığım şeyleri, beni nasıl yakaladığını.
Babam sakin ve sessiz bir adamdır. Babaannmemi dinledi bir şey söylemeden. Sonra kibarca kesti O’nun sözünü:
“Benim oğlum büyümeye başladı demek?”
Yüzünde hafif bir gülümseme.
Başka hiçbirşey demedi.
Söylenmeye devam etti babaannem: ”Siz şımartıyorsunuz bunu. Yapmayın, çıkacak tepenize sonra.“
Baktı ki destek olan yok, kendi kendine söylendi:
“Ne haliniz varsa görün.”
BÖLÜM 2
Oturduğumuz ev bir eski bir Yahudi eviydi.öyle romanlarda anlatılan koca konaklardan değildi ve biz de öyle soylu bir aileden değildik zaten. Genç Cumhuriyetin orta halli memur ailelerinden. Dedemin babası zenginmiş aslında. Şehirde bir sürü evi varmış rahmetlinin. 1. Dünya Savaşı çıkınca yoklukta hepsini satmış tek tek. Çanakkale Savaşı’na gitmiş.Yaralanınca geri göndermişler memleketine. 6 ay yaşamış ve ölmüş sonra. Dedem kızarmış babasına onlara geride hiçbirşey bırakmadığı için ve sırf bu yüzden çocuğu kızmasın arkasından laf söylemesin diye bu evi almış. Evlendiklerinden 3 sene sonra almış olsa da babaannem: ” Bu ev benim çeyizim” derdi. ”İlk evlendiğimizde yokluk içindeydik. Bırak ev alacak, ekmek alacak paramız yoktu.”
Evlendiklerinin 3. yıldönümünde almış dedem bu evi. O günü anlatırken hep heyecanlanırdı babaannem:
“Kirada oturuyorduk o zamanlar, 2 odalı bir evdi oturduğumuz. Baban daha doğmamıştı . Ev sahibimiz huysuz ihtiyarın tekiydi. Nemrut bir adam. Paraya tapardı adeta, aklına estikçe zam yapmak isterdi. 3 sene zor dayandık. Yeni eve çıkmak ta ateş pahası. Gerçi zamanla bir birikimimiz olmuştu az da olsa ama bu ev almaya yetmezdi ki...
Bu durum hep rahatsız ederdi dedeni, kızardı buna.Sinirli bir adamdı aslında.Ama bana hiç kızmadı, beni hiç kırmadı. ”Sen, benim hayatımdaki en güzel şeysin”derdi. ”Hayatımda sahip olduğum tek şeysin. Akrabam, yakınım hiçkimsem yok. Seni tanımadan umudum yoktu. Kendimden haberim yoktu. Hiç kimseyi senin kadar sevemeyeceğimi biliyorum.”
Cuma günüydü. Günlerden 28 Haziran. Dışarısı yanıyor sıcaktan.Sabah işe gitmek için çıktı evden saat sekiz buçukta. Evliliğimizin üçüncü yıldönümü.Her sene o gün gonca bir gülle gelirdi kapıya. Kırmızı gülü elime bırakır ve hasretle sarılırdı bana. “Yanında her gün yeniden açmayı bekleyen bir gonca gül gibiyim” derdi.
Saat on gibi kapının çaldığını duydum. Deden olamazdı, ama O’nun çalışıydı bu, iki kez ve aralıklı. Yalnız bu kez ”çabuk aç” diyordu.
Koşarak açtım kapıyı: ”Ne oldu?” dedim. ”Neden erken geldin, yoksa?”
Yoksa işten mi çıkarılmıştı? En büyük korkumuz buydu çünkü.
“Merak etme” dedi. ”Öyle bir şey yok.”
Kapının önünde bir fayton duruyordu.
“Bu ne böyle?” dedim.
“Faytooon” dedi. ”Görmüyor musun?”
“Görüyorum da burada ne işi var?”
“Bu gün ne?”
“Bugün evlilik yıldönümümüz.”
“Evet.”
“Yani?”
İşin garip yanı fayton süslenmişti, evlendiğimiz ilk gün bindiğimiz fayton gibi.
Faytoncuya “bekle” der gibi işaret etti, içeri girdi kapıyı kapattı. Sımsıkı sarıldı bana.
“Bugünü sonsuza dek hatırlamanı istiyorum.”
Şaşırmıştım.
“Hadi git de gelinliğini giy yeniden.”
“Gelinliğimi mi? Bu da nereden çıktı?”
“Soru sorma lütfen, dediğimi yap.”
“Ama.”
“Aması maması yok. Lütfen.”
Şaşkınlığım devam ediyordu. Birşey demeden ve düşünmeden gelinliğimi giymek için odaya girdim. Sandıktan çıkardım özenle. İlk günkü gibi duruyordu.Gelinliği giyip çıktım odadan.
“Geldim” dedim.
“Öyle güzelsin ki” diye mırıldandı.
“Hadi gidiyoruz şimdi, acele et.”
“Gidiyor muyuz,nereye?”
“Birazdan söylerim.”
“Nereye dedim?”
“Soru sorma. Gel bin hadi faytona.”
Elimi tutup faytona çıkardı beni. Yanyana oturduk ikimiz. O’nun da takım vardı üzerinde. Uymuştuk birbirimize yine..
Elimi sımsıkı tuttu.
“Hadi” dedi faytoncuya.” gideceğin yeri biliyorsun.”
İki gösterişli atın çektiği düğün süsleriyle süslenmiş faytonda deden ve ben yanyanaydık. Birbirimize sarılmıştık. Hava sıcaktı ve ben gelinliğin içinde terden sırılsıklam olmuştum.
Yaklaşık on dakika sonra faytoncu durdurdu arabayı. Burası şehrin en güzel yerlerinden biriydi. Evler diğer yerlere göre daha yeniydi ve genellikle Yahudiler oturuyordu. Tek katlı bir evin kapısının önünde durduk. Deden aşağıya indi,elini uzattı:
“Geldik”dedi.
“Geldik mi” nereye?
“Evimize”
“Evimize?”
“Evet sevdiğim, burası bizim evimiz”
Şaşkın vaziyette faytondan indim.Faytoncuya gitmesini işaret etti deden ve hemen kapıyı açtı. Ardından tek hareketle kucağına aldı beni.
“Ne yapıyorsun? indir beni.”
“Sakin ol, eşikten geçireceğim seni.”
“Ama herkes bize bakıyor.”
“Bakarlarsa baksınlar. Hem onlara ne? Belki biz yeni evlendik.”
“Dur , yapma” dememe kalmadan apar topar eşikten geçirdi beni.
“Burası bizim artık” dedi. ”Senin çeyizin burası. Üç sene önce veremediğim çeyizin. Artık burada yaşayacağız. Mutlu günler yıllar geçireceğiz, çocuklarımız burada doğacakve bu bahçede seveceğiz torunlarımızı.
Mutluluktan uçuyordum. Boynuna sarıldım dedenin.
“Ama” dedim.”Nasıl oldu, nasıl aldın bu evi?”
“Evi aldığım adam Yahudi. Biliyorsun artık onlar İsrail’e, yani kendi ülkelerine gidiyorlar.”
“Biliyorum.”
“Çocukluğumdan beri tanıyorum O’nu.Çok şeker adam, hiçkimsesi yok karısından başka. Evi satmak zorunda kalınca ilk önce bana geldi. ”sana satayım bu evi” dedi.”
O’na bunun mümkün olmayacağını söyledim.
“Bu evi alacak kadar birikmiş param yok” dedim.
“Ne kadar paran var?”dedi.
“Sadece beşyüz lira” dedim.”ama sizin eviniz bunun 5 katı eder en az.”
“Bırak ta buna ben karar vereyim. Satıyorum, alıyor musun?”
“Alıyorum”
“Al da hayrını gör. Oh be yabancıya gitmeyecek bari”
“Haklısınız oh be!...
Rahmetli babaannemin gözüyaşlı anlatmaktan bizim de tüm aile dinlemekten zevk aldığımız tek hikayeydi bu. Küçük beynimin anlayabileceği en güzel hikaye. İçinde aşk olan, masallardan da güzel.
Bu hikayeyi ilk kez 5 yaşında anlatmıştı babaannem. Bir haziran günüydü ama dışarıda yağmur yağıyordu. Babaannemi oturma odasında cam kenarındaki divanın üzerinde ağlarken buldum. Göküyüzüne bakıyordu. İçeri girdiğimi görmemişti.Yanına yaklaştım, divana atlayıp yanına oturdum.
“Babaanne niye ağlıyorsun?” diye sordum.
Korkmuştu sıçradı yerinden.
“Sen misin yavrum? “ dedi. ”Korkuttun beni.”
Ağlıyordu.Yanaklarından süzülen yaşları silmek için uzattım elimi.
“Neden ağlıyorsun ama? Ağlama.”
Sarıldı bana. Sımsıkı sarıldı.
“Canım torunum”dedi.
Eliyle gözlerini silmeye çalıştı. Arada hıçkırıyordu.
“Ne oldu babaanne?” dedim.
“Bugün”dedi”. Bugün deden bize bu evi almıştı seneler önce.”
“Bize mi? bana da mı yani?”
Güldü: ”Sana da tabii” dedi.
“Ama ben beş yaşındayım. O zaman yoktum ki. Nereden bildi benim geleceğimi?”
“Bu evde çocukları olsun, torunları koşuşsun isterdi.”
Sonra hıçkırıklarla ağlamaya başladı yeniden. Ne dediğini zorlukla anlayabildim. ”Ama seni göremedi yavrum, ne yazık.”
Yine sarıldı bana, kokladı. ”O’na benziyorsun biliyor musun?”
Gururlanmıştım. O zamandan sonra hep gurur duydum dedeme benzediğim için.
“Sahi mi?”
“Sahi ya.”
“Dedem nasıl almıştı bu evi sana anlatsana babaanne?”
Ve anlatmaya başladı:
“Kirada oturuyorduk o zamanlar....”
Sonuna kadar dinledim hikayeyi babaannemin gözlerinin içine baka baka. Anlatırken O’nu seyrettim ve beş yaşında bile olmuş olsam o zamanlar anladım babaannemin dedemi ne çok sevdiğini. Hikayeyi bitirmişti babaannem. Gözleri yaşlıydı yine. Ama gülümsüyordu artık.
“Hadi kalk” dedi.”Ben aptest alıp namaz kılacağım.”
“Ben de namaz kılmak istiyorum.”
“Gel o zaman.”
Birlikte abdest aldık. Oturma odasında bir gömme banyo vardı ve O’nun aptest almak için daima hazır bulundurduğu bir kova su. Önce O aptest aldı sonra bana aldırdı.
Hoşuma gitmişti bu. Suyla oynamaktan çok hoşlanırdım o zamanlar. Bana oyun gibi gelmişti. Yere iki tane seccade yaydı. Birini dolabından çıkardı.
“Al bak bu dedenindi.”
Birlikte namaz kıldık babaannemle. Daha doğrusu O kıldı, ben de O’nu taklit ettim. En son namaz bittiğinde babaannem seccadenin üzerine oturdu. Ellerini açıp dua etmeye başladı. İçinden birşeyler mırıldanıyordu. Namaz kılarken okuduklarını anlayamamıştım. Anlayamadığım şeyler söylüyordu. Ama bu söyledikleri daha anlaşılırdı. Uzun uzun dua etti babaannem. Dedeme ve dedemin ruhuna. Yine ağlamaya başlamıştı. O’nu seyrediyordum. En son ben de O’ndan duyduklarımı tekrar etmeye başladım.
“Neden O’nu benden aldın Allahım? Ne zaman alacaksın benim canımı, ne zaman kavuşacağım sevdiğime? Sevdiğim, mekanın cennet olsun. Çok özledim seni çok...
Kendi söylediklerini tekrar ettiğimi duyunca bana doğru baktı, duasını bitirdi.
“Beni mi taklit ediyorsun sen?
“Ben dua bilmiyorum ki, sen ne dersen onu söyledim.”
Gülümsedi.
”Bak yağmur yağıyor dışarıda.Yağmur yağınca gökkapıları açılır, tüm duaların kabul olur.”
“Tüm dualarım mı, sahi mi?”
“Sahi ya. aç şöyle ellerini. Hah başla şimdi, Allah’ım.”
“Allahım. Senden üç şey isteyeceğim. Ne olur babama söyle ,bana o bisikleti alsın.”
Kahkaha attı babaannem.
“Bisiklet mi istiyorsun? Seni haylaz seni.”
“Evet. Bütün arkadaşlarımın bisikleti var ama benim yok.”
“Şey Allahım ikinci dileğim de şu: Annemden kardeş istiyorum ya hani sen de biliyorsundur. Bir kardeş gönderir misin bana? Kız olsun ama. Ağbisi olayım O’nun, tamam mı? Şey erkek te olabilir.O zaman da ağbi olurum hem de bisiklete binmesini öğretirim O’na.
“Kardeş te istiyorsun ha seni haylaz.
Babaanneme cevap vermeden devam ettim duama.
“Allahım bir de babaannemle dedemi kavuştur ne olur. Dedem nerede? bilmiyorum. Babam senin yanında diyor. Cennetteymiş yani. Senin yanında olduğuna göre hani bana bisiklet ve kardeş göndereceksin ya O’nu da babanneme gönder. Sanırım o zaman kavuşmuş olurlar.”
Birlikte “amin”dedik. O’nu taklit edip ellerimi yüzüme sürdüm. Başımı çevirdim O’na doğru. Gözleri yaşlıydı yine. Hasretle sarıldı bana önce. Sonra yüzüme baktı, sessizce mırıldandı: ”Dedene gerçekten çok benziyorsun.”
“Hadi kalk bakalım” dedi sonra. ”Akşam oluyor, baban gelecek Yemek hazırlayalım O’na. Annene de yardım edelim.”
“Tamam “dedim. Sonra dayanamayıp sordum:
“Babaanne. Allah dularımı kabul eder di mi?”
“Eder tabii. Sen meleksin daha.”
Gülümsedim ben de: ”Tamam o zaman “ dedim.
Birlikte seccadeleri topladık ve anneme yardım etmeye gittik içeri.
O günden tam bir hafta sonra babam elinde kocaman bir bisikletle girdi kapıdan. Tam istediğim gibi, tam arkadaşlarımın bisikletleri gibi. Sevinçten deliye dönmüştüm.
Hemen babaanneme koştum: “Babaanne Allah kabul etti benim duamı, bak bisiklet aldı babam.”
Kucağına aldı beni: ”Sahi mi?” dedi. ”Hani nerede, göster bakalım”
“Gel çabuk”. Ellerinden tutup çekiştirmeye başladım. Babam kızdı bana:
“Çekiştirmesene babaanneni geliyor işte.”
“Dur geldim, geldim .Aman ne kadar güzel birşey bu böyle.”
“Duam kabul oldu babaanne” dedim.
“Sana demiştim. Hadi güle güle kullan.”
Babam: ”Yavaş ol, bir yerini acıtacaksın” demişti ama ben O’nu duymamıştım bile. Benden daha büyük olan bisikleti çekiştire çekiştire çoktan çıkmıştım kapıdan.
O gün bütün gün inmedim bisikletin üzerinden ve akşam karanlığında zorla girdim içeri. Kapıda babaannem karşıladı beni. Bisikleti içeriye sokmama yardım etti ve şefkatle sordu:
“Anlat bakalım yaramaz neler yaptın bugün?”
“Ohooo. Görmedin ni beni yoksa? Ahmet 2 aydır dört tekerlek sürüyor bisikleti, bense ilk günden becerdim sürmesini yaaaa. Ellerimi bile bırakabiliyorum artık.”
“Aferin benim küçük torunuma” dedi babaannem. sonra beni dikkatle süzmeye başladı ve ben tam ayakkabılarımı çıkartıp içeriye dalmak üzereydim ki kolumdan yakalayıp bana gömme banyoyu işaret etti: ”Batırmışsın yine üstünü başını. O ellerin, ayakların hali ne böyle? Sofraya böyle mi oturacağını sanıyorsun? Doğru banyoya, çabuk.”
Babaannem çok titiz kadındı, çok...
Sonradan büyüyünce öğrendim ki babaannem söylemiş babama: ”Seninki bisiklet istiyor” diye. Hatta biraz da para vermiş O’na.” Benim de katkım olsun” diyerekten.
Annemin rahatsızlığı nedeniyle, -bir kaç kez hamile kalmasına rağmen- kardeşim olmadı hiç. Yani ikinci duam kabul olmamıştı. Bisikletim geldiği günden 5 sene sonra ben 10 yaşındayken kabul etti Allah en son duamı. Babaannem dedeme kavuştu “gökkapılarının açıldığını” söylediği yağmurlu bir günde Kelime-i Şehadet getirmeden önce “sana geliyorum”diyerek. Ve ben beş yaşımda o küçücük aklımla ettiğim duanın kabul edilmemiş olmasını senelerce diledim. Bu yaşımda bile düşünürüm bazen: ”Acaba ben o duayı etmeseydim babaannem ölmez miydi? Benim yüzümden mi öldü acaba?”
Kimbilir????????
BÖLÜM 3
“Evlat? Daldın gittin yine.”
“Hı, efendim? Birşey mi dedin?”
“Daldın gittin diyorum.Ne zaman bu eve gelsek hep dalıp gidiyorsun.”
“Öyle mi? Hiç farkında değilim.”
“Değilsin tabii. Eve girdiğimiz andan itibaren ne söylesek, ne konuşsak dinlemiyorsun.”
“Pardon baba. Bu evin benim için anlamını bilyorsun. Yok olup gideceğini bilmek mahvediyor beni.”
“Ya ben ne yapayım evlat? Bu evde doğdum ben, annem burada söyledi ninnilerini bana. Babamla annemin sonsuz sevgilerine bu evde tanık oldum. Bu evde yaptılar sünnetimi. Şu kurumuş erik ağacının gölgesinde yapılmıştı yatağım. Bu eve gelin getirdim anneni. Sen bu evde doğdun. Babamı ve annemi bu evde kaybettim.
Her köşesi anılarla dolu. Attığım her adımda babamın sesi geliyor kulaklarıma. Annemin bana seslenişini duyuyorum sonra. Ama olmuyor biliyorsun. Hem başka şehirde oturuyoruz, hem de bu dökülüyor artık bu ev. Baksana harabe oldu sanki. Bir yerini yaptırsan başka yeri yıkılıyor. Bak burası ahırdı biliyorsun. 15 yaşlarındaydım, bir midilli almıştı babam. Çok iyi eğitmiştim O’nu. Üzerine binip geziler yapardım. Ne zaman ıslık öttürsem yanıma gelirdi. Yahudi evi diye herkes hazine olduğunu düşünür bu evlerde. Güya adamlarn gömüleri kalmışmış. Bir gün kazarken bir küp kapağı da bulmuştum ama gerisi yoktu, sadece kapak.
“Ben de şu ağacın altında bir Osmanlı parası bulmuştum hatırlarsan. Hatta sana kazalım demiştim de izin vermemiştin.”
“İyi ya, kazılacak nasılsa şimdi. Sen de başında duruverirsin. Bir şey çıkarsa alırsın hemen bu benim diye.”
“Dalga geçme baba. Çocuktum o zaman.”
“Sen hep büyüktün evlat. Aklın herşeye ererdi. Meraklıydın ve gerçekten benzerdin dedene.”
“Ne zaman başlayacaklar yıkıma?”
“Biz ne zaman evet dersek.”
“Yıkılmış zaten koca ev. Birkaç saatte biter herşey.”
“Bitmez evlat. Anılarımız var ya.”
Bu evde anılarımız vardı. Hepimizin. Babamın, annemin ve benim. Ben bencildim anneme ve babama göre. Onlar için hayatlarının en önemli zamanları geçmişti bu evde. Bu ev belki de zamanın görebileceği en büyük aşka şahitlik yapmıştı. Ama benim için farklıydı herşey. Babaannem ve anıları vardı burda. Biz vardık.
Babam da haklıydı aslında, kilometrelerce uzakta yaşıyorduk biz. Babam da memur olduğundan 10 sene önce ayrılmıştık buralardan. Koca şehir istanbul olmuştu mekanımız. Annem rahatsız olduğu için zaten gelemiyorlardı sıksık. Ben üniversiteyi bitirince askere gitmiş ve iş bulmuştum hemen. Şu anda iyi bir şirkette çalışıyorum ve 1 sene önce evlendim ve karım 3 aylık hamile. O’nu da yolculuğa çıkaramıyorum.
“Çocuğuma bu evi göstermek isterdim.”
“Ben de evlat. Dedesinin ve babasının yaşadıkları bu evi görmesini ben de isterdim. Ama bu ev artık fotoğraflarda kalacak .”
“Anılarımızda kalacak baba. O’na da anlatacağım bu evin hikayesini. Bu evde geçen koca sevgiyi anlatacağım.”
“O da büyükdedesine benzer belki senin gibi.”
“Ben sana da benzesin isterim. Senin gibi yakışıklı olsun.”
Gülümsedi.
“Sen de fena sayılmazsın.”
Elini uzatıp ensemden tuttu ve kendine çekti, sarıldık.
“Karar verdik değil mi?
“Evet verdik. Ama müsaade et de ben dolaşayım son bir kez evde.”
“Tamam. Ben çarşıda olacağım.”
Babam evden çıktı ve ben koskoca evde yapayalnız kaldım. Tek katlı bir ev. Kapısı belki böyle değildi önceden, ama yol yükseldiği için artık kaldırımdan 2 küçük merdiven iniyor aşağıya. Girişte kocaman bir hol.
“Koşma düşeceksin. Bak yine birşey giymemiş ayağına. Basma çıplak taşlara çocuğum...”
“Baba. dedem nerede?”
“Allah’ın yanında yavrum, Cennette.”
“Cennet güzel mi baba?”
“Güzel tabii yavrum.”
“Dedem mutlu mudur orada? Yani babaannem burada o yokken ağlıyor ya . O da ağlıyor mudur orada?”
“Anne.”
“Efendim yavrum.”
“Şey benim kardeşim olmayacak mı hiç?”
“Ne yazık ki olmayacak yavrum.”
“Yani Allah kabul etmeyecek mi dualarımı? Ama babaannem öyle demedi.”
Sağda bir büyük bir de küçük 2 oda. Solda büyük bir oda. Büyük odaların ikisinde de gömme banyolar var.
“Mehmet. Gel oğlum , su ısındı. Banyo yapacaksın.”
“Ama ben oyun oynayacağım.”
“Gel hadi bekletme beni. Suyun soğuyacak.”
“Tamam, tamam. Ama bu sefer kendim yıkanacağım.”
“Bak sen, büyüdün mü o kadar?”
“Büyüdüm tabii, bak boyuma...”
Sağdaki küçük odadan mutfağa da çıkılıyor. Giriş kapısının tam karşısında bahçe kapısı. Kocaman bir bahçesi var evin. Bahçeye girdiğinde hemen solda bir tulumba vardı eskiden. Şimdi yalağı duruyor. Annem çiçek ekmişti bir zamanlar. Ama hepsi solmuş, bir toprak parçası şimdi. Girişte kocaman bir erik ağacı vardı. “Piravuşta eriği” derdi annem, reçelini yaparlardı. Girişte sağ tarafta mutfağın asıl girişi. Tabanı taştan çok geniş bir mutfak bu. İçinde tuvalet te vardı ya artık dökülmüş iyice.
“Babaanne, ne yapıyorsun?”
“Aşure yapıyorum yavrum.”
“Aşure mi? Bayılırım. Ama sen bütün aşureleri dağıtıyorsun, bana yiyecek birşey kalmıyor.”
“Ama aşureyi dağıtmak lazım, sevaptır.”
“O zaman fazla yap bu sefer. Ben çok yemek istiyorum.”
Erik ağacının alt kısmında çiçekler vardı,daha çok güller. Gülleri çok severdi babaannem, özellikle kırmızıları. “Deden bana hep kırmızı gül alırdı.”derdi
Benim de kırmızı gülleri çok sevişim bundan mıdır acaba?
Bahçeden ilerleyince mutfağın hemen yanında depo olarak kullandığımız- aslında ilk alındığında tuvaletmiş- ufak bir bölme var. Orası da harabeye dönmüş ve ahırımız. Kapısı kırık, içi çökmüş. Orada tavuk kümesleri olduğunu hatırlıyorum.
“Babanne, neredesin?”
“Ahırdayım, gel. Tavuklara yem veriyorum.”
“Yumurtlamışlar mı bugün?”
“Evet senin tavuğun yumurtlamış.”
“Helal be sarıkız.”
“Sarıkız mı? Oğlum o inek ismi.”
“Olsun, sen tavuğuna kara kızım demiyor musun?”
Ahırın yanında küçük bir vişne ağacı vardı. Az ama çok lezzetli meyveler verirdi. Kuruduğu için kesmişti babam onu. Onun meyvelerinden de ne güzel reçeller yapardı babaannem.
“Mehmet in oğlum ağaçtan düşeceksin.”
“İnmiycem işte. Canım fişne istedi.”
“Baban gelsin toplar sana vişneyi”
“Olmaz ben kendim topluycam. Büyüdüm artık. Ahhh.anneciğim.”
“Mehmet....”
Koca evi gezdim yine. Her yerinde hatıralar aradım. Küçükken oynadığım topu, kaybedip te bulamadığım misketlerimi buldum. Bahçedeki güllerden biri filiz vermişti. Uzanıp koparacaktım ki biri seslendi bana.
“Hoşgeldin.”
Sesin geldiği tarafa doğru başımı kaldırdım, O’ydu. Hani şu hep kandırıp ta öpmenin fırsatını kolladığım o kız, hani babaannemin bizi bastığı.
“Hoşbulduk, sağol.”
Değişmemişti hiç, hep aynıydı. Evlendiğini biliyordum. Küçükken evlerimizin arasında mesafe vardı ama artık evimizin yanında dikilen koca apartmanda oturuyordu kocasıyla. Çocukluk arkadaşımdı kocası. Balkonda çamaşır asarken yanına bir çocuk geldi.
“Tıpkı sana benziyor” dedim.
“Bu ikincisi” dedi. ”Biri de yolda”
“Maşallah” dedim”. Benim hanım da bekliyor. Ama biz sizinki kadar düşünmüyoruz.”
Güldü.
“Hayırdır? Görünmüyordunuz buralarda. Geri mi geldiniz yoksa?”
“Yok , evi mütaeahhite verdik te yıkılmadan son bir kez göreyim dedim.”
“Bu ev de yıkılacak ha? Bizimkini de verdiler seneler önce. Çok ağlamıştım o zaman.”
Onların da bizimkine benzer bir evleri vardı arka sokakta.
“Ben de üzülüyorum ama ilgilenemiyoruz biliyorsun.”
“Haklısın olmuyor. Şey ben içeri girmek zorundayım, telefon çalıyor ve ateşte yemeğim var.”
“Tabi tabi gir sen içeri. Kocana selam söyle. Nasıl, çalışıyor mu bari?”
“İşler kötü biliyorsun. Bu günlerde işsiz, bulur inşallah. Kahvede şimdi.”
“İnşallah” dedim.” kendine iyi bak.”
“Sağol, sen de.”
İçeri girdi .O sırada bir ıslaklık hissettim yüzümde. Bir yağmur damlası. Bir tane, bir tane daha ve bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı bir anda. İçeri kaçmayı düşündüm ilk önce, vazgeçtim. Her tarafım sırılsıklam olmuştu zaten. Gökyüzüne kaldırdım başımı.
“Bak yağmur yağıyor dışarıda. Yağmur yağınca gökkapıları açılır, tüm duaların kabul olur.”
“Tüm dualarım mı, sahi mi?”
“Sahi ya. Aç şöyle ellerini. Hah başla şimdi, Allah’ım...”
Gözlerim doldu, gözyaşlarımı yağmura bırakıp ağlamaya başladım. Gökyüzüne kaldırıp başımı sessizce fısıldadım:
“Beni yağmursuz göndermeyeceğini biliyordum.”
Bahçeden içeri girdim. Holü geçip evin dışına çıktım. Son bir kez baktım çocukluğumun geçtiği bu koca eve.
“Allahaısmarladık güzel evim” dedim. "Allahaısmarladık anılarım, Allahaısmarladık babaanne...”
“Yağmur yağacak.”
“Ne yağmuru canım, görmüyor musun günlük güneşlik her taraf?”
“Yağmur yağacak dediysem yağacak, hiç yanılmam ben.”
“Peki ya yağmazsa?”
“Var mısın iddiasına?
“Varım neyine?”
“Eğer yağarsa bir kez öpeceğim seni.”
“Öpecek misin?”
“Öpeceğim.”
“Peki ya ben kazanırsam?”
“O zaman sen öpersin beni.”
“Ama ben seni öpmek istemiyorum ki...”