- 794 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GEMİYİ BEKLERKEN
GEMİYİ BEKLERKEN
-Baba adaya ne zaman gideceğiz ?
-Gemi geldiğinde oğlum.
-Gemi ne zaman gelecek ?
-Bir saate kadar gelir sanırım.
Saman sarısı saçlı, yüzüne altın tozu serpilmiş gibi çilli, 6-7 yaşlarında görünen oğlan çocuğu elindeki oyuncak arabayı yeniden limanın pütürlü taşlarında sürmeye çalışırken belki onuncu kez güneş kremine bulanan annesi asi sarı buklelerini toparlayıp yeniden hasır şapkasının altına sokuşturdu sıkıntıyla…
-Seni anlamıyorum Rıdvan !...Güzel güzel annemlerin yazlığına gitmek varken bizi bu kuş uçmaz kervan geçmez adaya sürükledin. Neymiş değişik bir yer göreymişiz…Al sana değişik yer !...Sefil ettin bizi valla…
-Şule böyle aksamalar her yerde olabilir, uçaklar bile rötar yapıyor ne var gemi geciktiyse bak manzara ne güzel …Tadını çıkarsan ya hayatım.
-Ayvalık’ın suyu mu çıktı ha?...Annemler ne kadar üzüldüler bu yaz gelmiyoruz diye…Ozan’da seviyor yazlığı değil mi oğlum ?
-Lütfen oğlanı işe karıştırma Şule !...Her yaz annenlere gidiyoruz bir bayram bizimkilere gidelim dedim oturdun ağladın…Madem öyle kimsenin annesine gidilmeyecek!...Ada da tatil yapmaya kendini alıştırsan iyi olur.
-Hah tabii senin ünlü adana gidebilirsek !...
……………………………………………………………..
Akşamın son ışıkları olanca güzelliğiyle denizin üzerini yalarken motorsikletini park edip, kaskını çıkaran genç bir kadın parmaklarını koyu kahve saçlarının arasından geçirip gözlerini kısarak uzaklara doğru baktı. Sanki bir türlü gelmeyen gemiyi görmeye çalışır gibi bir süre ufukları taradı ve sonra güneş gözlüğünü takıp motoru kilitledi. Bir kadın için alışılmışın dışında uzun boylu, atletik vücutluydu ama asıl dikkati çeken, yırtık blue jean ı, motorcu botları, çıplak tenine giydiği daracık yeleğin gizleyemediği, adeta tüm sırtını kaplayan ve omuzlarına doğru taşan dövmeleri ve kaşının üzerinden arsızca bakan piercingiydi. Tek hamlede limanı çevreleyen kayaların üzerine çıkıp düzleştirilmiş beton alana oturdu ve kızıllaşmaya yüz tutan güneşin denizle oynaşmasını bir sigara yakarak izlemeye başladı.
-Afedersiniz ama buraya nasıl çıktınız ?
Sigarasına ve denize dalmışken arkasından gelen sesle irkildi ve ayağa kalkarak beton alanın ucuna yaklaştı. Şortlu, kıvırcık saçlarını at kuyruğu yapmış bir kadın çaresizce kayaların bitiminden yukarı doğru bakıyordu.
-Elinizi uzatın sizi yukarı çekeyim.
-Sağolun ama göründüğüm kadar hafif değilimdir…
-Merak etmeyin ben tam da göründüğüm kadar güçlüyümdür…
Ufak tefek genç kadını tam da gelişme çağında bir çocukmuş gibi kolayca yukarı çekiverdi…
-Teşekkür ederim, bu manzarayı kaçırmak istemedim ama yükseklik korkum var maalesef…
-Önemli değil aslında çıkması gerçekten zor…Ben de boy avantajını kullandım.
-Bana boy demeyin kompleks yapıyorum…Adım Ayda…Biraz çekinerek elini uzatmıştı…
-Toni…Ayda operadaki gibi mi ?
-Ah evet babam tenor dur emekli oldu gerçi…Siz Türk değilsiniz sanırım.
-Yunanlıyım.
-Adalısınız ?
-Evet Agridialı…Siz ne diyorsunuz Tepeköy.
-Tepeköy’ü gördüm, çok güzel bir köy ama adanın tüm Rum köyleri gibi hüzünlü, yalnız ve sessiz…
-Terk edilmişliğin hüznü derken sigara paketini uzattı Toni…Ayda içmiyordu teşekkür etti.
………………………………………………………………………………………..
Geminin geleceği yok…Diye düşündü Celal Ortaç…Gazeteci ve yazar, entelektüel ortamların ve bar muhabbetlerinin aranan şahsiyeti…Tiyatrocu Güray Akın’ın uzatmalı sevgilisi, sosyete güzeli Sermin Ortaç’ın eski kocası, Serra’nın hayırsız babası…Falan filan diye uzatılabilecek bir listenin başarısız sahibi…
Nicedir gece gezmelerinden, susmayan telefonlardan ve mızmızlanan kadınlardan dolayı eli klavyeye varıp da tek satır ekleyemiyordu romanına…”Nereden çıkardım bu roman işini” diye düşündü sıkıntıyla…Gazete köşesine yazdığı saçmalıklar bolca para kazandırıyordu ona, şan şeref desen hepsi mevcut, arada bir de televizyonda boy gösteriyordu…Kısacası kendini sıkmasına yormasına hiç mi hiç gerek yoktu…
Ama işte o gün nedense canı salaş bir barda bira içmek istemiş, keşke istemeseymiş, ve eski okul arkadaşı Semih’e rastlayıvermişti aniden…Sendikacı ve sosyalist Semih, sırtından çıkarmadığı eski parkasıyla hala sendikacı ve sosyalistti…
-Vayy oğlum Celal…Eskinin halk adamı, şimdinin entel dantel sosyete gazetecisi…Naber lan ?
İşte her şey böyle başlamıştı.
………………………………………………….
İş adamı Aktan Beyin derdi ise bambaşkaydı. Sekreter sevgilisi İlkay ile kapılarını açtıkları arabada oturup ucuza kapatmayı planladıkları araziye yapacakları otelin projesine bakıyorlardı. Arada telefonla yüksek yerlerdeki dostlarıyla konuşuyor ve tamam o iş oldu sözlerini yemin billah almadan yakalarını bırakmıyordu Aktan Bey…Kaçın kurrasıydı canım…
Mini etekli, boyama sarışın sekreter İlkay’ın ise derdi başkaydı…Gerçekçiydi biliyordu boşanıp da kendisiyle evlenmeyeceğini…Ama şu pırlanta takımı bir aldırsa…
…………………………………………………..
-Kadife çiçeklerini hatırladın mı Kosta ?...
-Hatırladım Anne.
-Küçücüktün daha ne severdin onları…Giderken en çok çiçeklerim diye ağlamıştın…Ah oğlum ah…Oysa ne çeyizliklerim kaldı geride, örtülerim, nakışlarım…Atina’daki evin balkonuna sırf sen mutlu ol diye kadife çiçekleri ektiydim de istemedin onları…Bunlar benim çiçeklerim değil dediydin…
Şimdilerde orta yaşlarda bir adam olan Kosta içini yakan o eski acıyı tam da damağında hissediverdi…Sanki çok acı bir biber yemişti de damağına yapışmıştı tadı…Yandıkça yanıyordu içten içe…Yutkundu güneşin kızıllığında eriyen denize doğru baktı…
-Gemi gelmedi anne…
-Gelir oğlum gelir…Er geç gelir…Şu yaşlı anan kaç gemi bekledi böyle bir bilsen…
…………………………………………………………………..
-O zaman fazla hatırlamıyorsun Agridia ‘yı değil mi ?
-Çok değil küçüktüm ama hayatımızın her aşamasında geride bıraktığımız yurdumuzun izlerini taşıdık, biz Yunanlı olmadan önce adalı ve Agridialıydık…
Akşam ışıkları liman ışıklarına karışırken Ayda ve Toni’de sohbeti iyice koyulaştırmışlardı.
-Annem anlatırdı göz yaşları içinde kilitlemişler evimizi…Taşlarını duvarlarını öpmüşler ayrılırken…Geride kalanlar da ağlaşmışlar çaresizlikten, babam köyün doktoruydu zira…
-Baba mesleğini seçmişsin Toni…Ama ben seni ilk gördüğümde çılgın bir motorcu sanmıştım ne yalan söyleyim…Dövmeler falan…Bacağımdaki yara iziyle ilgilenmesen aklıma da gelmezdi cerrah olduğun…
-Ben de yüksekten korkan bir Arkeolog olduğunu düşünemezdim Ayda…
Gülüştüler…
………………………………………………………
-Hep senin dediğini yaptım Şule…Evi şurdan alalım dedin aldık, eşyalar senin zevkine göre oldu, Ozan’ın okulunu sen seçtin, her sene annenlerin yazlığında tatil yaptık, benim annem ise bir haftadan fazla kalamadı evimizde…Yoruldum artık Şule…Hayatta ki tek amacım seni memnun etmek haline geldi…
-Hah güleyim sana…Demek beni memnun ettiğini sanıyorsun!...Şikayet ettiğin ailem olmasaydı ne işin ne evin olabilirdi senin…Neymiş Beyefendi idealistmiş de dağ bayır gezip taş toprak arayacakmış…
-Jeologum ben Şule…Evlendiğimizde mesleğimi kabullenmiştin hatta Jeolog kocam var diye övünüyordun unuttun mu ?
-Doğru övünüyordum ama sen güya bilim adamı olacaktın…Ne yaptın oysa ?...Yıllarca Master, Doktora deyip işsiz güçsüz oyalandın, köydeki anan baban mı baktı bize söylesene ?...
-Neden kavga ediyorsunuz baba ?
-Oğlum anne babalar arada böyle kavga eder işte…
-O zaman ben büyüyünce baba olmayacağım.
……………………………………………………………………..
-Ne zaman gemiye binsek baban Ah Kyriaki gözümün aydınlığı, köyümüzün kokusu geliyor burnuma derdi…Öldü gitti garibim…Gözlerinden akan incecik yaşları elini tersiyle sildi…
-Ağlama anne bak babam mutlu olacak…Bu sene Meryem Ana’da onun için mum yakacağız yine…Dedemin mezarını ziyaret edeceğiz…Ada üzümünden yapılan şaraptan içeceğiz geçip giden zamanın anısına…
-Zaman geçip giderken ruhundan da parçalar sürüklüyor Kostam, tıpkı yanında yöresinde ne varsa sürükleyerek denize akan bir nehir gibi…Zenginleştiğini sanırken eksilerek yaşlanıyor insan…
……………………………………………………………………..
-Hani kalemin halka hizmet edecekti Celal ? Ne çabuk düzene uymuşsun birader…Ivır zıvır gazetendeki ıvır zıvır köşeni arada okuyorum merak etme…Bu kadar saçmalığı icat edebilmek de bir yetenek ne diyim…
Semih’in kurşun ağırlığındaki sözleri bir bir çarpıyordu suratına sanki…Biliyordu düzene uyduğunu, kolayı seçtiğini…Yazdığı tek halkçı roman da fazla satamadan unutulup gitmişti. Oysa üniversitede okurken ne nutuklar atar, ne vaadlerde bulunurdu…Kitaplarıyla, kalemiyle saldıracaktı düzene, kapitalizme…Gözlerine gözlerine sokacaktı gerçekleri…
Gün geceye dönerken Celal Ortaç yazmayı planladığı romanın taslağını sıkıca elinde tuttuğunu fark etti…İsmini “Bir Halk Çocuğunun Romanı” koymaya karar verdi aniden…Kendi değişimini, kendi dejenerasyonunu yazacaktı…Taslağı itina ile yırtıp parçalarını limandaki 6 çöp konteynırından birisine fırlatıp arabasına geri döndü. Kapıları kilitledi, büfeden soğuk bir bira alıp denizin kenarına bağdaş kurdu…
…………………………………………………………….
-Valla efendim beş yıldızlı bir otel planlıyoruz aşağısı kurtarmaz takdir ederseniz…Aktan Bey yine telefonda ahkam kesiyordu. O eski bina tamamen yıkılacak haliyle bir işe yaramaz zaten…Mevkisi çok güzel denize sıfır, plajdan da bir bölümü kapatırsak değme keyfine…Halk plajı mı ?...Yahu boşversene vatandaş da öte taraftan girsin denize…
…………………………………………………………….
-Sırtın mı ağrıdı ?
-Biraz öyle oldu Toni.
-Neden başını dizime koyup uzanmıyorsun ?
-Rahatsız etmeyim ?
-Saçmalama arkadaş değil miyiz artık ?
Ayda gülümseyerek at kuyruğunu açtı ve gür siyah saçlarını omuzlarına döküp başını rahatlattıktan sonra Toni’nin kucağına doğru uzandı…
-Toni neyin kısaltması ?
-Antonia’nın. Demek adada kazı yapıyorsunuz ?
-Evet 20 gündür buradayım, ilk günler adadan nefret ettim…Kendini ksııtlanmış, hapsedilmiş gibi hissediyordum…Arada seni engelleyen kocaman bir deniz, her yere gidemeyen, geç kalan dolmuşlar, sağda solda başıboş gezen keçiler, koyunlar ve onların her yere dökülen pislikleri, adayı kaplayarak çorak bir görünüm veren diken kümeleri…Hepsi gözüme fenadan da fena görünüyordu…Kendime bir çizelge yapmaya başladım gün çizelgesi…Geçen günleri sayıyordum kazı bir an önce bitsin de medeniyete döneyim diye…Ama geçen zaman beni adalıdan da adalı yaptı…Bizi anakaradan ayıran deniz şimdi sanki çılgın kalabalıktan koruyan, sükunetin cennetinde yaşamamızı kolaylaştıran bir dost gibi olmuştu…Antik dönemin eski zeytin ağaçlarının zamanla diken kümelerine dönüştüklerini öğrenince dikenleri de sevdim. Efibadem dondurmaları, Madamın dibek kahvesi, Panayot amcanın tatlıları ve Barba Yorgo’nun filozofça sohbetine eşlik eden reçine şarapları vazgeçilmezim olmaya başladılar…
Kısacası geminin gelmemesi ya da ne zaman geleceği hiç umurumda değil Toni…Adamıza er ya da geç gideceğiz ama bu arada şu anı da sevdim…
-Sen bizden olmuşsun Ayda…Anı yaşamak ve andan zevk almak, geleceğe fazla kafa yormamak adalı olmanın gereklerinden…Ana karadan uzakta, dalgaların krallığında, ulaşılmaz olmanın benzersiz güzelliğinde sükunetle akıp gidebiliyorsan eğer adalısındır…Daha da ötesinde kendi içinde büyüyen yeni bir sen ile tanışmışsındır.
-Sanki acıktım Toni…
-Bende…Dur bekle…
-Nereye?
-Balık ekmek bira partisi yapacağız canım…
-Deme…
………………………………………………………………………………
-Acıktıysan cafede bir şeyler yiyelim Şule…
-İstemiyorum sen Ozan’a al.
-Canım yapma …
-Sus Rıdvan beni beğenmiyorsan ayrılalım bitsin…
-Ayrılmak mı ?
……………………………………………………………………..
Gemi sabahın ilk ışıklarıyla ufukta görünmeye başladığında yolcuların hepsi limanda gecelemenin bir yolunu bulmuştu aslında…Celal Ortaç 4. Biradan sonra kıvırdığı ceketini başının altına koymuş ve uyuyakalmıştı. İş adamı Aktan Bey arabasında başı arkaya kaykılmış horluyordu…Madam Kyriaki ve oğlu Kosta uyumak yerine geçmişin anılarında uçuşup durmayı tercih etmişlerdi, Kosta köydeki eski evin bahçesine yeniden kadife çiçekleri ekmeye karar vermişti…Rıdvan ve Şule ise sabaha kadar tartışmışlar ve ayrılmak konusunu düşünmeye karar vermişlerdi…
En hoş manzara herhalde kayaların üzerindeki düzlükte dikkati çekiyordu…Gece bir ara karton kolilerin üzerinde uyuya kalan Ayda ve Toni sabahın ilk ışıklarını kaçırmamak için uyanmışlar, yeni dostluklarının sıcaklığı ile birbirlerini omzuna dayanarak iç seslerini dinliyorlar ve uzakta beliren gemiye mutlulukla bakıyorlardı…
Gökçeada Ağustos 2012
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.