- 793 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLUK AŞKI
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ayrılmaz ikili gibiydi Cansu ve Serdar. Daha iki basamaklı sayılara yeni ulaşmıştı yaşları… 10 yaşın en temiz ve masum duygularını besliyorlardı yüreklerinde… Saklambaç oynarken Serdar Cansu’nun saklandığı yeri görse de görmezden gelirdi, salıncakta Cansu’yu sallayan hep Serdar olurdu. Küçücük yürekleri pırpır ederdi birbirlerini gördüklerinde. Bu duygunun adını bilmiyorlardı henüz ama beraber dolaşırken, konuşurken ikisi de gözlerinin içine bakamadıklarını fark ediyorlardı. Garip bir çekingenlik oluşuyordu aralarında.
Sevgililerin hoyratça papatyaları koparıp yapraklarıyla “seviyor, sevmiyor” falına baktıkları ilkbahar günlerinde Serdar taç yapardı Cansu’ya… Dalında güzel olan çiçekler daha bir anlam kazanırdı Cansu’nun saçlarını süslerken… Işıl ışıl olurdu yüzü sevinçten, yanakları ise al al yanardı utancından…
İkisinin de babası askerdi. Lojmanda karşılıklıydı evleri. Hatta dışarıya çıkmak için balkondan bağırırlardı birbirlerine. Bazen annesi kızardı Cansu’ya o zamanlar için değişik bir anlaşma şekli geliştirmişlerdi kendilerince. Kendi iletişim tarzlarını belirlemişlerdi ve el hareketleriyle söylemek istediklerini ifade etmeye çalışırken komşu teyzelerin/ amcaların tuhaf bakışlarına maruz kalınca “yer yarılsın da içine girelim” düşüncesi hüküm sürüyordu minik beyinlerinde.
Bazı duygular vardır ki dillendirilince saflığını kaybeder, yaşamın içindendir o hisler ve yaşandıkça anlam kazanır… Serdar Cansu’ya şeker alırdı ya da simidinin yarısını ona verirdi, sevinçten uçardı havalara Cansu. Çocukken küçük şeylerle mutlu olur ya insan… Büyüdükçe burun kıvırırsın sevdiğinden gelecek küçük bir hediyeye. Hep daha büyüğünü istersin, hep daha iyisini… Manevi aşk imha etmiştir kendisini, yerini maddiyata dayalı aşklara bırakarak…
Cansu ve Serdar biraz daha büyümüşlerdi artık. 13 yaşının çocukluk ve ergenlik arasında ikilem yarattığı, duygu karmaşasının ön plana çıktığı çağa gelmişlerdi. Hâla aynıydı duyguları ama şu ana kadar ikisi de sözcüklere dökememişlerdi aşklarını. Serdar düşünüyordu düşünmesine ama aralarındaki dostluğu da kaybetmek istemiyordu, Cansu’nun üzülmesinden korkuyordu. İkisi de birbirlerini severken, platonik aşk yaşıyorlardı içlerinde hiç el değmemiş, kirletilmemiş , beyazlığını ve saflığını koruyan en yüce aşkı taşıyorlardı masum kalplerinde…
Yaprak dökümü mevsimi sonbaharda, hüzünle yoğrulur hazan… Yapraklar dökülürken içinizden bir şeylerin de kayıp gittiğini hissedersiniz… Sararan yaprakları süpürürken umutları da alır götürür rüzgâr… Uğultusu da yürekleri dağlayan bir ezgi gibi karartır benliğinizi… Dalar gidersiniz çıplak ağaçların gövdesini izlerken… Çıplak kalır duygular da mahremiyetin utancında çırpınırken…
İşte bu duygularla Serdar’ı beklerken tarifsiz bir acı çöreklenmişti Cansu’nun kalbinde… Her daim parlayan bakışları donuktu şimdi. Titriyordu bedeni, üşüyordu sanki. Düşüncelerin engin denizinde boğulmak üzereyken Serdar’ın silueti belirdi. Gökyüzünde süzülen kuşlar yuva yapmıştı kalbine ve her biri kanatlarını özgürce çırparken salgıladığı adrenalin başını döndürmüştü Cansu’nun. Serdar’ı hiç böyle görmemişti daha önce. Omuzları çökmüştü, yüzünde derin bir keder hakimdi. Yanına oturduğunda bir süre ikisi de konuşmadı. Doğanın sesini dinlediler. Cansu o anın hiç bitmemesini diledi. Büyüsünü bozacaktı Serdar’ın ağzından çıkacak sözler, biliyordu…
“Babamın tayini çıktı Cansu. Ankara’ya gidiyoruz.”
Çok zor çıkmıştı sözcükler, titrek dudakların arasından. Keşke mühürlenseydi dilim, lâl olsaydı da söyleyemeseydim diye düşünürken gözyaşlarına engel olmak istiyordu. Cansu’nun beyni durmuştu sanki. Kapkaraydı ortalık… Güneş erken mi batmıştı yoksa hayalleri miydi batan? Ne diyeceğini bilemedi Cansu, sarılıp ağlamak istedi, utandı… Tam o sırada Serdar elini tuttu Cansu’nun, avcunu açtı ve bir bileklik koydu içine. “Bu bana her zaman uğur getirmiştir. Sana da şans getirsin ben yokken. Baktıkça beni hatırlarsın belki. Belki de… Neyse elveda Cansu…” Kesik kesik çıktı sözler Serdar’ın ağzından. “Seni seviyorum” demek istedi, diyemedi… Hızla uzaklaştı bilinmeyene doğru. Ardında kanayan bir kalp bırakarak…
Birkaç kere mektuplaştılar daha sonra… Havadan sudan şeylerdi yazdıkları. Cansu, zarfı her açışında koklardı ilk önce kağıdı. Derin derin çekerdi içine… Sonra harflere dokunurdu uzun bir süre. Tenini hissederdi sevdiğinin, sıcacık dokunuşunu… Mektubu okurken tutamazdı gözyaşlarını. Seneler geçse de aşkından zerre kayıp vermemişti. Yüz yüze görüşememişlerdi hiç, birbirlerini görünce ayrılamamaktan korkmuşlardı çünkü. Ama zamanı gelecekti, vuslat yakındı...İlk günkü tazeliğindeydi heyecanı, özlemi, bekleyişi… Kolundan hiç çıkarmadı bilekliği. Şans hep yüzüne güldü. Üniversiteyi birincilikle bitirdi, öğretmen oldu. Serdar’ın da babasının yolundan gidip asker olduğunu öğrenmişti mektuplar aracılığıyla. Cansu hayallerine kavuştu kavuşmasına da sol yanında hep bir eksiklik vardı, dinmeyen bir sızı…
O gün yorgun gelmişti eve Cansu. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Demli bir çay koydu kendisine, geçti televizyonun karşısına. Güncel haberleri mutlaka takip ederdi. Kanalları gezerken bir alt yazıya takıldı gözü. Şimşekler çaktı birden etrafında. Ellerinin titremesine engel olamadı yaşlar göz pınarlarında birikirken. Sonra bilekliği koptu, kaydı düştü yere.Cansu’nun kalbini de beraberinde götürmüştü düşerken… Gözleri ise alt yazıya takıldı, mimlendi sanki oraya, kurtulamadı:
“ Hakkari Yüksekova’da terör örgütüyle yapılan çatışmada Serdar Öz adlı üsteğmen şehit düşmüştür.”
ÇOCUKLUK AŞKI Yazısına Yorum Yap
"ÇOCUKLUK AŞKI" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
30 Ağustos 2012 Perşembe 12:28:15
cok guzeldi üstad,TEBRİK EDERİM YAZINIZI
böyle sonları sevmiyorum pek ama guzeldi,
saygılar..
sedaefruz
@sedaefruz
Çok teşekkür ederim. Seçki kuruluna da teşekkürlerimi iletiyorum. Hayatta her şey mutlu sonla bitsin isteriz masal gibi ancak ne yazık ki acı da insana özgü ölüm de keder de... Saygılarımla