- 745 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DİLE VURMUŞ
Mangal partisi… Arabama atlamış davete giderken yeni kişilerle tanışacağım için sevinçliydim. Beni davet eden Kemal Bey, yetmiş yaşlarında, saçlarına ak düşmüş, hayat tecrübelerinin çizgilerini alnında taşıyan, hoş bir insandı. Her ne kadar konuşmalarında emrivakilik olsa da, ifadeleri kullanış biçimi, sözlerinin yumuşaklığı, nezaketini ortaya çıkarıyordu. Emeklilikten sonra sakin bir kasabaya yerleşmiş, kasabasındaki suyu bol piknik alanında arkadaşlarına ikram etmekten hoşlanıyordu. Beni de davet ederken, “arkadaşlarla ara sıra mangal partisi yapıyoruz. Önümüzdeki cuma günü yapacağız, sende gel. Hem seni arkadaşlarla tanıştıracağım” demişti. Aslında işim vardı ama ilk davetinde kırmak istemiyordum. Üstelik arkadaşlarıyla tanışarak çevremi genişletmek istiyorum. Tarif üzerine gidiyor, ara sıra yolda durarak, yol kenarlarındaki benzinliklerden, büfelerden gideceğim yerin tarifini alıyordum. Uzun süredir havalar iyi gidiyordu. Hâlbuki geçen hafta ortalık kavruluyordu. Yine son elli yılın en sıcak günlerini yaşıyoruz sözleri dolaşıyordu. Alışkanlık işte, insanlar nedense, hep ya son elli yılın, ya da son yüz yılın sıcaklarından, soğuklarından söz etmeyi adet haline getirdiler. Altmış yaşını görmüş olarak 2011 yılından geriye doğru gittiğimde, bu yıldan daha sıcak günler görmüştüm. Hatta geçen yıllarda sıcaklardan ölenler olmuştu. Şükür bu yıl sıcaklardan ölenlerden söz edilmedi. Buna rağmen, söylentilere göre son elli yılın en sıcak yılıydı. Kimse, aylara, günlere göre, meteorolojinin tespit ettiği sıcaklık rakamlarını kıyaslayarak konuşmuyordu. Televizyon haberlerinde ellerinde mikrofon car car sıcaklardan söz ediliyor. Sıcaklardan bunalanlar “of bu yıl çok sıcak” diyordu. Kısacası kimse gerçekten bilgiye göre konuşmuyor. Hemen herkes işine geldiğini gibi konuşuyordu. Haberci haber olsunda, yalan dolan fark etmez, konuşuyordu. Halk sıcakların tesiriyle ne dediğinden haberi yoktu. Bu konuda bilgi sahibi meteoroloji uzmanları ise sus puslardı.
Piknik alanına vardığımda uzaktan beni davet eden arkadaşı gördüm. Arabamı uygun bir yere park ederek onlara doğru yürüdüm. Beni uzaktan görünce el sallamaya başladı. Piknik alanı yüksek, gölgelikleri geniş bir yerdi. İleriden su sesleri geliyordu. Arkadaşlar hemen suyun aktığı yerin kenarındaki ağaçların altına yerleşmişlerdi. Piknik alanlarındaki karşılıklı oturma yerleri olan ağaçtan yapılmış büyük masalardan iki tanesini işgal etmişler. Bir arkadaş ortaya kurulan büyük mangalı yakmaya çalışıyordu. Beraber olacağımız kişilere şöyle bir baktım. Beni davet edenin dışında hiç birini tanımıyordum. Mangalın başındaki kuru yağız esmer adam otuz yaşlarındaydı. Mangal işlerinden anladığı davranışlarından belli oluyordu. Yanındaki masada salata yapmaya çalışan on dört yaşında bir genç vardı. Mangal başındaki adama “baba” diyordu. Baba oğul mangal işine el atmışlar diyerek güldüm. Yanlarından geçerken selam verdim. Gülerek aldılar. Arkadaşım beni ayakta karşıladı. Tokalaştık, kucaklaştık. Beni arkadaşlarıyla tanıştırdı.
- Süleyman, şair, yazardır.
- Yok, canım, ne şairliği, ne yazarlığı? Öylesine işte kendi kendimize yazıyoruz.
- Bunun mütevazı olduğuna bakmayın.
Sonra sırayla,
- Murat, Mehmet, Musa, Selim, Cemal, Hayrettin, Mahmut
Hepsiyle el sıkıştık. Birbirimize memnuniyetimizi belirtik… Hiç birini önceden tanımıyordum. Kemal bey,
- Süleyman İzmir’e yeni gelmiş. Bir arkadaşın ofisinde karşılaştık. Artık burada yaşayacak. Çok eskiden gazetelerde yazı yazardı. O zamanlar makalelerini takip ederdim. Bu aralar yazmıyor. Sizinle de tanıştırmak için buraya davet ettim.
Arkadaşlarına beni tanıtırken, arkadaşları da bana bakarak memnuniyetlerini belirtiyorlardı. Kemal devam ederek,
- Bu arkadaşların hepsi emekli... Arada bir böyle mangal partisi yaparız. Burası sakin sesiz çok güzel bir piknik alanı. Cumartesi, pazar günleri dolu olur, yer bulamazsın. Hafta içi sessiz, sakin çok güzel olur. Onun için biz de, hafta içlerinde ara sıra böyle mangal yaparız. Murat imamlıktan, Mehmet milli eğitimden, Musa diyanetten, Selim kütüphaneden, Cemal belediyeden, Hayrettin kendi işyerinden, Mahmut nüfustan emekli oldular. Eskiden beri birlikteyiz. Allah’a şükür inançlarımız, fikirlerimiz aynı. Arkadaşlıklarımızı uzun zamandır koparmadık. Şimdi pek yapmıyoruz ama eskiden her hafta Kur’an çalışmaları yapardık. İçimizdeki en radikal Müslüman Cemal’dir. Namazlı, niyazlı, İslami fikirli insanlar olarak, toplumun pisliklerinden uzak kendi halimize yaşayıp gidiyoruz. Eskiden çok okurduk ama şimdi pek okuyamıyoruz.
- Desenize emekliler partisi olacak bugünkü mangal partisi
- Öyle de denebilir. Hepimiz bu kadar değiliz. İş sahibi olan birçok arkadaşı davet ettik. Onlar biraz geç gelir. Dükkânlarını kapattıkları için onların gelmesi yatsıyı falan bulur. Ama korkma, onlar gelse de gelmese de biz ilk pişenleri yemeye başlarız.
- Yok, zaten fazla aç değilim. Bugün öğleyi biraz geç yedim. Gecikme beni etkilemez.
- İyi o zaman
- Burası gerçekten güzelmiş. Şehir sıcak olmasına rağmen, burası serin.
- Evet, çok güzeldir. İleride mescidimiz var. Namazlarımızı orada kılıyoruz. İki tarafta tuvaletler var. Suyumuz bol. İleride dükkânlar var. İhtiyacımız olursa alıyoruz.
- Gerçekten güzel. Tabi kasabanın hemen bitişiğinde oluşu da harika…
- Evet, herkes yürüyerek rahatça gelebiliyor.
Mangalcımız, mangalı ateşe vermişti. Ortalığı koyu bir duman kapladı. Rüzgâr dumanları üzerimize doğru getirince, masayı değiştirerek, diğerine geçtik. Geçtiğimiz masa yukarıdan aşağıya doğru akan suyun olduğu yere daha yakındı. Sanki burası önceki masanın olduğu yerden daha serindi. Suyun sesi, etkisi, serinliği artırmış gibiydi.
Arkadaşlar kendi aralarında konuşuyorlardı. Henüz yeni tanıştığımız için, birkaç klasik sorudan sonra benimle konuşmayı bıraktılar. Bende yeni olduğum için fazla söze karışmayı değil daha çok dinlemeyi tercih ediyordum. Biraz politikadan söz ettikten sonra, karı kız muhabbetine girdiler. Şaşırmıştım. Hepsi emekli olmuş insanlardı. Namazlı niyazlı insanlardı. Kur’an çalışması yaptıklarını söyleyen, güya toplumda kendilerini bilinçli Müslüman olarak tanıtan insanlardı. Bazı şehirlerdeki, köylerdeki evlenmeye müsait, kızlardan, dullardan söz ediyorlardı. Kızlar tabi bildiğimiz on sekiz yirmi yaşlarındaki kızlar değildi. Çeşitli nedenlerle evlenememiş, evde kalmış otuz yaşlar civarındaki bakire kızlardı. Birbirlerine, bir gezi düzenleyip oralardaki arkadaşlara gidelim. Kızlara, kadınlara bakalım. Belki bizimle evlenecekler olabilir diyorlardı. Konuşmalardan rahatsız olmaya başladım. Hiç birini tanımıyorum. Beni davet eden Kamil bey’in dul olduğunu biliyorum. Karısından ayrılmış, tek başına yaşıyordu. İçimden herhalde Kamil bey’in arkadaşlarının hepsi dul dedim. Kendilerine kadın arıyorlar dedim.
Kimi zaman şakalaşarak… Kimi zaman kahkaha atarak... Kimi zaman yavaş konuşarak… Karı kız muhabbeti davet ediyordu. Onları sessizce dinliyor. Etraftaki manzarayı seyrediyor. İçimden “Allah’ım nasıl bir yere düştüm” diyordum. Yaklaşık bir saate yakın karı kız muhabbeti devam etti. İçlerinden birisi,
- Kardeşim, sen niye hiç konuşmuyorsun?
- Neyi konuşacağım ki? Siz karı kız muhabbeti yapıyorsunuz…
- Ne olmuş yani sen karı kız muhabbeti yapmaz mısın?
- Ben evliyim
- Ne olmuş yani biz de evliyiz. İçimizde sadece Kemal bekâr…
Şaşkınlığım tavana vurmuştu. Bu adamların hepsi evlilerdi. Büyük ihtimalle torun torba sahibiydiler. Evlerinde karıları vardı. Karılarını evde bırakmış. Mangal bahanesiyle buluşmuşlar. Karı kız muhabbeti yapıyorlar. Üstelik bunlar kendilerini bilinçli Müslüman görüyorlar. Allah’ın dininin böyle adamların eline düşecek kadar ucuz olmadığına inanıyordum. Müslüman’ın bir onuru, bir şanı olmalıydı. Müslüman olanlar, hem de güya bilinçli Müslüman olanlar, basit, seviyesiz karı kız muhabbeti yapabilirler miydi? Cahil insanlar olsa neyse… Bunlar kendilerini bilgili, toplumu cahil biliyorlardı. Ağızlarının suyunu akıtarak, belden aşağı tabirler kullanarak, kadınlardan kızlardan nasıl konuşabiliyorlardı? Kabalık olmasın diye kalkmadım. Sabırla sonucu merak ediyordum. Bu konuşmalar nereye varacaktı. Bir minibüs tutup kadın, kız görmeye gitmeyi planlıyorlardı. Allah vere bunlar karılarına, çocuklarına biz İslam’a hizmet için arkadaşlarla görüşmeye gidiyoruz diyeceklerdi. Aklıma Konya geldi. Konya’daki Müslümanların çoğu ikinci, üçüncü evliliklerini yapmayı şiar edinmişlerdi. Hatta bir zamanlar o kadar modaydı ki, ikinci evli olmayanlara neredeyse bilinçsiz Müslüman gözüyle bakıyorlardı. Onlarla az mı tartışmıştım. Hatta bazılarıyla bu yüzden ilişkiyi tamamen koparmıştım. Şaşkınlığımı biraz atınca…
- Arkadaşlar ben evli bir insanım. Üstelik Müslüman’ım. Böyle seviyesiz bir şekilde karı kız muhabbetleri beni açmaz.
İçlerinden birisi, sözüme biraz alınmış, biraz kızmış bir şekilde,
- Ne yani, evli adam erkek değil mi? Müslüman adam erkek değil mi? Hem ne var İslam’da birden fazla evlilik yok mu?
- Arkadaş İslam’daki birden fazla evliliği karıştırma… İstersen o konuyu ayrıca tartışırız. Ancak biz erkeğiz diye, her şeyi abartarak, cıvıtarak konuşma hakkına sahip değiliz. Biz Müslüman’ız, Müslümanlığın, vakarını, onurunu taşımak zorundayız. Ne o öyle, cahiller gibi, ulu orta, cıvık bir şekilde karı kız muhabbeti yapıyorsunuz? Ayıp değil mi?
Ortam birden gerilmişti. Benden hiç böyle bir tepki beklemiyorlardı. Beni davet eden Kemal Bey, ortalığı sakinleştirmek için,
- Arkadaşlar, Süleyman misafirimiz. Onun görüşü böyle… Ne yapalım? O ne bilsin bizim kendi halimizdeyken, aramızdaki böyle muhabbetleri? Belli ki, Süleyman böyle şeylerden hoşlanmıyor.
- Ama bize hakaret ediyor.
- Kusura bakmayın. Ben hakaret etmiyorum. Sadece düşündüğümü söylüyorum. Söylediklerimden rahatsızsanız ne yapabilirim?
- Kardeşim biz erkeğiz. Erkekler karı kız muhabbeti yapar.
- Sizler evli erkeklersiniz. Evlerinizde karılarınız var.
- Ne olmuş yani evlerde karılarımız varsa?
- Bakın beni konuşturmayın. Ben bu konularda çok hassasım. Önce, Müslümanlara ulu orta böyle konuşmaları yakıştıramam. Sonra erkekliği başka türlü değerlendiririm.
Sanki ipler kopuyor gibiydi. Kemal bey ortalığı ne kadar sakinleştirmeye çalıştıysa da, gerginlik devam ediyordu. Konuşan arkadaş baya alınmıştı. Sinirleri tepesine vurmuş gibiydi. Diğer arkadaşları konuşmaya katılmıyor ama sanki onu destekler gibiydiler. Belki de bizim namımıza konuşan var diye susuyorlardı. Bu da garipti. Çünkü ben sözlerimle hepsini muhatap alıyordum. Konuşmalarında hakaret varsa hepsineydi. Saldırı varsa hepsineydi. Sürekli konuşan arkadaş,
- Konuşursan konuş, daha ne diyeceksin? Bir sürü laf söyledin zaten.
- Neyse boş verin.
- Hayır, boş vermeyelim, konuş, içindekileri kus…
- Şimdi siz hakarete başladınız, ne o öyle kus, mus…
- Senin hakaretlerinin yanında az kalır.
- Ben hiç hakaret yapmadım. Siz öyle algıladınız. Ben sadece evli erkekler, ulu orta karı kız muhabbeti yapmaz dedim.
- Biz yaparız, yapıyoruz, bundan dolayı da erkekliğimize laf kondurmayız.
Tepem atmıştı. Artık ne olursa olsun dedim ve…
- Bana bakın, yaşınızdan başınızdan utanın. Evli bir erkek, dışarıda karı kızdan konuşmaya başladıysa, evdeki erkekliği bitmiş demektir. Evde erkekliğini sürdüren dışarıda karı kızdan konuşmaya tenezzül etmez.
- Ne yani bize sen iktidarsız mı diyorsun?
- Bilmem erkekliğiniz dile vurunca başka anlam çıkmıyor.
- Ne yani, sizde erkeklik kalmamış, erkekliğiniz dile vurmuş mu diyorsun?
- Nasıl anlıyorsanız.
Konuşanla birlikte yanındaki ayağa kalktı. Sanki üzerime yürüyeceklerdi. Kemal bey araya girdi.
- Hey ne yapıyorsunuz arkadaşlar. Ayıp… Oturun hele bir…
- Baksana neler söylüyor?
- Tamam, o misafir, öyle düşünüyor. Bırakalım bu konuyu, başka şeylerden söz edelim.
- Partimiz zehir oldu ya…
- Yapma, niye rezil olsun?
- Kemal bey ben gideyim isterseniz. Siz istediğiniz konulardan rahatça söz edebilirsiniz.
- Allah aşkına olmaz. Biz aramızda alışkınız böyle konuşmalara… Belli ki sen alışkın değilsin. Bu seferlik bizi mazur gör… (arkadaşlarına döndü) Arkadaşlar karı kız muhabbeti kapansın artık.
Herkes sessizliğe büründü. Yalnız sürekli itiraz edenin bakışları hiç iyi değildi. Kanına dokunduğu belliydi. Hiç umurumda değildi. Asla bir Müslüman’a bu tür konuşmaları yakıştıramıyordum. Ne düşünürlerse düşünsünler beni ilgilendirmiyordu. Müslümanlığı bu kadar ucuzlaştıran her düşünceye, davranışa karşıydım. Beni bu ilgilendiriyordu.
Ortalıktaki gerginliği, kasveti, bizden uzaktaki mangalcının, “etler pişti, buyurun sofraya” sözü dağıtır gibi oldu. Hep birlikte masaya oturduk. Kemal bey yanıma oturmuştu. Benimle atışan en uzağımda, aynı sırada oturuyordu. Böyle oturunca göz göze gelmiyorduk. Arkadaşlardan bazıları sözlerimden etkilenmiş olacak ki, mahcup tavırlarıyla gözlerini kaçırıyorlardı. Belli ki utanmışlardı. Yemek anında oradan buradan sohbet edilse de, artık sofra pek iştahlı değildi. Kısacası mangal partisini mahvetmiştim. Hiçbiri böyle bir şey beklemiyordu.
Yemekten sonra izin alarak ayrıldım. Ayrılırken özellikle benimle tartışandan helallik diledim. Kemal bey, başka bir mangal partisinde buluşmadan söz etse de, ne ben katılmak istiyordum, ne de arkadaşları beni istiyordu. Tavırlarından istemedikleri belliydi. Arabama binip evime doğru gelirken, kendi kendime iyi etmedim diyordum. Keşke dilimi tutsaydım. Belki daha sonra onlara başka bir şekilde fikirlerimi anlatabilirdim diyordum. Günün özeti olarak aklımda kurulan cümleler beynimde gezinip duruyordu.
Erkeklerin gücü kayboldukça, erkeklikleri dile vurur.
Evinde erkekliğini yaşayan, erkekliğini dile vurmaz inan…
Karısına, ailesine, çocuklarına sevgi, saygı duyanlar, karı kız muhabbeti yapmaz…
Müslüman, insanlığın arını, namusunu, iradesini taşıyandır.
Dile düşüp, hayatın gerçeklerine düşmeyen her türlü düşünce, inanç, insanlığın hayatından kaybolmaya mahkûmdur. İnsanlar güzellikleri, iyilikleri isterken, hayatlarına bakınız, güzelliklerden, iyiliklerden yana mıdırlar? Eğer hayatlarında güzellikler, iyilikler, sevgi, saygı, paylaşım yoksa onlar sadece riyakârdırlar.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.