- 1567 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Çaresizlik
Ne kadar da çaresiz kalmışız! Yolumuzu bulamıyoruz. Ölüm, hiç de kolay olmayan bir seçim yaşayanlara. Züğürt tüm hayalleri garibanların. Zengin sosyamotiflerle engelleri aşabileceğimizi zannediyoruz. Kimse mutlu olmak için çaresiz değil, daha çok mutsuz olmak için her adım. Keşke her birimiz eskilerin hafızları gibi, çiğneyerek yaşasa dünyayı. En azından tarih gücenmez, yosma şimdinin hiç de parlak olmayan geleceğine.
Avuntunun kaç merhalesi var ki? Yalanlarla çevrili bir gölgelik de yaşanan binlerce hikâye! Uygarlığın altın çağında, inci fikirleriyle dolma kalemlerine kan damıtan insanların hangi rüyayı şimdiye kadar başarabildiler ki? Her ceriha tarihin tersyüzü, neşe bitap düşmüş ayağa kalkmaktan… Kader asla hedonist ol(a)madı! Şimdi merdivenlerde incinen betonlar, bir zamanların korkuluksuz taşlarına küfür ediyor. Nesepsiz bir ulus, keyfiyetsiz güruhların borazanlığını yapmakla yükümlü!
Yaygara cenneti âlemin duyarsız sırıtanları olarak bekliyoruz. Şuursuzluğumuza bedel olarak, kendi övgü sayfiyelerimizi kurmakla zaman geçiriyoruz. Alıntı membası zaman kanatsız bir kuş kadar hapis içimizde ve faciaların biri bin yerde! Ortak bir dilaltında, milyonlarız. Medeniyet kalp krizlerinin ekstremleri; masumlar… Bilginin sahibinin jakoben hüviyetine eleştiri kondurabilecek tek güçlü ‘ölüm’ sanki!
Düşünmek, bir gelinin kuaförde yapılan başını, gelinliğe göre ayarlama becerisi. Karışık yapabildikçe, her düşünce güzel görünüyor hissiyle meydanlarda. Oysa hırsızlarız, hem de usta hırsızlar. Mallarımızı satmakla uğraşıyoruz. Eski kum yazılarında kalmış hikâyedeki fahişe kadar olamıyoruz.
Zamanın birinde, insanlar büyük bir savaş sonrası tekrardan şehirlerini kurmaya çalışıyorlarmış. Sağ kalan erkeklerle beraber, kadınlar ormanlara gidip, ağaç kesip, binekleriyle beraber şehrin meydanına getiriyorlarmış. Günün birinde, bu şehirlerin yıkılmasına sebep olan genç bir prens elçilerini gönderip, şehirdeki güzel genç kızları onun emrine verilmesi karşılığında, şehri tekrardan imar etmede askerlerini göndereceğini bildiriyormuş. Eğer bu teklifi kabul edilmezse, ağaçlardan yapılan evleri tekrar yaktıracağını ve savaştan çıkan halk için bunun hiç de katlanabilir yanının olmayacağını da elçilerince zavallı halka iletmiş. Elçiler gittikten sonra eski şehrin meydanında çoğu kadın olan halk, saatlerce süren uzun tartışmalar yapmaya başlamışlar. Kimi genç kızlar prensin yanına gitmenin, hem kendileri için hem de şehirdeki halk için bir kurtuluş yolu olduğunu dile getirmişler. Ancak yaşça büyük, tecrübeli kadınlar ise bu kararın hem onlar için hem de kendileri için bir felaket olacağını, zalim Kralın oğlunun da babasından farksız olmayacağını ve kendi zevki için yalan atabileceğini söylemişler. Ancak bazı genç kızlar bu söylenenleri kulak ardı edip, o gece herkes uyuduktan sonra prensin sarayına doğru yola çıkmışlar.
Prensin sarayına doğru yol alırken, kızlar gelecekleri için mutlu ve umutlu pek çok hayal kurup, eğlenerek, gülüşü gülüşe yollarına devam etmişler. Sabah olduğunda kızlar prensin sarayına varmışlar. Prens sabah sabah hizmetçisi tarafından uyandırılınca, çok kızmış, ama genç kızların onun olmak için saraya geldiklerini duyduğunda ise, hemen ayağa kalkıp hizmetçisinin saçsız başını defalarca öpücüklere boğmuş. Savaş sonrası günlerdir kirli ve aç olan kızlar, sarayın büyük banyosuna götürülüp, defne sabunlarıyla yıkandıktan sonra kendileri için hazırlanan özel yemeklerden yemişler. Prens, güzel kokan ve karınları doyan kızları görmek için hizmetçilerine kızları odasına getirmesini söylemiş. Kendisi odasının içinde bulunan diğer bir bölmede oturup, tek tek hizmetçisinin kızları yanına göndermesini söylemiş. Babasının özel koltuğunda, odasının özel bölmesinde otururken, kızlardan ilki içeri girmiş. Kızı başından ayaklarına kadar inceleyen prens, sırayla diğer kızları da inceledikten sonra, istemediği kızları hizmetçilerine sert bir dille söylemiş.
Kızlar üzgün bir şekilde, eski şehirlerinin olduğu bölgeye geri dönmek için yola çıkarken, diğer üç kız da prensin aslında sadece kendi zevkini düşündüğünü, şehirlerinin yeniden imarı konusunda prensin hiçbir şey yaptırmayacağını anlamışlar. Saraydan kaçmak için plan yapmaya çalışsalar da, yapacakları hiçbir şeyin olmayacağını farkına varınca, başlarına gelecek olanı kabul etmişler.
Diğer kızlar şehre varınca, yaptıklarından dolayı pişman olduklarını, üç arkadaşlarının orada kaldığını, prensin onları seçtiğini söylemişler. Halktan kimi şehrin imarı için umutlansa da, tecrübeli olanlar bu hatanın onlara daha pahalıya patlayacağını bildiklerinden, evlerini yapmak için uğraştıkları işlerine geri dönmüşler.
Birkaç gün sonra, güneş tepeler ardınca doğarken üç genç kızın elbiseleri yırtık, saçları başları dağınık bir şekilde geri dönmüş. Prens bu üç kızında bekâretini bozduktan sonra, askerlerinin eğlencelerinde bu kızları kullanmalarını istemiş. O son gece askerler eğlenirken, çok içip, sarhoş olup uyudukları için, bulundukları yerden çıkıp, şehirlerine geri dönmüşler.
O gün geç uyanan askerler, kızların gittiklerini görünce, bu durumu prense bildirmişler. Prenste zalim oluşunu kanıtlarcasına, askerlerini toplayıp, şehirlerini yeniden imar etmeye çalışan halkın evlerini yıkmak ve yakmak için yola koyulmuşlar. Prens ve askerleri şehre gelmeden önce, şehrin önemli isimlerinden yaşlı bir adam, bir elinde bir kap ile şehrin meydanına gelip, insanları toplamış. Elindeki kabın içerisinde bir bitkiden aldığı reçineleri, ağaçların üzerine sürdüğünde, ne kadar uğraşılsa da, ateşle yakılamadığını göstermiş. Halk, bu durumu hayretle izlerken, genç kızlar da yaptıklarının hiçbir işe yaramadığını gösteren bu buluş karşısında hem seviniyor hem de kendi vaziyetleri için üzülmeye devam ediyorlardı.
Fazla bir zaman geçmemiş ve prens askerleriyle beraber şehre gelmişler. Kızları geri vermelerini, yoksa şehri baştan sona yakacaklarını söylemişler. Yaşlı bilgin elindeki kabı saklamaya çalışsa da, içindekini su zanneden bir asker zorla adamı elinden kabı alıp, hem adamı yaşlı adamı öldürmüş, hem de odunların yanmasını engelleyen bitki reçinesini içmiş. Halk bu olayı görünce çok endişelenmiş. Çünkü hem yaşlı adam hem de ateşi engelleyen çare de gitmiş. Çaresiz kalmışlar. Sabahleyin çaresizce şehirlerine geri dönen üç kız, prens ile beraber saraya gitmeyi kabul etmişler. Ama prens daha fazlasını istemiş. Aralarında daha büyük kadınların da olduğu birkaç kişiyi alıp, sarayına askerleriyle beraber geri dönerken, savaştan sonra sağ kalan güçlü birkaç erkeğin kendisine hizmetçilik etmeyi kabul etmemeleri sonucu, onları da öldürmüş.
Çaresizlik mi? Öyküde geçen fahişelik mi, mecburiyet mi? Bazı durumlarda mazi üstü ani bir şekilde kapatılması gereken çukur gibi dururken, bazen de hiç kapanmasını istemediğimiz saadetler içerir. Ancak insan olma psikolojisi bu! Haksız da olsa, kendisini her an haklı görür. Bu çabada yaşar. Hayatında doğrusu çok da olsa, yanlışlarını umursamaz ve bu yanlışları düzeltmek adına çaba dahi göstermez. Tabi bunun en bariz ve özet hali, insanın kendine iftiralarıdır.
Peki, bu hikâyenin devamını merak ediyor musunuz? Her ne kadar prensi sevmese de bu şehrin halkı, birkaç genç kızın gizli bir şekilde saraya gidip, kendilerini sunmak istemeleri sonucu, bu şehir yüzyıllar boyunca hep bu kötü ün ile anılır oldu. Eğer o kızlar saraya gitmese ve prens de askerleriyle gelip, zorbalık edip, şehri yaksaydı, o zaman hiçbir kimse bu şehir halkını yüzyıllarca kötü olarak anmayacaklardı. Ve belki de yaşlı adam ölmeyecek ve ta o zamanlardan beri günümüze, ateşe karşı insanlık bir koruma üretebilecekti!
Ama insan her zaman hazırcı, önüne kadar yemek de gelse, onu bile yerken bıkkınlık duyan, miskinliği tembellik ile karıştıran bir canlı! Elbette insan olmanın zaafları bunlar, ancak bir etobur canlının avlanabilmesi demek, yaşaması demektir. İnsan da yaşayarak, tecrübe ederek, hatalarından ders çıkartarak bu hayatta güçlü olmayı ve de ayak da kalabilir. Vahşi doğada bir aslanın av bulamayıp, güçsüz kalmacı sonucu, bu durum, ona karşı fazla bir gücü olmayan sırtlan tarafından öldürülüp, yenmesine sebep olabilmektedir.
İnsanın ‘ben olmaktan başka deneyebileceği bir başka beni’ yoktur. Hiçbir mezar, sahibinden başkasını kabullenemeyeceğine göre, bir başkasından tecrübe vasıtasıyla ders alması, zaaf noktalarda hatalara ve zafiyetlere sebep olacak, mahal bulduracak bazı beis olayların öncesinde koruyucu önlem olmaktadır.
Yaygara meclisinde, kesik başları andırmıyor bu halim. Slow bir reaction, imgelerin tarihçesinde tüm Brahmanların aklı fikri bir dağın zirvesine yükselmek sanki. Öyle olsaydı, öğrenmek istemediğim her bilgiyi bir gün benim de ona karışacağım toprağa gömer, çıkardım; yükselirdim. Ancak insan kendi ayakları üzerinde yükselemez. İnsan yerin dibine girmekle, bir başkasının omuzlarına basıp yükselmenin bir olduğunu çoğu zaman anlamaz. Bu yüzden düzeni kılıfına uyduran cambazlar, sahte gülüşlerle yaşamayı becerebilirler. Ama yaşamanın tüm imgeleri sapkındır. Evreni yaratan dahi mükemmel sıfatı ile adlandırılması eksik kalıyorsa, daha ne kadar uzatabilir ki bir insan çaresizliğini?
Eski bir yazı da, devam edebiliriz dünyaya hiçbir faydası olmayan karalamalarımıza. Aynada parlayan gözlerimi özledim. Bebeklerim ne kadar da sevecen bakarlar bana! Keşke hiç büyümeseler!
Çaresizlik Yazısına Yorum Yap
"Çaresizlik " başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.