- 1020 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Gazze Şeridi'nde hatalı sollama
Bir kaç çocuk toplanmış denize girmeye çalışıyor...
Aslında mola vermişler.
Taş atmaktan elleri yorulmuş bir kaç çocuk işte. Sahilin arkasından bir çocuk koşarak geliyor. Eli yüzü kan içinde. Çocuk fiyakalı ama. Karizma duruyor yani.
Üstünde bir aralar adı beyaz olan bir tişört. Artık ak değil al olmuş. Bir anda çoluk çocuk kumdan kaleleri bırakıp çocuğa doğru koşmaya başladılar. Arkadaşlarının yanına gelirken kullandığı bisiklet, çocuğun karizmasını aşağılara çekmemişti. Üstelik diğer çocuklardan birisi, üstü başı kan olan çocuğun bisikletini sahilden uzaklaştırmaya çalıştı. Aman diyeyim kum falan kaçar zincirine!..
Çocuk belli ki bir kaza geçirmişti. Tam derdini anlatacak gibi oluyor, gözlerinden yaşlar akarak tekrar bayılıyor. Tam bir trafik faciası.
Gazze Şeridi’nde hatalı sollama!..
Çocuk, çocuk yaşta delikanlı olmuş. Yani sırtındaki sorumluktan kanbur duruyor. Arkadaşları arasında kocaman bir sessizlik oluyor. Arada sırada oynadıkları oyunlardan birisiydi bu sessizlik.
Bir, iki, üç. Tıp!..
Oyunu fazla iyi beceremiyorlar. Tıp dedikten sonra ya gülüşmeler bozuyor sessizliği, ya da silah sesleri. Oyunu en iyi oynayan çocuk; doktor olacaktı ki, tıp oynunu sahilde arkadaşlarının kolları arasında baygın buldu kendini. Gerçi baygın olmasına gerek yoktu hayallerine kavuşmak için.Çünlü bu oyunun sonu yok. En kötüsü fakültesi yok.
Olsa kaç yazar kaderinde altı yıllık ömür yok. Diplomasız tıp.
Hipokrat Abi’nin yeminini; İsrailoğulları, Seferoğullarına kaptırdı bu sefer!..
Neyse...
Baygın yatan delikanlı çocuğun yanına gelmeyen, denize daha yakın bir yerde bekleyen çocuk uzaktan seyre dalıyor. Saymayı öğrenecek kadar okuyabilseydi, arkadaşlarını sayacak ve bir plan yapacaktı. İlk hayalinde vurgun yedi. Arkadaşlarıda anlam veremedi onun öylece arkada tek başına durmasına.
Kumdan da olsa kalesini bırakmadı.
İleride sayısını bilmediği ama tahminince bir elin parmağını geçmeyecek kadar arkadaşlarını, kumdan kalenin komutanı olarak dimdik izliyordu. Bir ara arkadaşlarından bir tanesi kandan kıpkırmızı olmuş tişörtü, yerde yatan çocuğun üstünden çıkardı ve denize doğru koşmaya başladı. Sonra onu deniz suyuna batırıp çıkardı bir kaç kez. Tişörtü suya sokup çıkartan çocuğu izliyordu. Kırk gün önce ölen annesinin çamaşır yıkamasına benzetmişti. Gözünden bir kaç yaş geldi.
Gözüne kumdan kalenin kumu kaçmıştı...
İzlediği çocuk; tuzlu suyla ıslanmış tişörtü, yerde yatan arkadaşının başında bekleyen arkadaşlarını itekleyerek kendine yer yaptı ve yarasına bastırdı. Tıp fakültesini denize karşı açmış oldular. Üstelik onlar onbir oniki yaşında uygulamalı tıp eğitimi alan çocuklardı.
Kumdan kalenin komutanı hala bir plan yapmaya çalışıyordu. Karşısındaki silahlı adamlara karşı on taş ve on kişi yeteriz diye düşündü.
Niye "on" kişi diye düşündü kendince. Sanırım "on"a kadar sayabildiği için "on" çocuk yeterliydi. Üstelik bir bildiği vardır. Koskocaman "kumdan kalenin komutanı"ydı.
İleride arkadaşlarına baktı ve kendisinden başlayarak saymaya başladı. Parmakları ile sayması gerekiyordu. Annesi öyle alıştırmıştı.
Bir, iki, üç...sekiz, dokuz.
"On" diyemedi. Sağ elinin küçük parmağını bir patlamada kaybetmişti. "On"a kadar saymak bile haram olmuştu hayallerine.
Sonra denizin sesini biraz dinledi ve arkadaşlarını izledi. Tekrar saymak istiyordu. Plan yapmıştı ve inanmıştı. Yerde yatan arkadaşının yanına gitmeye çekinerek, arkadaki bisikleti planına dahil etmenin yöntemini arıyordu. "Kumdan Kalenin Komutanı" bisikleti tank olarak kullanmaya karar verdi.
Planlarını arkadaşlarından uzak bir kenarda yaparken, bir anda çığlıklar ve ağlamalar yükseldi. Artık arkadaşlarının yanına gitme zamanı gelmişti. Yanlarına koşarken bir kaç arkadaşının kumu eşelediğini gördü. Bisikletli yakışıklıyı kaybetmişlerdi.
Soğuk kanlı olarak düşünmek zorunda hissetti kendini.
Artık bir plan daha yapacaktı ki sonra kopan parmağına baktı. Bir de arkadaşının ölü bedenine...
"On" kişi değillerdi. Zaten parmak sayısı da buna müsade etmiyordu. Arkadaşlarına döndü ve planını anlattı. Aslında diğer planlarından farkı yoktu bu planın. Sahilden taşı toplayıp, askerlerin üstüne atacaklardı.
Zaferin inancıyla ellerine aldıkları taşlardan, "on"larca attılar. Ama gün geçtikçe sayıları azaldı, çığlıklar yükseldi. Arada sırada da üstlerinde patlayan mermiler, bombaların markası değişti.
Onların hayalleri ve bakışları değişmedi.
Tek değişen,çocuklar artık yollarına "on"suz devam edeceklerdi.
SENCER GÜLTUNA
(Yaşanmış bir olaydan alıntı DEĞİLDİR)
YORUMLAR
çürüttünüz Dünya'yı
çizmedeki çamur gibi
ayaklar altında insanlık onuru...kirli bütün renkler
ölüm tarlası sanki
zulüm çok, talan çok, katliam çok
yaşamla tanışmadan kefenle tanışıyor kundaktaki bebekler.
kanla beslenen yarasalar gibisiniz
dayanamayıp karanlığa gömülüyor...
tüm değerleri insanlığın...vahşetinizin koynunda
kiminiz cellat,
kiminiz piyon,
kiminiz şahbaz şaki rolünde...bu kahpe hayat oyununda...
TEBRİKLER.....
sencergultuna
Sanırım birileri bu oyuna dur diyecek. Biz olmakta fayda var.
Teşekkür ederim.
Saygılarımla.
sencergultuna
Çok teşekkür ederim okuduğunuz için..
Saygılarımla.
Gazze'nin göğüne masum çocukların sancıları sağılırken insanlığın umursamaz gözleri deliyordu utancın yüreğini!
Serçe parmağının en acıyan yerinden akıyordu bir gül sancısının ölüm kokan fermanı...
Kaç çocuk yitti annesinin göğsünde yaşamı büyütmek üzereyken eyyy yaşam!
Kaç çocuk?
Sevgili Sencer gönülden kutluyorum seni...
Çok güzeldi çok...
sencergultuna
Yani şunun için sordum. Benim ifademde yanlışlık varsa düzeltmek isterim.
Teşekkür ederim dikkate aldığınız için.
Saygılarımla.