- 501 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUTSAL EMANETLERİMİZ
KUTSAL EMANETLERİMİZ
Yüce Allah (.c.c) yarattığı evrende, önce dağlara ve gökyüzüne bir takım vazifeler yüklemek istemiştir. Dağlar ve sonsuz gökyüzü, bu azametli ve haşmetli yapılarına rağmen, Allah’ın (c.c.) bu emanetlerini taşıyamayacaklarını itiraf etmişlerdir. Oysa insanoğlu, Allah’ın (c.c.) bu ağır sorumluluk gerektiren emanetlerini koruyamayacağını, nefsine uyup, küfre, zalimliğe ve cahilliğe düşebileceğini bildiği halde kabul etmiştir. Yüce Allah (c.c.) bu ağır vazifeyi öncelikle dağlara ve gökyüzüne verirken, insanoğlunun o haşmetli dağlardan ve sonsuz gökyüzünden daha yüce ve daha şerefli olduğunu hatırlatmak istemiştir. Çünkü Yüce Yaratan, dağlara ve gökyüzüne akıl ve irade vermemiştir. İnsanlara akıl ve irade ihsan ederek diğer yarattıklarından üstün ve şerefli kılmıştır. İşte insanoğlu, Yüce Allah’ın bahşettiği bu üstün özelliklerinden dolayı dağların ve gökyüzünün taşımaktan kaçındığı bu şerefli vazifeleri taşımaya söz vermişlerdir.
Yüce Allah’ın (c.c.) bu muradını şu ayet-i kerime ile anlıyoruz:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk da onu yüklenmekten kaçındılar. Onu insan yüklendi; çünkü o çok zalim ve cahildir. (El-Ahzab, 33/72)
Yüce Allah (c.c.) bu şerefli görevi layıkıyla yerine getiren kullarını yüksek derecelere ulaştıracak ve sonsuz nimetlere kavuşturacaktır. Bu nimetlere kavuşmanın yolu; aklı ve iradeyi olumlu kullanmak, nefsin ve iblislerin oyunlarına düşmemekten geçmektedir. Nefsinin istekleri peşinde koşan, şeytanın emriyle hareket ederek ona kulluk eden insanların sonu hüsran olacaktır. Bu davranış biçimi ayet-i kerimede de belirtildiği gibi cahilliğin ve zalimliğin ta kendisidir.
Yüce Allah (.c.c) Âdem’i (a.s) yaratırken; “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” buyurdu. İnsanoğlunu yarattı ve meleklerden insanoğluna secde etmelerini emretti. Kibir ve gurura kapılan bazı melekler, Allah’ın (c.c.) bu emrine isyan ettiler. Onlar Allah’ın (.c.c) emrine isyan etmekle iblis oldular; lanetlendiler ve cennetten kovuldular.
Hadisler ışığında insanoğluna verilen emanetler:
a-) Kur’an bir emanettir: İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) Veda Hutbesi’nde; “size iki emanet bırakıyorum ki ona sarıldıkça sapıklığa ve dinsizliğe düşmezsiniz. Bu emanet, Allah’ın kitabı Kur’an ve benim sünnetlerimdir” buyurmuştur. (Buhari-Tecrid 1654) Bu hadisi şeriften de anlaşılacağı üzere Kur’an-ı kerim bizlere emanet olarak bırakılmıştır. Allah’ın tüm sözlerini içinde toplayan Yüce Kitabımız, süslü kılıflara sarılarak duvarlara asılması için ve ölülerimiz üzerine okunup, üflenmesi için değil, anlamamız ve uygulamamız için indirilmiştir.
b-) Sünnet bir emanettir: İslam Peygamberi (s.a.v) ümmetine sünnetlerini de emanet etmiştir. Müminler, sünnetlere sahip çıkmalı ve hayatlarında uygulamalıdır. Ayrıca müminler, sünnetleri yok edecek her türlü sinsi çabalar karşısında sünnetlerin varlığını ve lüzumunu savunmakla mükelleftir. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Unutulmuş bir sünnetimi çıkarana ve ihya edene yüz şehit sevabı verilir” (Tirmizi-Buhari)
c-) Ehl-i Beyt bir emanettir: Ehl-i Beyt; Allah Resulü’nün hane halkına verilen addır. Allah Resulü bu konuda şöyle buyurmuştur: “Size iki şey bırakıyorum. Biri Kur’an, diğeri Ehl-i Beytim; onlara temessük etseniz necat bulursunuz” (Tirmizi, Menakıb:31) Görüldüğü gibi İslam Peygamberi Ehl-i Beyt’ini ümmetine emanet etmiştir. Her mümin kişi, Ehl-i Beyt’in birer emanet olduğunu fark etmeli, gerekli saygıyı ve sevgiyi göstermelidir. Allah Resulü yine bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Ehl-i Beytim Nuh’un Gemisi gibidir. Onlara binen kurtulur” Bu hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere Ehl-i Beyt’e sahip çıkmak, müminlerin kurtuluş yoludur. Özellikle, şu fitne ve fesat ortamını dikkate aldığımızda, Ehl-i Beyt’in hayat biçimi bizler için kurtuluş reçetesi özelliğindedir.
d-)Kadınlar birer emanettir: İslam Peygamberi Veda Hutbesi’nde kadınların erkeklere birer emanet olduğunu belirtmiştir. (Ebu Davud, Menasik: 56) Kadın ve erkek bir elmanın iki yarısı gibidir. Yüce Allah (c.c.) birbirini tamamlasın diye, kadını ve erkeği şerefli birer varlık olarak yaratmıştır. Kadınların erkeklere, erkeklerinde kadınlara üstünlüğü yoktur. Kadınlar erkeklere, erkeklerde kadınlara saygılı ve ölçülü davranmak zorundadır. Erkek, yeri geldiğinde Allah Resulü’nün yaptığı gibi ev ve sair işlerinde eşine yardımda bulunabilmelidir. Kadın da eşinden yapamayacağı zor ve imkânsız şeyleri istememelidir.
Yüce Allah (c.c.) erkekleri fiziki bakımdan güçlü yaratmıştır. Bu nedenle kadınları erkeklere emanet etmiştir. Erkekler kadınların hak ve hukuklarını, izzet ve şereflerini korumakla vazifelendirilmiştir. İslam Peygamberi, kadınların hak ve hukuklarının korunmasına çok dikkat etmiştir. Bir hadislerinde: “Bana göre sizin en hayırlınız, ailesine karşı hayırlı olandır.” Buyurarak kadınlara karşı ölçülü ve saygılı olmamızın önemine işaret etmiştir. Ayrıca Yüce Allah (c.c.) anaların ne yüce varlıklar olduğunu şu şekilde belirtmiştir: “Cennet anaların ayakları altındadır” Görüldüğü gibi İslam dini, anaların Allah katında yüksek bir makamda olduğunu belirtmiştir. Zira analık bir fazilettir, şerefli bir görevdir.
Uzun zamandır, ülkemizde ve dünyanın çeşitli ülkelerinde kadınlara karşı şiddetin tırmandığına şahit olmaktayız. Bu vahim durum, Yüce Allah’ın bizlere bahşettiği emanetle-rimize ihanet ettiğimiz anlamına gelmektedir. Yukarıda verilen ayet-i kerimede, insanlar için “cahil” ve “zalim” sıfatları kullanılmıştı. Bu gün yaşadığımız olaylara baktığımızda bu sıfatların insanoğluna boş yere yakıştırılmadığını anlayabiliriz. İşte bu tip insanlar, emanetlerine sahip çıkmadığı için kaybedenlerden ve yüzleri kararanlardan olacaktır. Ve bu yaptıklarının cezasını mutlaka Allah katında çekeceklerdir.
e-) Uzuvlarımız birer emanettir: Yüce Allah (.c.c.) insanoğluna akıl, irade, göz, kulak, burun, el-ayak ihsan etmiştir. Bu ihsanlarla insanoğlu, hayatını kolaylıkla yaşabilmektedir. Olaylar karşısında düşünebilmekte, iyiyi kötüden ayırabilmektedir.
Ayaklarımızla istediğimiz yerlere gidebiliyoruz. Attığımız her adımın Allah’ın (c.c) rızasına uygun olup olmadığını düşünmeliyiz. Ayaklarımız, irademizle iyiye de gidebiliyor, kötüye de. Unutmamalıyız ki; kötülüğe atılan her adım bir ‘cahillik’ ve ‘zalimliktir’ Hayra ve doğru olana atılan her adım Allah’ın (c.c.) rızasına atılmış adımlardır.
Gözlerimizle görüyor, yorum yapabiliyor ve gördüklerimizden kimi zaman dehşete kapılı-yor, kimi zaman keyifli anlar yaşıyoruz. Gözlerimizle tahsil yapabiliyor, ilim ve fen alanında büyük inkişaflara imza atabiliyoruz. Gözlerimizi gayrimeşru hallerden korumakla emanetlerimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek mecburiyetindeyiz.
Kulaklarımızla duyabiliyoruz; duyduğumuz sesin kime ve neye ait olduğunu anlayabiliyoruz. Duyduklarımız kimi zaman bizleri dehşete düşürüyor, kimi zamanda güzel sözcükler işiterek keyifli anlar yaşayabiliyoruz. Kulaklarımızı dedikoduya, iftiraya ve yalana kapatarak emanetlerimizi bu çirkinliklerden korumak zorundayız.
Ellerimizle hayatımızı kolaylaştırıyoruz. Sanata, edebiyata, bilim ve teknolojiye ellerimiz-le yön vererek yeni yeni şaheserler ortaya koyabiliyoruz. Ellerimizi hırsızlıktan ve fiziki bir silah olarak kullanmaktan koruyarak emanetlerimize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz.
Dilimiz bir emanettir: Dilin kemiği yoktur. Nefsin dümenine girdiğinde dil, bir hançerden daha etkili olabilmekte, kalpler kırılmakta, kırgınlıklar yaşanabilmektedir. Hatta ağızdan çıkan bir çirkin söz, cinayetlere sebep olabilmektedir. Dil ile ilgili Hz. Ali’nin (r.a) şu sözü çok anlamlıdır: “Söz ağzımda kaldığı müddetçe benim esirimdir. Ancak söz ağzımdan çıktığında ben onun esiri olurum”
Toplumda huzuru ve barışı sağlayabilmek için dilimizi, yalanlardan, iftiralardan, gıybetten ve dedikodudan korumalıyız. Dedikodu ile ilgili olarak İslam Peygamberi şöyle buyurmuştur “kim ölmüş kardeşinin etini yemek ister” Bu hadisten de anlaşıldığı üzere, dedikodu yapmak, bir ölünün etini yemek kadar çirkin ve kötü bir davranıştır.
Hayatımızda çok önemli yere sahip olan uzuvlarımızı her türlü kötülüklerden, çirkinlik-lerden uzak tutmak zorundayız. Aksi halde uzuvlarımız, hesap gününde dile gelip, bizlere karşı şahitlik yapacaklardır. Bu konuda Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “Ogün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder” (Yasin, 36/65) Bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: “Nihayet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri yapmış oldukları işler hakkında kendilerine şahitlik ederler. Onlar derilerine, ‘niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?” derler. Derileri; ‘bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştı ve yine yalnızca O’na döndürülüyorsunuz’ (Fussilet, 41/20-21)
f-) Çocuklarımız birer emanettir: Yüce Allah (c.c.) çocukları da bizlere birer emanet ola-rak vermiştir. Hepimiz biliriz ki, çocuklarımız ailemizin meyveleridir, neşe kaynaklarıdır. Ana ve baba olarak bizler çocuklarımıza iyiyi ve kötüyü öğretmeliyiz; İyi bir terbiye ile hem ailesine ve hem de topluma faydalı nesiller olarak yetişmesini sağlamalıyız.
Yetişen, eli iş tutan çocuklar da yaşlanan anne ve babalarını korumak zorundadır. Şehir-leşmeyle başlayan modern hayat, maalesef anayı ve babayı bir yük haline dönüştürmüş; evlatlar, ana ve babalarını huzur evlerine terk ederek bu yükten kurtulmaya başlamış-lardır. İşte bu davranış biçimi, zalimliğin ve cahilliğin apaçık bir sonucudur.
İslam peygamberi, emanetlerle ilgili şöyle buyuruyor: “Emanete karşı titizlik gösterme-yenlerin imanı yoktur. Sözünde durmayanın dini de yoktur”, “Emaneti güvendiğin kimseye teslim et, sana hainlik yapana sen de karşılık verme” buyurarak insanları münafıklığa karşı uyarmıştır. İslam Peygamberi’ne göre münafıklığın üç alameti vardır: Konuştuğu zaman yalan söyler, verdiği sözde durmaz ve emanete ihanet eder. Yine İslam Peygamberi, ümmetini şu şekilde müjdelemiştir: “Bana altı şey hakkında söz verin, ben de size cenneti Müjdelerim. Konuştuğunuz zaman doğru konuşun! Vaat ettiğiniz zaman yerine getirin! Emanette emin olun! Apış aranızı koruyun! Gözlerinizi harama yumun! Ellerinizi haramdan uzak tutun!” (Müsned, 5/323)
Velhasıl, emaneti korumak meleklerin ve peygamberlerin sıfatı olmakla birlikte Allah (c.c.) korkusu ve sevgisi taşıyan insanların özelliklerindendir. İnsanoğlu, Eşref-i Mahlûkat olarak yaratılmıştır; yani yaratılmışların en şereflisi. İnsanoğlu, şeref ve izzet sahibi olduğunun farkına olarak; Allah (c.c.) korkusunu ve sevgisini yüreğinde hissederek emanetlerine sahip çıkmalıdır. Aksi halde, zalim ve cahillerden olurlar. Emanetlere sahip çıkmak, hem bu dünyamız için ve hem de ahret hayatımız için oldukça önemlidir.
Niçin yaratıldığımızın farkında olmamız dileklerimle…
Halit DURUCAN
28.08.2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.