SERSERİ HEZEYANLAR 1
Düştüm bir gece dört elle sarıldığım yıldızımın kuyruğundan. Karanlık renksizlikti, belirsizlikti ama umutsuzluk değildi. Güneşimin doğmasına bir ömürden biraz kısa sadece bir gece kalmıştı, ama ben bihaberdim bu soluktan. Nefes nefeseydi hayatım. Zorlu bir koşunun daha en başında, duruma kendini uyarlayamaya çalışan diyafram gibiydi beynim.
Anlamaya çalıştım ısrarla ve inatla. Kafama sıkmadan, zihnimin içindekileri kusmadan tam bir hanımefendi gibi nasıl gerilebilirdim? Kimse sezmeden en azından adam akıllı bir bunalıma girmeliydim. Buhranlarda tekmelemeliydim geçmişimi. Öyle ya, aşk olanca ağırlığıyla üstümden bir silindir gibi geçmişti. Ağlamalıydım hıçkırıklar yokuşunda, inmeliydim yokuştan sarsıla sarsıla. Sitem mektupları yazmalı; tanıdığım, yeni tanıştığım hatta ismini bile bilmediğim insanlara seni anlatmalıydım. Öfkeli ünlemlerle başlayıp, seni seviyorum’lu üç noktalarla kesilen paragraflar dizmeliydim.
Fakat böyle olmadı karanlık gecem. Ağlamadım, bağırmadım, yazmadım hazmedemediklerimi. Anlatmadım kimseye aşkımı, mahremimi. Ünleme de üç noktaya da eyvallah çekip Allah’a ısmarladım cümlelerimi. Hüznün ense traşını izlerken, aşkın –aşkımın- önünde el pençe divana durdum. Yoktu aşktan kaçış ve ben kaçmadım. Sövmeden, küfretmeden, isyan etmeden dikenlerini sardım yaralarıma sevdanın. Zira baştan kabullenmiştim hançerin kesen yüzünü. Kanım helal, göz yaşım ise acizlik olurdu ve aşkta acizliğe yer yoktu. Bu yüzden kanattım yüreğimi ama kuruttum göz pınarlarımı.
Şimdi sıradaki kuyruklu yıldızın ne zaman dünyama görüneceğine dair ince hesaplar da yapmıyorum. Ey aşk! Ne zaman ne mekan çizemez sınırlarını. Sonsuz düzlemde var mı ki rötuş yapacak kalem? Aşk’a emanet…
Naz ÇAKIR