Üsluptaki nezaket
Nezih ve nazik üslup, Allah’ın insanoğluna bahşettiği eşsiz nimetlerden biri...
İnsanı diğer varlıklara göre üstün kılan, ona has bir meziyet...
Muhatabın gönlüne hitap eden ve ona gerçekten nadide bir varlık olduğunu hissettiren sırlı bir şey...
Bu konuda ayet ve hadisler serdedemem. Allah Resulü aleyhissalatu vesselam bir yere elçi gönderdiğinde onları nasıl tembihlerdi, bunu ayrıntılı olarak araştırmış değilim. Fakat tamamen nefisleşmis, adeta insanoğluna nefsin tarifi yapılacağı zaman bunu daha kolay anlamaları için numune olarak imtihan dünyasında hüküm sürmesine kudret-i İlahi tarafından izin verilmiş Firavun gibi birine, Hz. Musa ve Harun gönderilirken "kavl-i leyyin"i tavsiye eden ayet bana çok şey anlatıyor.
Günümüz insanının bu üslubu daha çok hakettiği kanaatini taşıyorum. Hakikati anlamaya, dinlemeye müheyya vaziyette olmaları da artı bir husus... Hal böyle olunca İslamiyet namına konuşan, yazan, çizen, tebliğ yapma gayretinde olanların daha hassas davranması gerektiği hakikati gün gibi tezahür ediyor. Bunu söylerken gayrimüslimlere yönelik tebliğden bahsetmiyorum. Orada ne kadar hassas olduğumuz konusu da ayrı bir konuşma ve tartışma mevzuu. Lakin ben daha ziyade Müslümanları harekete geçirme emelinde olanları kast ediyorum. Üslup bazen o kadar ağırlaşıyor ki... Sürekli birilerini cehenneme göndermeye dair çağrışımlar hissettirilir. Şayet tebliğ edilen husus hemen kabul edilmezse o kişinin durumu gerçekten kritik bir hal alır!
Ramazandan henüz çıktık ve bunun onlarca örneğine şahit olduk. Cemaat on iki ayda bir geliyor diye vaazı uzatan imamlara şahit olduk. Ya da cemaat ezana kadar camiye girmiyor diye vaazın en etkili kısmını (!) ezan sonrasına saklayanları duyup hayret ettik.
Birkaç yıl önce, teravih namazını kılmak için biraz erken gittiğim bir camide imam namaz kılmayanların akıbetlerine dair cümlelerle vaazına başlayınca, yanımdaki bir amcanın "eyvah" dediğini hiç unutamam. Yanındaki, aşağı yukarı kendi yaşlarındaki bir amcaya dönerek ama aslında vaize hitap ederek şöyle devam etmişti: "Bu akşam ki vaaz da gitti. Yahu biz zaten namaz için buradayız. Bizi neden korkutuyorsunuz?"
Namazın ehemmiyetinin anlatılmasına itirazım yok; fakat insanları cehenneme gönderir edasıyla, masaya yumruklar vurularak yapılan vaaz ve sohbetlerin hem namazın ruhuna uymadığı hem de faydadan çok zarara yol açtığı kanaatine haizim.
Sosyal paylaşım siteleri zaten kan ağlıyor. Kriz siyaseti üzerinden yol almaya çalışanların psikolojisini anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Eylem çağırısı yapan, “Ben İslam için kan dökerken Kâbe’de gözyaşı dökmen ne acaip şeydir” kabilinden videoları paylaşmayı bir yere oturtamıyorum. Her daim Müslümanların birlik ve dirliği için ikaz uyarı gönderen fakat bunu yaparken de "mahvolduk, bittik" nidalarıyla konuya giriş yapan ve sanki Türkiye elden gitmiş ama kimsenin haberi yokmuş edasıyla konuşanların hangi başarı düzeyine ulaştıklarını merak ediyorum. Acaba elli-altmış sene öncesini görseler nasıl hareket edeceklerdi?
Dünya çapında olup bitenleri hepimiz yüreğimiz dağlanarak izliyoruz. Kamuoyu oluşturmak, Rabbimize sığınıp dua etmek, mümkünse yardım kuruluşları aracılığıyla yardım göndermek geliyor ancak elimizden. Daha fazlasını yapabilen varsa ne ala... Fakat sürekli olarak dehşet karelerini paylaşanlar ve her paylaşımla beraber “Okuyun sizi duyarsızlar!” edasıyla okuyanın kafasına balyoz indirenler, bunu yapacaklarına, ikaz edip uyardıkları insanlardan fazlaca ne yapıyorlarsa onları paylaşsalar, nefislerin daha çok müteessir olacağından kuşkuları olmasın. O ciğerlerimizi parçalayan ve bazen o günümüzü harap eden kareler yerine, sırf bu niyetle gece kalkıp kıldığı ve akabinde gözyaşlarıyla uzun uzun yaptığı duaları paylaşsalar yüzlerce kişi onların dualarına âmin diyecek, ertesi gün aynı uygulamayı onlar da yapacak ve belki de külli bir duaya vesile olacaklar. Hal, kalden evladır. Bunu her sosyal paylaşım sitesinde defalarca okumuşuzdur.
Kâinat kitabının eşsiz üslubu bana çok şey anlatıyor. Teist, deist, ateist, panteist ayırt etmeksizin herkese eşsiz güzellikler sunan bu kâinat kitabının kâtibinin üslubundan daha güzel üslup mu var? Taklit edilecekse bu taklit edilmeli değil mi? Dünya, imtihan dünyası... Kimsenin kimseyi bir şey yapmaya zorlamaya hakkı yok. Zira kâinat kitabının nezih üslubuyla Kur’an kitabının üslubu aynı paralelde seyrediyor ve orada Peygambere (a.s.m.) “tebliğden, mesajı en güzel üslupla iletmekten başka bir görevinin olmadığı” çok nezih bir üslupla anlatılıyor (Ankebut, 18; bu manada başka ayetler de var). Peygamberin bile kimseyi hidayete erdirme görevi, yetkisi yoksa, “Ya dediğimi yaparsın, yoksa karışmam!” ayarındaki bir üslupla nereye varılabilir? Müslümanlık kisvesi giyilerek yapılan bu tebliğin İslam’la bağlantısı ne kadar var?
Üslup çok önemli... Kavgalı, dövüşçü üsluplarla yapılan tebliğ Allah muhafaza amacının aksine hizmet ediyorsa insanın onu bırakıp şahsi ibadetlerine ağırlık vermesi daha isabetli olmaz mı? Böyle bir üslup, yapıcı olmaktan ziyade hakikatin ruhunu incitiyorsa, ismiyle bile barış ve selameti tebliğ eden bir dinin ruhuna uygun olarak ne ölçüde tebliğ yapılabilir?
İnsana yakışan nezih ve nazik üsluptur. Herkese hitap eden, herkesin kabul ettiği en anlaşılır ortak dildir bu. Bunlar hiçbir şey anlatmasalar bile, bu tavırları, güleryüzleri, nezih üslupları çok şey anlatıyor aslında. Teşvik eden, taltif eden, sevdiren, zorlaştırmayan, hoşgören ve hoşgörüyle yaklaşabilenlere ne mutlu!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.