- 624 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇARESİZ TOPRAKLARDA
Tahta kurularının itinayla kemirdiği kocaman odunları andıran evlerin çatıları altında kurulu bir yaşam...
Yalnızlığa mahkum, lüks mekanların kalabalığından uzak, boş sokaklar...
Eksikliğini bir kez olsun göstermediği adeta buzdan bir köy...
Doğal gazın dahi sözünün geçmediği bu yerde, ağızdan çıkan her kelime adeta buhar olup havada süzülüyordu. Bu da yetmezmiş gibi evin her köşesine özenle yerleştirilmiş mumlar odayı parlatmaya yetmiyordu, hatta ısıtmaya da...
Köyün kadınları ellerinde üstüne kadar yığılı çamaşır sepetleriyle yakındaki su birikintisine gidiyorlardı. Fakirlikten üstü başı yırtık pırtık, çıplak ayaklarıyla taş kaplı yollarda koşuşturan çocuklar, akşam yemeği için eve döndüğünde bacakları kanla boyalı sıyrıklar içinde olurdu. Genelde günün her saati aynı geçerdi. Haftada bir çamaşırlar yıkanır, her akşam bir önceki günlerden kalan kokuşmuş yemekler yenirdi. Burada doktor olmayışı da ayrı bir sorundu. Herkes kendine göre ilaçlar üretirdi; kimi bitkilerle içecek hazırlarken, kimisi şifalı olduğunu düşünüp çamurlara boyanırdı. Gereksizdi hatta sağlıksızdı ama iyileşmeleri gerekiyordu. Her evin en az dört beş çocuğu vardı. Bu birazda geçim sıkıntısı yaratıyordu. Bu yüzden de her zaman dinç olmaları gerekiyordu.
Uzaklardaki patikalardan mum ışıklarıyla aydınlatılmış bu küçük köy adeta küçük bir ışık huzmesi gibi gözüküyordu. Köy karanlıklara hapsolmuş gibiydi, adeta sislerin arasından terk edilmiş izbe mekanları andırıyordu. Sessizliğe gömülmüş bu yerde yaşamak zordu ancak onlar hayatın zorluklarıyla yüzleşmeyi öğrenmişlerdi ve karşılarına çıkan her zorluğu aşabilirlerdi.
Hayat akışı yetişkinlerde alışılagelmiş bir durum olsa da, çocuklar için pek de öyle değildi. En ufak bir rüzgarda tir tir titreyen minikler pek de kalın olmayan yamalı yorganların altında iki büklüm oturuyorlardı. Oyun sırasında yere düştüklerinde küçük sıyrıklar yüzünden yere oturup ağlıyorlardı.
____________-
Güneş ilk ışınlarını köyün bir ucundan ötekine yansıtıyordu. Haftanın Pazartesi günü takvimden koparılıp atılmış gibiydi. Onlar için haftanın ikinci uğursuz günü olan Salı günü gelip çatmıştı. Grimsi bulutlar gökyüzünü istila etmeye başlamıştı. Uzaklardan gecenin zifiri karanlığı yaklaştığında hiç kimse evinden dışarı çıkmazdı. O yüzden hava kararmadan kadınlar su birikintisinin etrafında toplanmışlardı.
Kadınlar genellikle çocuklarını gölün kenarına asla götürmezlerdi. Bunun nedenini asla bilemiyorlardı. Bu lanet gibi bir şeydi. Akıl almaz olaylar zinciri...
Bunları bildikleri halde Evren adlı altı yaşlarında esmer bir kız çocuğu annesinin dizinin dibinden ayrılamıyordu. O kadar tembihlenmiş olmasına rağmen çamaşıra giden annesinin arkasından hiç ses etmeden gizlice takip etmişti. Öğle vaktini geçmiş olmasına karşılık hava kararmaya başlamış, sis erken çökmüştü.
Evren’i hala görmeyen annesi çamaşır yıkamaya öyle dalmıştı ki, çocuğunun göl kıyısında suyun dibine kadar soktuğu kafasından arta kalanları göremedi.
Akşama doğru tüm kadınlar temiz kıyafetleriyle evlerine dönerken, Evren kapkaranlık ormanda yapayalnız kalmıştı. Ölü olarak...
...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.